Çocuklar çoğu zaman mesleklerini, yönlerini kendi seçmiyor. Seçtiriliyor. Zaten o zamana kadar da ne yiyip içeceğine ne giyeceğine, hangi okullara gideceğine de kendi karar vermiş olmuyor.

Kuşların göç yolunu bozmamak: Gençlerin rotası

Nesli Zağlı - Uzman Psikolog

“Kendi yolunu tamamen kendin bulmak, gösterilen bir yolu bulmaktan daha büyük bir güç duygusu verir”

Karen Horney 

Son bir senede bu ülkede neler olup bittiğini hatırlamak bir düzeyde çok zor- her dakika aksiyonla dolu korkunç gündem temposu nedeniyle- hem de çok kolaybazı yaşananların insan ruhunda tırmık izi gibi kalması sebebiyle. Bu ülkedeki gençler, diğer herkes gibi büyük depremi, selleri, ekonomik krizleri; işçi, kadın, kiracı, ev sahibi cinayetlerini bizlerle birlikte yaşadı. Kim bilir birçoğu bu acılı coğrafyada kendi de şiddetin ve istismarın mağduru veya arda kalanı oldu. Kısacası bu ülkede pek çok şey olmak zor olduğu gibi genç olmak da kolay değil. Biz ise gençleri büyük sınav zamanlarında hatırlıyoruz. Bir ay içinde YKS sınavı açıklandı, tercihler yapıldı ve yerleştirmeler açıklandı. Herkes bu çocukların nasıl bir ortamda bunları yaptığını görmezden geldiği gibi, bir de çocukların tercihleriyle uğraşıyorlar. 

YKS birincisi güzel çocuk Hacettepe Tıp yazacağını açıklayınca veryansın edenler hemen meşaleleriyle ön saflara yerleştiler. Efendim çocuk vizyonsuz muymuş? Geleceğin meslekleri çok farklı olacakmış. Ama anladığım kadarıyla çocuk bunları çok önemsemiyor, tam bir zafer sarhoşluğu doğal olarak. Bir sınav yapılmış, üç buçuk milyon insan arasından 1. olmuşsun, yazıyla birinci. Çocuk da ruhunun en arkaik yerlerinden diyor ki, ben 9. sınıftan beri hep “birinci” olmak istedim. Güzel çocuğum bizim en ilkel, en duru, en içten fantezilerimizden birini kurmuş; biz söyleyemesek de o seslendirmiş. Sonrası işte bir meslek seçme. Aslında bir noktada o mesleğin önemi de yok. Meslek birincilik. Bu akıllı çocuk belli ki kendini “güvenceye” –bu ülkede bir doktor ne kadar güvendeyse– almak istemiş. Bu durum psikososyal olarak pek çok şey anlatıyor tabii. Kendimiz fiziksel kütleler halinde buradayken, zihinlerimiz göç yollarına düşeli çok olmuşken, içlerimizden en birincimiz burada kalıp bizi iyileştirmek istiyor. Eksik olmasın. 

Çocuklar çoğu zaman mesleklerini, yönlerini kendi seçmiyor. Seçtiriliyor. Zaten o zamana kadar da ne yiyip içeceğine ne giyeceğine, hangi okullara gideceğine de kendi karar vermiş olmuyor. Birincimiz kendi mi istedi doktor olmayı bilmiyorum ama tıp seçimi söz konusu olduğunda hem bireysel hem sosyopolitik çok dinamik devreye girer. Bizim meslekte de öyledir. Şifa veren aslında kimi veya kendinde neyi iyileştirmek ister hep muamma. Ama psikodinamik olarak nötr bir meslekte de aile ve gencin seçim süreci sancılı olabilir. Psikoterapist olarak gördüğüm danışanlardan hem lise, hem üniversite seçiminde gördükleri ailevi baskıyı dinlerim. “Her şey çok farklı olabilirdi” der misal: “çok seviyordum resim yapmayı, tutkuyla seviyordum ve izin vermedi babam Mimar Sinan’a başvurmama bile”. Ya da “ben hep mühendis olmak istedim ama babam öğretmen lisesine gir, kadınlar için daha uygun dedi” der. İşte hayatın bir kırılmayla bin bir şekil alabileceği bir yerde güdülmek hayatın en büyük kırığı haline gelir. 

Üniversite ve meslek seçme sürecinde baskı yapan, kendi isteğine zorlayan ailelerin tek günahı bu olmuyor. Küçük, canlı, hevesli bir bireyin cılız sesini bastırmaya yeltenen aile zaten psikolojik olarak verimli bir iklim sunamıyor. Zekâ sadece birincilik, sekizincilikle ilgili değil. Artık sizler de çok iyi biliyorsunuz ki zekâ çoklu bir kavram, onunla birlikte gelen başarı da öyle. Yaşam becerisi zekâdan, azimden fazlasını gerektiriyor. Çocuklar artık yerlerine yerleştiler ve bir kısmı da yerleşemedi. Bir karşımıza alıp dinlemek lazım, ne var akıllarında? Gençler ve gençliğin büyük ateşi hem zihinlerini hem de bedenlerini kavuruyor. Belli yönlerden ateşli bir hastalık gibi gençlik. Eğer ateşsiz seyrediyorsa da zaten bir bakmak lazım, canlılık nerede? Çocuklarımızın belki henüz kendilerinin bile bilmediği bir rotaları var. Öyle ya da böyle gökyüzünde süzülüp, yol alacaklar. Kuşa alçaktan ve yere paralel uç denir mi? Vallahi de billahi de siz diyorsunuz. Kafaları karışık olabilir, aynalanmaya ve rehberliğe ihtiyaçları olabilir. Bize düşen gençlerin hayal kurmasına, içten gelen bir şeyle heveslenmesine, kulağımıza saçma sapan gelebilecek fikirleriyle ilgili şiddetsiz iletişim kurmasına zemin hazırlamak. Ancak sağlıklı kuşlar, nereye giderlerse gitsinler yuvaya sağ salim dönebilir. 

Biliyorum evlerde çok gerginlikler yaşandı, çok kıyametler koptu ama elbette büyük şölenler de yaşandı. Yaşamda içinden geçtiğimiz dönemleri ve kırılmaları, hayatın dönüm noktası varsayıyoruz. Üniversite süreçlerinin tüm yaşamı belirlemede kritik noktalardan biri olduğu kesin. Ama bu aynı zamanda sadece bir sınav sonucu. Yüzlerce yetişkinle çalışmalarımda, insanların herkes için dönüm noktası olan süreçlerden çok daha bağımsız kırılma noktaları yaratabildiklerini gördüm. Üniversite içi bölümler arası yatay geçişler, başka kıdemli okullara geçişler, ortalama bir lisans eğitimi sonrası çok parlak lisansüstü eğitim fırsatları…İnsanın kendi öyküsü üzerinde yaratabileceği olumlu kırılmaların haddi hesabı yok. Lütfen siz gençler ve değerli ebeveynler, hepiniz bir rahatlayın. Gençler mezuna da kalsa, aynı şehirde üniversiteye de girse onların sizden “göç” etmesine müsaade edin. Başarılı bir yetişkin, ruhsal olarak sağlıklı olandır ve ruhsal sağlık gençlerin ayrışmasında, bağımsızlaşmasından ve bireyleşmesinden geçer. Bırakalım rotalarını belirlesinler ve yola düşsünler. Ülke zor, en zor halinde bile olsa gençliğin ateşi yaşamı ısıtır. Aklımda “gençler üşüdüğünde, bizim dişlerimiz takırdar” diye bir söz kalmış, Goethe’nindi sanırım. Birbirinden farklı rengârenk kanatlarını açıp, süzülüp gitsinler müsaadenizle. Bizim yapabileceğimiz ise, burunları boka batmasın bu ülkede diye, şefkatli bir rehberlik. Hepsinin yolu açık, rotası aşk, isyan, sanat ve bilim olsun.