Protestanlarla Katolikler arasında bölünen Kuzey İrlanda'da O'Neill'in başbakan olması dengeleri bozabilir. Sinn Fein liderleri protestanların ürkütülmemesi için kutlamalardan kaçınıyor, uzlaşmacı sözlere odaklanıyor.

Kutlaması yapılamayan tarihi zafer
Başbakan Sunak, Stormont'ta Başbakan O'Neill ile bir araya geldi. (Fotoğraf: Michelle O’Neill)

Levent ÖZÇAĞATAY - Londra

Kuzey İrlanda özerk hükümeti ve meclisi göreve döndü. Mayıs 2022 seçimlerinden üç ay önce Demokratik Birlik Partisi (DUP), Brexit sonrası ticaret düzenlemeleri sonucu olarak Kuzey İrlanda ve Britanya adası arasına bir sınır çizildiği bunun da Kuzey İrlanda’nın Birleşik Krallık'a olan bağını zayıflattığını iddia ederek meclisten ve hükümetten çekilmiş ve özerk yönetim işlevini yitirmişti.

Gerçekten de Brexit anlaşması Kuzey İrlanda ve İrlanda Cumhuriyeti arasındaki sınır sorununu çözerken denizin ortasına bir gümrük duvarı inşa ediyor ve Kuzey İrlanda’yı Birleşik Krallık’tan fiilen ayırıyordu. Kapalı kapılar ardında iki yıldır devam eden görüşmeler sonucu Londra’nın ve Brüksel’in verdiği tavizlerden sonra imzalanan yeni bir anlaşmayla DUP meclise dönmeye karar verdi ve  özerk yönetim restore edildi. Fakat bu gelişmenin bölgeye barış, huzur ve refah getireceğini söylemek için biraz erken.

KATOLİK-PROTESTAN SAVAŞI

Bölgede 2021’de yapılan nüfus sayımı Katolik nüfusun bölgenin tarihinde ilk kez olarak Protestan nüfusu geçtiğini belirliyordu. 2022’deki özerk meclis seçimlerinde de İrlanda Cumhuriyeti ile birleşmeyi nihai amaç edinmiş olan ve Katolik seçmenler tarafından desteklenen Sinn Fein en büyük parti olarak çıkmıştı. Kaybeden taraf ise meclisin kurulduğu 1921’den bu yana Birleşik Krallık bünyesinde kalmayı ölüm kalım meselesi haline getirmiş olan ve Protestan seçmenlere seslenen Demokratik Birlik Partisi (DUP) ve aynı cephedeki diğer iki parti olmuştu.

Bölgeye barışı getiren Belfast Anlaşması’na göre en büyük partinin lideri fiili olarak başbakanlık görevine getirilmiş olsa da kâğıt üzerinde birinci bakan sıfatını alıyordu. Ama aynı anlaşma gereği ikinci büyük partinin lideri de İkinci Bakan olarak hükümette eşit sorumluluk ve güç alarak iktidarı paylaşıyor olduğu için kağıt üzerinde birinci parti olmanın fazla bir anlamı yoktu. Bakanlıkların ve Meclis Komisyonu başkanlıklarının paylaşımı da ilk olarak üçüncü ABD başkanı Thomas Jefferson’ın bağımsızlığını yeni kazanmış olan ABD’de uygulamaya koyduğu ama adını 19’ıncı yüzyılda yaşamış Belçikalı avukat Victor D'Hondt'tan almış olan D'Hondt sistemi (nispi temsil) esas alınarak yapılacak ve böylece iktidarın tamamıyla tek bir partinin eline geçmesi engellenecekti.

Bu anlaşma bölgedeki bütün politik partileri ve silahlı gurupları, Dublin’i ve Londra’yı ama en önemlisi ABD’deki Katolik İrlanda lobisini memnun etmek ve masada tutmak için büyük bir titizlikle hazırlanmış bir anlaşmaydı. Ayrıca bölgedeki milliyetçi/cumhuriyetçi olarak bilinen Katolik toplumu ve birlikçi/kralcı olarak bilinen Protestan toplumu demografik değişikler ne olursa olsun mecliste eşit olarak yer alacaklarına inandırması gerekiyordu. Dolasıyla kanun tasarılarının kim tarafından gündeme getirildiği, kimin lehine ya da aleyhine olduğu ya da bütün bölgenin geleceği için önemli olup olmayacağı gibi konulardan daha çok iki gurup tarafından ortak olarak destek görüp görmeyeceğine bakılıyordu.

Belfast anlaşması imzalandıktan sonra Katolik toplumun çoğunluğu ve Sinn Fein barışın sürdürülebilmesi amacı ile 1998’den bu yana Protestan politikacıların liderliğindeki hükümetlerin meşruluğunu sorgulamadı. Fakat şimdi özerk hükümetin başına İrlanda Cumhuriyet Ordusu’nun (IRA) siyasi kanadı olarak tarihe geçmiş olan bir partinin liderinin geçmesi bölgedeki siyasi dengeleri bozabilir. Sinn Fein liderleri görünen bir çaba ile  zafer kutlamalarından kaçınıyor, uzlaşma ve barışa odaklanan konuşmaları tercih ediyorlar. Parti merkezinin protestan toplumun ürkütülmemesi için kutlamaların alçak seviyede tutulması, referandum, sınır ve birleşik İrlanda konularının konuşulmaması üzerine talimatlar gönderdiği biliniyor. Protestan toplumdan ve Protestan politik partilerden henüz olumsuz tepkiler gelmedi. 

Yeni başbakan Michelle O'Neill, 3 Şubat’ta göreve başladı ve bu göreve gelen ilk cumhuriyetçi ve Katolik oldu. Birçok akrabalarının IRA üyesi olduğu, silahlı çatışmalara katıldığı ve öldürüldüğü, babasının yıllarını cezaevlerinde geçirdiği biliniyor. Politik yaşamı boyunca hep IRA eylemlerinin meşruiyetini savunmuş ve ölen IRA üyelerinin anma toplantılarına katılmıştı. Ama meclisteki açılış konuşmasında “Herkese eşit hizmet edeceğim ve herkesin başbakanı olacağım. Nereden gelirsek gelelim, hedeflerimiz ne olursa olsun geleceğimizi birlikte inşa edebiliriz ve etmeliyiz. İktidar paylaşımının hepimizin yararına olmasını sağlamalıyız, çünkü kolektif olarak, tüm insanlarımıza, her topluluğa liderlik etmek ve hizmet sunmakla görevlendirildik” dedi. Uzlaşmacılığının altını çizmek için Katolik/cumhuriyetçi gelenekte bölgenin adı olan “İrlanda’nın kuzeyi” terimi yerine bölgenin resmi adı olan “Kuzey İrlanda” terimini kullandı ve yine geleneklerin tersine kraliyet ailesine saygı göstereceğine söz verdi. Kral Charles'ın kanser tedavisi ile ilgili olarak da çok üzüldüğünü beyan etti ve kendisine tedavisi için başarılar, tam ve hızlı bir iyileşme diledi.

UFUKTA REFERANDUM YOK

Kuzey İrlanda Birleşik Krallık'ın bir parçası olmaya devam ediyor ve İrlanda'nın birliğine dair bir referandum şimdilik ufukta görünmüyor. Buna karşılık gelişmelerin İrlanda adasında 1921 yılında çizilmiş sınırı ve bölünmeyi ortadan kaldıracak ve Kuzey İrlanda’yı İrlanda Cumhuriyeti’ne bağlayacak referandum için bir basamak taşı olarak görüldüğü apaçık ortada. Belfast anlaşması gereği olarak referandum hakkındaki son karar Londra’ya bırakılmış olsa da ne tür bir gelişme ve talep üzerine Londra’nın referandumu gündeme getireceği anlaşmada net bir şekilde açıklanmamış.

Referandum çağrısının ya da cumhuriyetçilerin referandumdan zaferle çıkmasının tarihe gömülmüş olması gereken çatışmaların fitilini ateşlemesi kaçınılmaz. Umut yeni nesil seçmenlerin sekteryan bölünmelerin anlamsızlığını görebilmesinde.