Kadın, erkek ya da kendini nasıl tanımlarsa; kendi yetenek ve potansiyelini kullanmak, kendini ifade edebilecek bir mecra bulmak! Ağız dolusu gülebilmek! İşte budur laik Cumhuriyet!

Kutlanmayan Cumhuriyet Yılında: Tek tip aidiyetler ve yorgun kadınlar

L. Gülden Treske - Yazar, Araştırmacı. 

Cumhuriyetimiz hepimize kutlu olsun! Biz kutladık! Değer bilmeyenler bir gün bilecekler demek istemiyorum, çünkü o gün geldiğinde artık koyu bir karanlığa girmiş olacağız diye korkuyorum. 

Biz laik Cumhuriyetimizi kutlamaya değer bulmazken, İran’da ahlak polisinin darp ettiği iddia edilen 16 yaşındaki Armita da hayatını kaybetti. Daha önce de M. Amini aynı şekilde ölmüş ve ölüm haberini yapan iki gazeteci kadın Muhammedi ve Hamedi 6-7 yıl hapis cezasına çarptırılmıştı. Suçları “ABD ile işbirliği içinde olmak, devletin güvenliğine yönelik komploya iştirak”. Saçı göründü diye ölen bir kadının haberini yapmak “devletin güvenliğine tehdit” olarak görüldü. Bir saç teli nelere kadir. 

Bu arada, Boğaziçi Üniversitesinde spor salonu ve yüzme saatlerine “erkek-kadın-karma” ayrımı getirildi. Demek ki akıllı fikirli bu gençlerin, bir arada adabı ile spor yapmayı beceremeyecekleri düşünülmüş. Burada duracak mı dersiniz? Feray Aytekin’in anlamlı yazısında dediği gibi Şeriat Bir Gecede Gelmeyecek. İnançlarına göre rahatça yüzme hakkına bir şekilde saygı duyduğum genç kadın ve erkekler, korkarım ileride kız çocuklarınız ne yüzmeye ne spora gidebilecekler. Çünkü hızla gittiğimiz yol, ülkemize getirdikleri başarıya rağmen şampiyon voleybolculara yapılan çirkin eleştirileri yapan zihniyetin yolu. Üç kişi bir araya gelenin, tekme tokat, gaz ile dağıtıldığı ülkemde; erkeklerden oluşan tarikat orduları sokaklarda gövde gösterisinde. Tek kadın yok aralarında. En ufak farklı görüşün “devletin birliğini ve bütünlüğünü bozma, Anayasal düzeni değiştirme amacı...” ile suçlandığı ülkemde “şeriat” istemek serbest! Hem de devletin kurum ve memurları tarafından. Bir eğitimci? Devletine değil Şeyhine yeminli. 

Kimliğimiz birçok farklı aidiyetlerden oluşur. Ancak kendini tanımlama yolu ve aidiyet din, ırk gibi tek bir şeye indirgendiğinde Amin Maaoluf’un kitabında yazdığı Ölümcül Kimlikler’e dönüşür. “Kendileri” ve “kendileri gibi olmayan”; “düşman”, “kötü” “ahlaksız” vb. Kendini “din” ile tanımlayan ve Şeriat isteyenler için ise “kadın” zaten ayrı tutulması, görünmez olması istenen. O cemaatlerde kadınlar, kimselere görünmeden, sadece yan kapılarda, arka kapılarda dolaşabilecekler. 

Hemen her kültürde kadın koruyucu ve özverili olunca takdir görür, öne çıkan, konuşan kadınlar sevilmez. Psikolog D. Jack, depresyon hastası kadınlar arasında hep aynı yaşam kodlarına rastlıyor; “başkalarının bakım işleri, başkasını memnun etme, kendini ifade etmede engellenme”, “kendini susturma eğilimi”. Doktor G. Mate ise “Başkalarının ihtiyaçlarına öncelik vermek için ‘kendini dinlememek”, “kadınların üstlendiği bu roller, sağlıklarını bozan en önemli kaynak” diyor. Toplumların “normal” denilen yaşantısını sürebilmesi için kadınların sağlığını kaybetmesi pahasına kurulu bir düzen. Otoümmin hastalıkların %80’i kadınlarda görülüyor. Kronik ağrılar, uykusuzluk, fibromiyalji, migren gibi. Bu sadece genetik farklılıkla açıklanacak bir durum değil diyor doktorlar. İnsan hakları açısından en ileri toplumlarda bile kadınlar hâlâ tüm bu rolleri üstlenmiş durumda. Bu da kendini geri planda tutma, öfkeyi bastırmayı getiriyor. Kadın “kendi sesini susturuyor.” Bu da hastalıklara yatkın hale getiriyor (Eyal.M. https://time.com). 

Yaşadığımız coğrafyada ise değil “konuşarak”; hiçbir şey söylemeden de kadınlar tehdit altında! Sokaktaki hamile kadının, gençse kayınvalidenin tahrik unsuru sayıldığı beyanlar, çocuk gelinler, baldızın nikâh bozmayacağı, evlatlığa nikâh kıyılabileceği gibi her an her yerde kulağımızda yankılanan aşağılayıcı sözler! Bir savaş rehinesinde “taş gibi kadınlar” gören bir zihniyet!  

Ev içi şiddet bir yana, toplumsal olarak sürekli dolaşımda tutulan bu hoyrat dil ve karşılığındaki sessizlik artık bizi hasta ediyor! 

Dünya birincisi voleybolcularımıza “bu yarı çıplak kadınlar bizim kadınımızı temsil edemez” diyen zihniyete karşı, kadınlığın “et”den ibaret olmadığını hatırlatmak, yıllardır verilen haklar mücadelesinde belki yeniden en başa dönüp yine yeniden sesimizi yükseltmek gerek. 

12. Kalkınma Planında; “Hayırseverlerden ve özel sektörden gelen desteklerin öncelikle okul öncesi eğitime yönlendirilmesi…” ve üniversitelere yardım ve bağışların teşvik edileceği yazılıyor. Bu ülke “hayırsever” diye ortaya çıkarılan kişi ve oluşumlardan ne kadar çok zarar gördü, hâlâ öğrenmediler. O “hayırseverlerin” kurumlarında yetişenler bir gün geldi devletin altını oydu. 

İşte bu yüzden Laik Cumhuriyet ve kurumları bize çok lazım! 

Tam şu sıralar gösterime giren bir film var, Fransız yönetmen Justine Triet’in. Dünya prömiyerini Cannes Film Festivalinde yapan ve Altın Palmiye kazanan Anatomy of a Fall/Bir Düşüşün Anatomisi. Filmi henüz göremedim. Ancak New Yorker’da yer alan yönetmenle bir röportaj, kafamdaki deli soruları kışkırttı. Yazar (Schwartz, A.) film için “Fazla Doğrucu Kadın Sorunu/Filminde Triet, bir kadının cezalandırılmadan evliliği ve hırsı konusunda dürüst olup olamayacağını soruyor” şeklinde bir başlık kullanmış. Film; eşinin şüpheli ölümü üzerine kadının evde, mahkemede ve kamuoyu önünde sorgulanışı üzerine. Filmin kahramanı, başarılı, yaratıcı, üretken ve yeteneklerine “öncelik” tanıyan bir kadın. Ve de “konuşmuş” anladığım kadarı ile! Bu da en büyük suçu herhalde. 

Triet, 76. yılını tamamlayan festivalde, Altın Palmiye Ödülünü kazanan üçüncü kadın. 76 yılda üç kadın. 

Kadın, erkek ya da kendini nasıl tanımlarsa; kendi yetenek ve potansiyelini kullanmak, kendini ifade edebilecek bir mecra bulmak! Ağız dolusu gülebilmek! İşte budur laik Cumhuriyet! 

Cumhuriyetimiz hepimize kutlu ve daim olsun!