1974’ten bu yana felsefe çalışmalarını çeşitli mecralarda takipçileriyle buluşturan Metin Bobaroğlu, mitoloji, felsefe ve tasavvufla dokuduğu Simgesel Düşünme adlı kitabında okurlarını bir düşünce arkeolojisi yapmaya davet ediyor.

Labirentten çıkış yolları

Özlem KÜSKÜ

“Her kim simyacı filozofların yazdıklarını simgesel değil de harfi anlamda alırsa, asla kurtulamayacağı bir labirentin bucaklarında kaybolur.”

Pek çok farklı versiyonu olan mitolojik bir efsaneye göre Girit Kralı Minos başına bela olan yarı boğa yarın insan Minotor’u hapsetmek için bir çözüm bulur. Mimar Daidalos’tan içinden çıkılması mümkün olmayan bir labirent tasarlamasını ister ve canavar labirentin içine atılır. Belirli aralıklarla halktan seçilen 7 kadın ve 7 erkek beslenmesi için canavar Minotor’a verilir. Atinalılar haliyle bir vakit sonra bu duruma isyan eder. Savaşçı Thesseus böyle bir atmosferde bu topraklara ayak bastığında labirente dalıp canavarı öldürmek için gönüllü olur. Fakat labirentte fazla ilerleyemeden kafası karışır, geri dönüp labirentten çıkar ve labirentin mimarına koşar.

Mimarın parlak bir fikri vardır. Thesseus labirentten Kral Minos’un kızı Ariadne’nin ona vereceği kırmızı iplik yumağıyla çıkabilecektir. Labirente dalmadan giriş kapısına ipin ucunu bağlar Thesseus, elinde yumakla ilerlemeye başlar, canavarı öldürür ve ipi takip ederek labirentten çıkar. Artık bir kahramandır. Her şeyi öğrenen kızgın kral, mimar Daidalos’u cezalandırmak için onu oğlu İkarus’la birlikte labirente kapatır. Daidalos sonu olmayan labirentte dolanmaya başlar… Yorgundur bir yere oturur, düşünür, düşünür, düşünür… Artık sadece yarattığı labirentte değil kendi zihninde de hapsolmuştur. Tasarladığı mükemmel labirentten çıkış yoktur. Derken bir yol olduğunu fark eder. Üzerine gökyüzünden kuş tüyleri dökülüyordur, labirentten çıkmanın tek bir yolu vardır: Yükselmek!

“Mitlerde kullanılan sözcükler, sözlük anlamları yanında, örtük olarak eğretilemeli, simgesel anlamları da içerirler. Bu yöntem bazen anlamları saklamak için kullanılır, bazen de sezgiyi harekete geçirmek, keşfi açmak için. Simgeler kavramlardan farklı olarak çoklu anlam yüklüdür. Kavramlar, insan anlığı için açık seçik ve mantıksaldır. Buna karşın, kavramlar “sezgi”yi devre dışı bırakır. Simgesel anlatımlar ise “keşfi sezgi”yi harekete geçirir, ancak buna karşın anlamları açık seçik değil, buğuludur.”

Mitler birer kayıktır, içine bindiğinizde sizi bilmediğiniz coğrafyalara taşırlar ve onlar ruhani potansiyelin ipuçlarıdır diyordu Carl Gustav Jung. Binlerce yıllık sözlü anlatımlar olan mitler sembolik bir dile sahiptir. Bu nedenle metinleri anlamlandırmanın yolu bu sembolleri tıpkı bir cevizi kırar gibi açmak ve çözümlemektir. Kapalı olanı açmak, labirentten çıkmak ancak çözmekle mümkündür, anlamak özgürlüktür ve özgürlük de yükselmektir…

“İnsan hayvandan düşünme yetisiyle ayrılır” deriz. Peki düşünmek ne demektir? Düşünmenin hakkını yeterince verebiliyor muyuz? Ya da şöyle soralım insanın insan olabilmesi için üzerine düşünmesi gereken en önemli mesele nedir?

1974’ten bu yana felsefe çalışmalarını çeşitli mecralarda takipçileriyle buluşturan Düşünür Metin Bobaroğlu, mitoloji, felsefe ve tasavvufla dokuduğu Simgesel Düşünme adlı kitabında okurlarını bir düşünce arkeolojisi yapmaya davet ediyor. Herkesin kendi “ben”inde yapacağı bu arkeoloji esnasında zevkli bir seyir bizleri bekliyor. Bu, Hermes’ten tasavvuf geleneğine, 4 kutsal kitap ve onun öncesindeki mitolojik anlatımlara dek zaman labirentinde yapılan bir yolculuk... Alt başlıkta da vurgulandığı gibi “Gerçekliğe aşkın bir düşünme biçimi” ile birlikte okuru elindeki yumakla aklının ve kalbinin ipine tutunarak ilerlemeye yönlendiriyor.

SİMGESEL DÜŞÜNME
Metin Bobaroğlu 
Destek Yayınları, 2023

“Düşünmek bir soyutlama, bir simgeleştirme işlevidir. İnsan “simgeleştirme” yeti ve becerisi ile diğer varlıklardan ayrılır; bu ayrım nitel bir ayrımdır. İnsan, bu niteliğinden dolayı, başka bir varlığa indirgenemez bir biçimde özgül bir varoluştadır; bütün anlam ve ilişki dünyasını simgeler aracılığıyla kurar. Düşünmenin ve ifadenin olmazsa olmaz koşulu “dil”dir ve dil bir “simgeler dizgesi”dir.”

Kitabın ilk cümlesinde “İnsan birçok nitelikle yüklü karmaşık bir varlıktır” diyerek söze başlıyor düşünür Metin Bobaroğlu. Bu karmaşanın bugün insanlık için daha da arttığını söylemek pek yanlış olmaz. Çarkların arasında sıkıştığımız sanayi devriminin üzerinden henüz 200 yıl geçmeden insanlık başka bir devrimin, dijitalleşmenin ortasında buldu kendini. Vitrinlerin parlatıldığı, gerçeğe değil suretlere tapınılan ve her şeyin hızla harcandığı bir zamandayız. Ruhumuz daha da sıkıştı ve galiba evden gittikçe uzaklaşıyoruz. Prof. Dr. Vamık Volkan’a göre günümüzün sorunu artık nevrotik insan değil, narsisistik ve sınırda kişilik örgütlenmesi olan hastalar terapi odalarını dolduruyor. Huzursuzluğumuz şekil değiştiriyor… Değerlerin kaybolduğu, her şeyin savaşın bile eğlenceye döndüğü bir çağdayız. Peki takip edebileceğimiz bir kırmızı ipimiz var mı elimizde? Bizi tehdit eden korkularımızı alt edip evimize, huzurlu yuvamıza geri dönmek mümkün mü?

“Simgesel düşünme, gerçekliğe aşkın bir düşünme biçimidir ve var olan gerçekliğin ötesinde, ideal olanın aranışına olanak sağlar. İdeal olan, kavramlarla sınırlandırılırken, simge bu sınırları aşmaya yönelik yeni olanaklar sunar. Simge bir göbek bağıdır; anlamaya değil anlayışı geliştirmeye yönelik işlev görür, bilmekten çok keşif ve buluş süreçlerine hizmet eder. Her bilinç simgeyle ilişkisinde bir anlam arayıcısıdır.”

Futuristlere göre yakın tarihte pek çok meslek artık yapay zeka ve robotlar tarafından yapılacak, beden ve emek o çarkların arasından kurtulur mu bilinmez ama belki de (iyimser bir tahminle) asıl kullanmamız gereken şeyi kullanmak yani düşünmek için daha çok vaktimiz olacak. Yüksek olasılıkla içinde ilerlediğimiz labirerentte biraz durup soluklanmak, kendimize dönüp bir bakmak ve hayati soruları kendimize sormamız daha da hayati bir önem kazanacak: “Ben neyim, burada neler oluyor, bunca karmaşasnın ortasında benim bunları yaşıyor olmamın bir anlamı olabilir mi?” Nice filozofun, bilim insanının daldığı ve cevap aradığı sular bunlar.

Atina halkı canavar Minotor’dan bir kahramanın çıkıp gelmesiyle kurtulmuştu. Daidalos bir kahraman, bir “özne”ydi. Peki, bugünün modern dünyasında simgeler ve simgesel düşünme bize hangi olanakları sunar? Simgelerin dilini çözmek evrenin, doğanın ve insanın gizemli iç dünyasına yapılacak yolculukta bize hangi kapıları açar? Dahası simgesel düşünme bizi nasıl hayatımızın öznesi kılar?

“İnsan tarihin hem kurulu öznesi hem de ürünüdür. Tarih iki biçimde ortaya çıkar ve insana etkir. Birincisi somut tarih olarak bireyin tarihi, ikincisi ise insanlık tarihidir. Tarihin içeriği kültürdür, insan kültür içinde ve kültürü yoğurarak tarihi oluşturur; siyaset tarihi, ekonomi, bilim, sanat, inanç, düşünce tarihi böylelikle ortaya çıkar. Tarih yazımı, aslında kültürden yapılan soyutlamalardır; tümü kültür içinde kapsanır. Tarih bilinci ise bir farkındalıktır; bireyin tarihi olan “mikro zaman”ı, insanlığın tarihi olan “makro zaman”ın içine yerleştirme farkındalığıdır.”

Tarih dediğimiz insanın kendini arayış öyküsü ve bu arayış öyküsünde icat ettikleriyle oluşturduklarıdır bir anlamda. Bilim, sanat, dinler, icatlar, keşifler, Tanrılar, savaşlar ve bombalar, hepsi insanın düşüncelerinin birer eseri.  Daidalos için içinde hapsolduğu labiretten kuttulmanın tek yolu yükselmekti. Başını semaya kaldırıp baktığı gökyüzüne doğru özgürce süzülmek, bu da ancak düşünmeyle mümkündü.

“Özbilincin özgün niteliği “özgürlük”tür. Özbilinçli olabilmek bilinci özgürlük düzeyine yükseltebilmek demektir. Ancak bir bilincin karşısında özbilinçli olma niteliği vardır. “Öteki”nin karşısında özbilinç sahibi olabildiğimiz için, ötekinin özgürlüğünü kabul edici ve özgürleştirici bir eylem içinde olmayan bilinç “özgür” olamaz.

Ötekileri köle olarak gören bir bilinç, köleler arasında yaşar; kendisi de kölelerle hapsedilmiştir, kölelerin hapishanesindedir. Böyle biri kendisine nasıl olabilir de özgür diyebilir, özgürlüğün tadını nasıl alabilir? Özgürlüğün tadını ancak özgür bir bilinç aracılığı ile alabilirsiniz. O zaman bir insanın özgürlüğün tadını alabilmesi, ötekilerin özgürlüğünden geçer. Başka bir deyişle, özgürlük insanın canının her istediğini yapması değildir. Özgürlük, ‘kendini sınırlayabilmek’ demektir; ‘kendini kendi bilinci ile sınırlayabilmek.’”

Bir özgürleşme manifestosu olarak okunabilecek Simgesel Düşünme simgelere, kişinin kültürel yapısı, yaşam deneyimi, bilgi birikimi, algılama düzeyi ve tinsel eğilimleri ölçüsünde bir anlam yüklendiğine vurgu yaparak simgesel dilin tarih içinde gittikçe gelişen ve derinleşen bir geleneğin bereketi olarak da tanımlanabileceğini söylüyor. Kapalı olanı açmanın yani labiretten çıkmanın insanı nasıl insan kılabileceğinin önemini vurguluyor.

Simgenin bilinçle olduğu kadar bilinçdışıyla, rüyalarla ve mitlerle de ilgili olduğuna dikkat çeken Bobaroğlu, onun kadim bilgelik içerisinde ritüel ve mabet kavramlarıyla zorunlu ilişkisini kurarak okuru alışılagelmişin dışında bir düşünme yolculuğuna çıkarıyor. Bu tek kişilik yolculukta okuru her okumada başka bir kapı aralayacağı eşsiz bir klasikle baş başa bırakıyor. Keyifli seyirler…