Lafın lafı açtığı sayfalarda yolculuk

IRMAK ADA

Sıradan bir sohbet esnasında, laf arasında söylenen bir şeye takılıp kalan, nereden geldiğini ve dile yerleşme hikâyesini merak eden, hatta kimi zaman bu merakın ağırlığından sohbetin devamına odaklanamayanlardan mısınız? Ya da söz gelimi sarma yerken, “Kimin aklına gelmiş üzümün yaprağını koparıp da içine özel bir harç hazırlayıp sarmak ve sonra da pişirmek?” diye düşünüp duranlardan? Yahut bir saatin neden elli ya da yüz gibi daha kolay hesaplanabilir sayıda dakikadan değil de altmış dakikadan oluştuğuna takılanlardan? Tarihteki ilginç hadiseleri okumaktan, bugün elimiz ayağımız hâline gelmiş kimi teknolojilerin ortaya çıkış hikâyelerini öğrenmekten de keyif alıyorsanız hele, tam size göre bir kitap çıktı yakınlarda. Sema Soykan’ın Alfa Yayınları etiketiyle okurla buluşan son çalışması “Öteki Şeylerin Tarihi”.

Daha önce her biri farklı tarihsel dönemlere odaklanan ve yaşanmış olaylardan ilham alan üç romanıyla (“Kilit Taşı”, “Adsız Roman” ve “Keşke”) okurun karşısına çıkan Soykan, bu kez bambaşka bir içerikle raflarda. Tamamen küçük merakları tatmin etmeye yönelik olarak kaleme alınan ve okurla samimi bir sohbet havasında ilerleyen kitap hemen her coğrafyadan ve dönemden ilginç bilgilerle dolu.

“Merak ve soru, yağmur ve nehir gibidir. Merak oldukça soru artar, yağmur yağdıkça da nehrin suyu. Nehir yatağına sığamaz, sağına soluna aldığını suyuna katar, çağlar, çoğalır. Merak da yerine sığamaz, sordurur, araştırır. Bilgiyi zihne katar, zenginleştirir, donatır,” diyor yazar kitabın bir noktasında ve kendi merakının peşinden girdiği sokaklarda okura da rehberlik ediyor.

Tarih, kültür, etimoloji, atasözleri, deyimler ve galat-ı meşhurlara dair bir kahve sohbeti olarak tanımlıyor yazar “Öteki Şeylerin Tarihi”ni. “Mangal Yürekli” deyiminin çıkış noktasından 1950’lerde İstanbul’da başlatılan sinek avının ilginç hikâyesine, koşu bantlarının icadından bluetooth teknolojisine adını veren toplantıya dek pek çok farklı konuya mercek tutuyor. Alışkanlıklarımızın, yanlış bildiklerimizin, unuttuklarımızın ve özüyle bağını kaybettiklerimizin peşine düşerek mizahi ve renkli bir yolculuğa çıkarıyor okuru.
Bu tür bilgi içerikli kitapların en hassas yanı, yazarın okuruyla kurduğu iletişimin tonudur. Bilgisini bilmeyen/bilmediği varsayılan insanlara aktaranların bir tür kibre kapılması, okuruna tepeden bakması sıkça karşılaşılan bir hadisedir. Oysa “Öteki Şeylerin Tarihi” tam da Sema Soykan’ın kitabın girişinde vaat ettiği gibi bir kahve sohbeti havasında ilerliyor. Karşımızda öğrendiği bir bilgiyi fayda yahut çıkar gibi bileşenlere hiç takılmadan, yalnızca paylaşma heyecanıyla çevresindekilere aktarmanın keyfini çıkarmaya çalışan biri olduğu açıkça görülüyor metin boyunca.

“Düşünmenin büyüsü, merakın coşkusuyla birleşince birbiriyle ilintili yazacak çok konu geliyor akla. Akla gelen de klavyeye,” diyor yazar ve gerçekten de kanlı canlı bir sohbetin içindeymiş gibi konudan konuya ustaca atlıyor. Laf lafı açıyor ve kahveden yola çıkmışken kendinizi birden parmesan peynirinin adını İtalya’nın Parma şehrinden aldığını, Fransa’nın Bordeaux şehrinin bir renge adını verdiğini ve sırasıyla hangi şehirlerin gündelik hayatımızda sıkça kullandığımız hangi eşyalara/kavramlara isim anneliği yaptığını şaşıra şaşıra okurken buluyorsunuz. Tam “Biz buraya nasıl geldik?” diyeceğiniz sırada yazar ustaca yapılmış bir manevrayla bir kez daha kahve kokusuyla baş başa bırakıyor sizi.
Yoğun bir araştırma ve titiz bir çalışma sonucu ortaya çıkmış bir kitap “Öteki Şeylerin Tarihi”. Bir kere okunup rafa kaldırılacak kitaplardan değil, farklı dönemlerde tekrar tekrar raftan indirilip sayfalarını rastgele karıştırabileceğiniz zamansız bir kitap. Kitabın sonunda, meraklı okurların faydalanabilecekleri geniş bir kaynakça da yer alıyor.