Parlak, “Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bu gündemlerin İslam’a uygun olup olmadığını tayin ettiği günlerden geçiyoruz. Sadece son bir yılımızı düşünsek dahi, AKP iktidarı ve Erdoğan rejiminde Diyanet’in bizzat siyasal aktör olarak, özne olarak sahnede olduğunu görebiliriz” diyor.

Laiklik için dinin müdahil olduğu her alanda mücadele edilmeli

YASİN DURAK

Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın Yargıtay’ın yeni binasında gerçekleştirilen adli yıl açılış töreninde dua etmesi, yeni anayasa değişikliği ve Adalet Bakanlığı’nın Boğaziçi öğrencilerine yönelik soruşturmaya ilişkin Anayasa Mahkemesi’ne (AYM) verdiği cevapta, ‘eşcinselliğin İslam’a göre haram olduğunu’ savunmasıyla laiklik tartışmaları bir kez daha gündeme geldi. Akademisyen Deniz Parlak ile “Laikleşme Sürecinde Camiler: Geç Osmanlı’dan Erken Cumhuriyet’e” adlı kitabı ve gündemde laiklik ekseninde gelişen tartışmalar hakkında bir söyleşi gerçekleştirdik. Parlak, “Olası seçimlere erken yatırım olarak, salgın sürecinde iyice gözler önüne serilen gelir eşitsizliğine ve ekonomik çöküntülere tampon olarak her fırsatta işe koyulan dini referanslar ve simgeler, toplumsal kültürün değişimine de neden oluyor. Bu gidişata dur demek için her adımda ses çıkarmak ve bu saldırıya karşı çıkmak gerektiğini düşünüyorum” diyor.

Laiklik ile ilgili sosyal bilimsel yazında sizin “Laikleşme Sürecinde Camiler: Geç Osmanlı’dan Erken Cumhuriyet’e” adlı çalışmanız oldukça özgül bir yere sahip. Türkiye’de laikliğin erken dönemlerden bu yana mutlak bir politik düstur ve edimler silsilesiyle şekillenmediğini camilerin toplumsal tarih içerisindeki dönüşümüyle gözler önüne sermeye çalışıyorsunuz. Okurlar için bir özet mahiyetinde sormak istiyorum: Laikleşme süreci göz önüne alındığında, nedir camilerin sunduğu başlıca göstergeler?

Aslında Türkiye’de laiklik ve cami olguları birlikte düşünüldüğünde; kültürelci/özcü bir yaklaşımla, yalnızca yukarıdan belirlenen ve ‘ihmal edilen’, laikleşme süreci ile göz ardı edilen ibadethaneler olarak ele alınan analizlere rastlıyoruz. Oysaki camiler tersten bir okumayla, Türkiye laikliğinin oluşum sürecini ortaya koyabilecek dinamiklere sahip.

Laikleşme süreci Türkiye’de özellikle, erken Cumhuriyet dönemi söz konusu olduğunda, seçkinci kadroların pozitivist anlayışları ve politik reformları ekseninde değerlendirilmekte. Fakat laiklik ortaya çıktığı her toplumda farklılaştığı gibi, Türkiye’de de Cumhuriyet’in ilk yıllarından itibaren doğrusal bir çizgide ilerlemedi. Hatta aksine iktidar ilişkilerine bağlı olarak kimi zaman geri çekilen kimi zamansa atağa geçen bir seyir izledi.

Tüm tarihsel seyri kısaca özetlemek gerekirse: Camiler, öncelikle dinin, yani İslam’ın kutsal mabedi. Peygamber döneminden beri camilerde siyasi ve idari kararlar da alınıyor ve halka duyuruluyor. Bu işlevi nedeniyle camiler bir yanıyla uzun tarihsel birikim taşıyor. Diğer yandan, Türkiye’de laikleşme sürecindeki reformların halk nezdinde kabulünü ya da aksi biçimde halktan gelen muhalif görüşleri de bünyesinde barındırıyor. Bu nedenle de camiler Türkiye laikliğinin sözünü ettiğim karmaşık seyrini izlemeye olanak verecek dinamikleri bünyesinde barındırıyor. Nasıl?

Örneğin, Türkiye’nin Batılılaşma ve laikleşme gayesinde, camiler toplumun inşasında kamusal mekanlar olarak topluma nüfuz etmesi istenen uygulama ve düzenlemelerin uğrak yeri. Aynı zamanda, buna ilişkin yükselen tepkileri ya da kabulü de görebildiğimiz mekanlar. Geç Osmanlı döneminde toplumsal olarak dinin o kurucu rolünün daha etkin olması nedeniyle kamusal alan bağlamında zaten camiler önemli bir konuma sahip. Ama bunun yanı sıra camilerin içerisinde elbette cami görevlileri var, en nihayetinde camiler günün beş vakti Müslüman tebaayı ve cemaati toplayabilecek güçte. Dolayısıyla camide söylenen söz, yani hutbeler ve vaazlar, toplumsal etki yaratabilecek kapasiteye de sahip. Bir o kadar da camilerin mekânsal düzenlemeleri toplumun nasıl değiştiği ya da dönüştüğüne ilişkin ipuçları da sunuyor bize. Camilerin gerek mimari düzenlemeleri gerekse bugün hâlâ tartışmalarını yaptığımız camilerin sayısının artması ya da azalması meseleleri, toplumsal bağlamda yaşanan değişimi anlayabilecek pek çok veri sunuyor bize. Böyle bir bütün içinde düşünüldüğünde, yeni rejimin inşasında kurucu kadro ve seçkinler, düzenlemelerin camilerde ve toplumda karşılık bulmasını kültürel dokuya nüfuzları için zorunlu görmesine karşın, bir kamusal alan olarak camiler de laikleşmenin dinamiklerinin şekillenmesine neden olmuştur.

laiklik-icin-dinin-mudahil-oldugu-her-alanda-mucadele-edilmeli-920561-1.
Deniz Parlak

Türkiye’de laikliğin ‘sorunlu’ tarihinde Diyanet İşleri Başkanlığı’nın (DİB) konumu nedir? Bugüne kadar ve bilhassa AKP döneminde bu konumda ne tür değişiklikler söz konusudur?

1924’te Diyanet İşleri Başkanlığı esasında İslam’ın diğer toplumsal kurumlardan ayrıştırılması gayesiyle, kurumsallaşmış İslam’ın temsilcisi olarak kuruldu. Ancak, en başından, DİB’in varlığı laikleşmenin kuramsal olarak idealize edildiği biçimiyle, dinin tüm toplumsal kurumlardan ayrışmadığının ve farklılaşmadığının kanıtıdır. Zira bu yalnızca bir düzenlemedir, üstelik bu düzenleme iddiası sadece Sünni İslam’ı kapsamaktadır. Bu nedenle en başından DİB’in iddia edildiğinin aksine “laikliği korumayı sağlayan bir araç” olmadığını söyleyebiliriz. Aksine, DİB 97 yıllık kurumsal tarihi boyunca, bizzat varlığıyla Türkiye laikliğinin eksik kaldığının, tamamlanmadığının kanıtıdır.

AKP iktidarında ise sürekli dozu ve şiddeti artan biçimde gündelik hayatın her alanına nüfuz eden dinselleşme ve elbette İslamlaşma pratikleri ile DİB kurumsal tarihinde hiç olmadığı biçimde özneleşme imkânına kavuştu. Şüphesiz bunun bir tarihsel birikimi var. Ancak bugün AKP iktidarında, DİB’in araçsallaştırılmasının dışında, DİB’in konumunun güçlenmesiyle de karşılıklı çıkar birliğinden söz edilebilir. İstanbul Sözleşmesi’nden Ayasofya’nın açılışına, kapanma günlerindeki içki yasağından koronavirüsün eşcinseller tarafından yayıldığı söylemlerine, son olarak sosyal medya yasasından adli yıl açılış törenine kadar hemen her toplumsal gündemin İslami referanslar ve değerler ile şekillendirildiği ve Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bu gündemlerin İslam’a uygun olup olmadığını tayin ettiği günlerden geçiyoruz. Sadece son bir yılımızı düşünsek dahi, AKP iktidarı ve Erdoğan rejiminde Diyanet’in bizzat siyasal aktör olarak, özne olarak sahnede olduğunu görebiliriz.

Afganistan’da şerri bir rejimi kurumsallaştırmaya çalışan Taliban rejiminin özellikle kadınlara yönelik baskıcı politikaları sürerken ve bunun yanı sıra ülkemizdeki kimi dinci isimlerin kadın ve LGBTİ+ düşmanı açıklamaları tekrar edip dururken, laiklik mücadelesi ve kadın mücadelesi ekseninde toplumsal cinsiyet özgürlüğü arasında bir ilişki kurulmalı mıdır, nasıl?

Laiklik dediğimiz olgu ve süreç, dinin inanç bağlamında yaşanmasına değil kurumsallaşmış dine ve dini otoriteye karşı yürütülmektedir. Bunun altını çizmekte fayda var. Zira Türk sağının, milliyetçi-mukaddesatçı ve İslamcı kesimlerin, laiklik denildiğinde öne sürdükleri esas söylem ‘dinsizlik’ üzerine temellenir. Oysaki laiklik mücadelesi toplumsal hayatın bütününe nüfuz eden kurumsallaşmış dinin farklılaştırılması ve ayrıştırılmasına ilişkin verilir. Dolayısıyla, elbette bu mücadele, sürekli deneyimlediğimiz fakat ‘olağanlaştırmamak’ için mücadelesini verdiğimiz kadına ve LGBTİ+ hareketine yönelen tüm İslamileştirme saldırıları, laiklik mücadelesinin kesişim noktasındadır.

AKP iktidarı bugün kadınların gülmesinden giyindiği kıyafete, kürtaj yasasından hamile kadının sokağa çıkmasına, müftülerin nikah kıymasından evlenme yaşının düşürülmesine kadar buna müdahil oluyor. Üstelik Diyanet İşleri Başkanlığı hutbelerinde Müslüman kadınların yapabilecekleri ya da yapamayacaklarını tayin eden bir kurum olarak sürekli masada. Bunun yanı sıra, LGBTİ+ bireylere yönelen saldırılar dinmeden yükseliyor, hatta bu söylemleri sahiplenen siyasal partilerin eylem hazırlıkları yaptığını biliyoruz. Artık bu bakış açısı hukuki metinlere, en son Boğaziçili öğrencilere yönelik AYM’ye gönderilen metnin haberiyle öğrendik ki, “eşcinsellik İslam’da haramdır” ifadeleriyle konu ediliyor. Dolayısıyla, adım adım girişilen İslamlaştırma, ulusu yeniden inşaya soyunan deneyimlerde İslam’ın, inanç olarak orada durmadığını, bizzat kurumsallaştırılarak işe koyulduğunu ve hayatımızın bütününe müdahale eden saldırılara maruz kalıyorken, buna yönelik mücadeleler doğal olarak laikleşmeyi ve seküler talepleri içermek zorunda.

İktidar, inşaya giriştiği toplumsal düzende toplumsal cinsiyet özgürlüğünün bu kadar karşısında yer aldığı uygulamalar ve söylemlerle karşımızdayken, bu politik düzenlemelere yönelik, topluma içkin olan ve toplumun kabul ettiği zeminde mücadele vermek zorundayız.

Türkiye’de laikliğin hakiki mahiyetiyle, örneğin çalışmanızda bahsettiğiniz kimi sorunları içermeksizin, dinden -bilhassa da Sünni İslam’dan- müstakil inşası için politik önerileriniz nelerdir?

Tam da bundan söz ediyorum. Laikleşmenin bütünüyle gerçekleştirilmesi için kurumsallaşmış dinin müdahil olduğu her alanda mücadele etmek gerekmekte, yalnızca kurumlardan ayrışmayı değil, toplumsal düzlemdeki ayrışmayı da kastediyorum. Bu nedenle, siyasal iktidarın tüm kuşatıcılığına rağmen, gündelik hayatın her anına ve alanına sirayet eden İslamlaştırma politikalarına karşı yalnızca siyasal partilerden ve kurumlardan ses yükseltmesini beklemek yetersiz. AKP iktidarı tüm siyasal tarihi boyunca gündemin aktörü olmayı ve bunu sürdürmeyi çok etkin yürüttü. Ancak o iktidarın zayıfladığına, anket çalışmalarının ötesinde, yükselen seslerle tanığız. Olası seçimlere erken yatırım olarak, salgın sürecinde iyice gözler önüne serilen gelir eşitsizliğine ve ekonomik çöküntülere tampon olarak her fırsatta işe koyulan dini referanslar ve simgeler, toplumsal kültürün değişimine de neden oluyor. Bu gidişata dur demek için her adımda ses çıkarmak ve bu saldırıya karşı çıkmak gerektiğini düşünüyorum. Zira bu artan saldırılar, gündem değiştirme nedeniyle gerçekleştirilmiyor. Adım adım inşa edilen bir ‘yeni’ yerli ve milli kimlik olarak İslami referanslar işe koyuluyor ve bunun toplumsal kültürde ‘normalleştirilmemesi’ için harcanacak her çaba çok değerli.