Lenin’in çocukluk hastalığından muzdarip olduğunu söylediği, kapitalist parlamentarizmi ve parti siyasetlerini reddeden...

Lenin’in  çocukluk hastalığından muzdarip olduğunu  söylediği, kapitalist parlamentarizmi ve parti siyasetlerini reddeden, devleti, onun bütün kurum ve ideolojik aygıtlarını amansız   eleştiren sol komünizm (katışıksız  komünizm) 60’larda  anarşist ve yarı anarşist grupların eylemlerinde canlanmıştı. Henri Lefebvre’nin düşünceleri özgürleşme politikalarını Leninist  parti anlayışından bütünüyle farklı bir yaklaşımla ele alan ve yürüten bu gruplar, özellikle de Durumcular (Sitüasyonist) tarafından ilgiyle karşılandı. Beri yandan, Lefebvre de  onların   eylemlerine, devrimci heyecan ve enerjilerine yakınlık duydu.
 
1960’ların  başında  Strasbourg Üniversitesi’nde  sosyoloji profesörü olarak  ders verirken  üniversite bünyesindeki sosyoloji enstitüsünde sendikalar ve benzeri  örgütler üzerine araştırmalar yapılmasını teşvik ediyordu. Durumcu hareketin kimi önde gelenleri hem derslerini izliyor, hem de enstitüdeki araştırmalara katılıyorlardı. Lefebvre kırsaldaki günlük hayattan şehir hayatına geçişi, şehirdeki sınıfsal  bölünmeyi, şehir mekânının  bölgelere ayrılmasını, banliyölerin kurulmasını, yoksulları  şehirden dışlama politikalarını, mekânın üretimini  ve toplumsal inşasını ele alan yazılarıyla şehir sosyolojisine  tematik zenginlik getirdi, önemli katkılarda bulundu. Aslında tek bir  disiplinin sınırlarını  aşan  çalışmalardı bunlar. Farklı disiplinlerin alanına yöneldi, ama tek bir  metoda, diyalektik materyalizme bağlı kaldı . Diyalektik materyalizmi geliştirerek, kimilerince “üçlü  diyalektik” adıyla anılan karmaşık bir biçim vererek  gündelik hayatın eleştirine,  mekân üretim  politikalarının analizine  uyguladı.
 
Bütün bu özgün   düşünceleriyle şehirde yaşamanın yeni yollarını arayan,  kamusal alanı gerilla taktikleriyle  tekrar ele geçirmeye çalışan Durumcuları hayli  etkiledi. Onlar    aykırılığa, farklılığa yer vermeyen,  rasyonel örgütlenmiş bir dünyada “yazın  son akşamlarından birinde akıl hastanelerinin  kilitlerinin açılıverdiği bir şehir” düşlüyorlardı. Debord’un filmlerinden birinde “içimizdeki en iyi oyuncu deliliğin ormanında kayboldu”  sözü  geçer.  Durumcular için şehir” deliliğin ormanı”ydı bir bakıma. Tanıdık, alışıldık her şeyin bir anda olağanüstülük kazanacağı, insanın içinde kaybolacağı bir ortam.
 
Modern toplumda aylaklığa  imkân tanınmasını, hayatın hızlı  yaşanmasını,  çalışmaya ve üretime odaklanmış olmasını  eleştiriyorlardı. Yirminci yüzyıl flaneur’leriydi onlar. Şehirde   gezinmeyi, yürüyerek şehri keşfetmeyi çalışmaya tercih  ediyorlardı. Onlara göre otomobil basit bir taşıt, sıradan bir araç değil, modern   hayatın  egemen nesnesiydi. Aylakça dolaşmanın keyfini engelleyen bir nesne. Sabahları insanları  mümkün olan en kısa süre içinde işe yetiştiren toplu taşıtları  toplama kamplarına insan  taşıyan trenlere benzetiyorlardı.
 
Can sıkıntısını   “karşı devrimci bir duygu” olarak niteleyen  Durumcular yeni bir şehir kurmayı amaçlıyorlardı.  Constant Nieuwenhuys’un “bütünsel  şehircilik” tasarısı bu amaca yönelmişti. Nieuwenhuys’un modern şehir planlamacılığına  alternatif olarak  tasarladığı bütünsel şehircilik  sürüklenmeyi, yol ve yön değiştirmeyi  (detour’u) ve durumlar yaratmayı , oyun oynamayı teşvik edecek,çevreyi tanıdık ve  alışılmış olmaktan çıkaracak yeni  bir şehir   formülasyonu, çevre ve bireyin  birbirlerine  karşılıklı tepki  verebilecekleri bir   psiko-coğrafyaydı. Böylelikle şehir  deneysel davranışlar  ortamına dönüşecekti.
 
Durumcular, bütünsel şehircilik   projesine İkinci Durumcu Enternsyonel’e  kadar  bağlı kaldılar. O tarihten sonra Debord ve Nieuwenhuys arasında anlaşmazlık belirdi  ve bu tasarıdan vazgeçtiler.
 
Mayıs 68’in etkin gruplarından biri oldular.  Üniversitelerde boykot ve  işgaller  düzenlediler, düşüncelerini dağıttıkları kitapçıklarda dile getirdiler.
 
Lefebvre  ile  Durumcular arasındaki yakın ilişki ve diyalog  1960’ların  ortalarında koptu. Lefebvre’nin Paris Komünü üzerine yazıları yayımlandığında Debord ve arkadaşları onu  Durumcu  dokümanlardan çalıntı yapmakla  suçladılar. Suçlama dostluğun  da sonu oldu, ama tam o sırada Lefebvre, yıllardır  savunmakta olduğu düşüncelerin  Amsterdam’da Provolar tarafından hayata geçirildiğini öğrendi.
 
Provoların alternatif şehir hayatı projeleri (şimdilerde Badiou’nun  ‘komünizmin sabitleri’ arasında saydığı) özel mülkiyetin reddine dayanıyordu. Kapitalist düzene karşı provokasyonlar düzenliyorlardı. (isimleri de  ‘provokasyon’ sözcüğünden  almışlardı.)
 
Şehir trafiğini özel arabalardan, arabaların saldığı egzoz gazından arındırmak   için beyaz bisiklet projesini hayata geçirmişlerdi. Beyaza boyanmış onlarca bisikleti  meydanlara bırakıyorlardı.  Kamu malı olan bu bisikletleri ihtiyacı olan herkes kullanıyor,  daha sonra ihtiyacı olan  başkalarınca    faydalanılması için aldığı yere bırakıyorlardı.  Şehirdeki konut sorununu ise kısmen beyaz ev projesiyle çözmüşlerdi. Kanalların  kıyısındaki, o yıllarda henüz bir işçi mahallesi olan Jordaan’daki boş evleri onardıktan sonra   beyaza boyuyorlardı. Beyaz boya evlerin boş ve konut sorunu olanlarca kullanılabilir olduğu  anlamına geliyordu.  Şehirdeki konut sorunun ironik bir sembolü olarak gördükleri Kraliyet  Sarayı’nda  şehirde yaşayan herkesin barınma hakkı bulunduğunu savunuyorlardı.  Kraliyet  Sarayı  kamuya açık bir mekan haline getirilecek ve adı Beyaz Ev olarak değiştirilecekti.