Nuri Bilge Ceylan gibi sanatçılar çok ama çok seyrek yetişiyor. ‘Üç Maymun’a koşa koşa gidin. Böylesine özenli bir filme, böylesine iyi oyunculuğa, her saniyesi oya gibi işlenmiş bir filme....

Nuri Bilge Ceylan gibi sanatçılar çok ama çok seyrek yetişiyor. ‘Üç Maymun’a koşa koşa gidin. Böylesine özenli bir filme, böylesine iyi oyunculuğa, her saniyesi oya gibi işlenmiş bir filme uzun süre rastlamayacaksınız....

 

Tek bir karesinden bile bir filmin Nuri Bilge Ceylan’a ait olup olmadığını bilebilirsiniz. Bunun ne kadar inanılmaz bir şey olduğunu bir düşünün.

‘Üç Maymun’ en genç üyesini yitirmiş bir ailenin hikâyesini anlatıyor. Bu aile için zaman farklı işliyor. Geçmiş, yaşanan travmanın acılaştırdığı, unutulmak istenen bir şey. Gelecek ise yok olmuş; çünkü geleceği temsil eden çocuk ölmüş. Geçmişsizlik ve geleceksizlik: Çürüme için en ideal ortam. Sadece geçmiş ve gelecek parantezine de alınmamış bu aile, yönetmen onları başka insanlardan da soyutlamış. Kendileri dışında kimse yok sanki. Filmde baba, anne ve oğuldan oluşan bu aile dışında galiba sadece beş kişi gözüküyor, bunlardan üçü de sadece bir tek planda. İnsanlardan bu soyutlanmışlık, yine bu travmanın aileye yaşattığı bir asosyalleşmeyi mi anlatıyor yoksa başka anlamlar mı içeriyor, bilmiyorum.

 

UMUT MU? YOK ÖYLE BİR ŞEY

Bir gece yarısı, gözlerini açık tutmakta zorluk çeken milletvekili adayı Servet’i araba kullanırken görüyoruz ilk. Servet arabayı son derece yavaş kullanıyor ama yine de bir yayayı ezip öldürüyor (kazanın oluş anını görmediğimiz için ne olduğunu söylemek zor). Hemen şoförü Eyüp’ü arıyor ve suçu üstlenmesini istiyor. Servet, Eyüp’ün maaşını ödemeye devam edecek, ayrıca hapisten çıktığında miktarı konuşulmayan toplu bir parayı da verecektir. Servet pisliğin tekidir ama para ondadır. Ve parası sayesinde pisliğini başkasına bulaştırıp kendisini temiz gösterebilecek olanağa sahiptir. Pislik ya da kötülük bulaşıcı bir hastalık gibi yayılır. En tepeden başlar ve yavaş yavaş aşağı iner. Kadın ya da erkek, yoksul ya da zengin, patron ya da işçi, genç ya da yaşlı tanımaz. Yukarıdaki paragrafta sözünü ettiğimiz aile, yani şoför Eyüp, karısı mutfak işçisi Hacer ve yaşayan büyük oğulları İlyas, Servet’ten başlayan kötülükten nasibini alacak, yalana, aldatmaya ve nihayetinde cinayete varan bir sarmala gireceklerdir.

Umut mu? Yok öyle bir şey, en azından bu filmde. Zenginden, yoksula ve daha da yoksula doğru akan kötülük konusunda Ceylan ilk çuvaldızı güçlü ve erkek politikacıya batırır ama alttakiler de daha iyi değildirler. Sadece olaylar zincirini başlatan onlar değildir. Ceylan geçmişi yaralı bu aileyle özel bir vakanın filmini mi yapmıştır? İşin garibi, bu çok önemli kayıp, ailenin boğularak ölmüş küçük bir üyesinin varlığı sanki çok belirleyici bir role sahip değil filmde. Bu oğlan çocuğu ölmemiş olsaydı, aile farklı davranırdı gibi bir sonuca ulaşmak zor. O zaman o ölü çocuk niye var? (Aklımdan 12 Eylül geçmiyor değil. Masumiyetin ve geleceğin kayboluşunu simgeleyen o tarih. Çocukluğumuzun öldüğü tarih.)

Konuya dönelim: Babasının denetiminden kurtulan İlyas, Fedai, Recai ve Sezai (beklenmeyen bir komiklik) adlı arkadaşlarıyla takılıp başını belaya sokunca, Hacer oğlunu kurtarmak için Servet’ten para ister ve oğluna bir araba alır. İlyas bu arabayla servis şoförlüğü yapacaktır. Ama bu aynı zamanda Servet’le Hacer arasında bir ilişkinin de başlangıcı olacaktır.

Çöl rüzgârları ve leş kargalarının çığlıkları filmin sesinin temel unsurları. Gıcırdayan kapılar ve soluk alma sesleri de bunlara dahil edilmeli. Bir de Hacer’in cep telefonunun zil sesi olan, sevmemiş bir sevgiliye lanet okuyan Yıldız Tilbe şarkısı var. Filmde bazen komik etki yaratan bu trajik şarkı Servet’le Hacer’in ilk buluşmasında duyulur ve sanki Hacer’in gelecekte yaşayacağı duyguların habercisidir. Hatta bu şarkının ilk duyulmasının ardından gelen sahnede Servet’in trafikte bazı ayılara (yanlışlıkla) dayılanması bizi bir an yanıltmış ve hafif bir filmle karşı karşıya olabilir miyiz acaba dedirtmişti. Öyle değilmiş, bu rahatlatma geçiciymiş. Asıl kâbus başlamadan önceki soluklanma anlarıymış bunlar.

 

NURİ BİLGE VE ‘AN’LARIN SİNEMASI

Bu yazıyı filmi seyrettikten sonra okuyun dememiştim ama artık diyorum. O zaman yazının dağınıklığı canınızı daha az sıkar, umarım. Bilge Ceylan, anların, duygu durumlarının sinemasını yapıyor. İnanılmaz başarılı anlar var filmde. Bir cinayet düşünülürken, bıçağın rüzgârla hafif kıprdayıvermesi, ölü çocuğun hayalinin “abi” diye fısıldaması gibi. Filmin kastingi de inanılmaz. Hatice Aslan’ın yüzü nasıl bir yüz öyle? Hem güzel hem çirkin, hem genç hem yaşlı, hem iyi hem kötü. Yavuz Bingöl, genç oyuncu Ahmet Rıfat Şungar ve Ercan Kesal da çok iyiler.

 

SİZE DOKUNUR YA DA DOKUNMAZ, O AYRI

Büyük bir hayranlıkla izlediğim bu filmin bana yine de dokunmadığını söylemek garibime gidiyor ama öyle. Belki şundan: Bu ailenin durumu, özgünlüğü içinde anlamlandırılmıyor, bütün toplumu, hatta insanlığı kesen bir evrenselliğin temsilcisi olarak yansıyor. Bu iyi bir şey olarak da görülebilir ama değil. Yani özgül koşulların (bir ferdini kaybetmiş olmak) bu aileyi nasıl etkilemiş olduğunu ben filmden anlamıyorum. Annenin neden babanın çocuklarıyla birlikte çektirdiği resimde yer almadığını bilemiyorum. Babanın kazanmak için 9 ay hapis yatmak zorunda kaldığı parayı, anne ve oğulun nasıl gidip çektiklerini ve babaya söylemeden harcadıklarını anlamıyorum. (Tabii ki gerekçe var: Çocuk başını derde sokuyor ve anne onu kurtarmak istiyor ama yetmiyor).  

Bir de filmin misojen (kadın düşmanı) olup olmadığı tartışması var. Filmde iki sahnede anne şiddete maruz kalıyor. Bu iki sahnede de sanki asıl acı çeken taraf şiddeti uygulayan gibi gösteriliyor geldi bana. Belki bu yüzden bu sahneler rahatsız etti beni. Annenin cinayet sonrası poliste sorgulanışını görmemek de rahatsız etti. Babanın yaşadıkları daha önemliydi nedense. Ama filmde daha çok genelde insanlığa yönelik bir umutsuzluk var, özelde kadına değil.

Nuri Bilge Ceylan gibi sanatçılar çok ama çok seyrek yetişiyor. ‘Üç Maymun’a koşa koşa gidin. Böylesine özenli bir filme, böylesine iyi oyunculuğa, her saniyesi oya gibi işlenmiş bir filme uzun süre rastlamayacaksınız. Bütün bunlara rağmen size dokunur ya da dokunmaz, o ayrı.

 

Üç Maymun

Orijinal Adı: Three Monkeys Yönetmen: Nuri Bilge Ceylan Oyuncular: Yavuz Bingöl, Hatice Aslan, Ahmet Rıfat Şungar, Ercan Kesal, Cafer Köse Süre: 109 dk.

 

***

Devrim’i kim öldürdü?

Liberaller acayip adamlar. Kendilerini darbe ve darbeci karşıtlığıyla tanımlarlar ama darbeci Turgut Özal’ı yere göre koyamazlar (bkz. Halil Berktay, Ahmet Altan ve Murat Belge). Taraf gazetesi “Tantana yapmadan devrim yaptı” diyecek kadar densiz bir başlık atmıştı ilk sayfasından 12 Eylül’ün başbakan yardımcısı ve ekonomik programının mimarı Özal için. Kemalistlerin tepeden inmeciliğinden nefret ederler ama AB’nin tepeden inmeciliğine hayrandırlar. Bu toplumun kendi dinamikleriyle demokratikleşeceğine inanmazlar ama tepeden inmecilik sadece Batı’dan gelirse mübahtır. ‘Devrim Arabaları’ filmi liberallerin hiç hoşuna gitmeyecek. Tamamen haksız değiller. Askerin emrinin tartışılamaz olması, filmde bence yeterince tartışılmıyor ve eleştirilmiyor. Türkiye kendi otomobilini üretmeliydi ama böyle mi üretmeliydi?  Kaldı ki o yıllarda NATO’nun bir parçası ve Kore’ye asker göndermiş olan Türk ordusu ne kadar antiemperyalizmin simgesi sayılabilir? Ama yine de Türkiye’de otomobil üretilebileceğini kanıtlayan mühendislerin bu çabasına şapka çıkaran filmin duyarlılığına katılıyorum. Bunu şovenlik olarak göreceklere de gülüp geçmek lazım. Bu filmle beraber ‘Tucker’ ile ‘Elektrikli Arabayı Kim Öldürdü?’ filmlerini de izlemekte yarar var.

 

Devrim Arabaları

Yönetmen: Tolga Örnek Oyuncular: Halit Ergenç, Uğur Polat, Serhat Tutumluer, Vahide Gördüm, Taner Birsel, Onur Ünsal Türü: Dram