12 Eylül öncesini hatırlamakta yarar var; "camiye bomba a

12 Eylül öncesini hatırlamakta yarar var; "camiye bomba atıldı", "kaleye kızıl bayrak çekildi" türünden söylentiler önce bütün kente yayılır, sokaklardan, kahvelere; camilerden pazar yerlerine ulaşan bu fısıltı etrafında öfkeli kalabalıklar toplanırdı. Ardından sloganların, tekbir seslerinin kışkırttığı güruh genellikle Alevilerin yoğun olduğu mahallelere doğru yönelir, "vatanı" ya da "dini" kurtarma misyonunu üstlenmiş sıradan insanlar bir katliam makinesine dönüşürdü.

Sivas'ta, Malatya'da, Maraş'ta hep benzer bir senaryo devreye sokuldu. Öfkeyle bir "fı-sıltı"nın peşine düşen topluluklar, girdikleri mahallelerde ırza geçmekten yağmalamaya, cinayetten talana kadar uzanan bir vahşetin öznesi haline geldiler. Kalabalıkların öfkesi dindiğinde ortaya çıkan manzara korkunçtu. Dumanların yükseldiği evlerde hamile kadınlar, küçücük çocuklar nacaklarla doğranmış, duvar diplerinde kurşunlanmış , yanmış insan cesetlerinin kokusu bütün bir kente yayılmış olurdu.

Sokakların, mahallerin bölünmüş olduğu; gecenin hükmünü kurmasıyla barikatların kurulduğu, nöbetlerin tutulduğu; dinamit seslerine silah seslerinin karıştığı günlerdi. Patlamaya hazır bir cephanelik gibi ülkenin tam kalbine yerleşen üçgenden her gün bir provakas-yon ve onu izleyen katliam haberleri gelirdi.

Türkiye bu olayların ortasında hızla bir iç savaşa sürüklendi, giderek karşılıklı silahlanma ve çatışma ortamı bütün bir ülkeyi sardı. Binlerce insan öldü, on binlerce insan yaralandı. Aradan onca yıl geçmesine karşın hâlâ Malatya'da, Sivas'ta, Maraş'ta yaşanan katliamların "sırrı" çözülemedi. Bombalanmış tek bir cami olmamasına karşın, "cami bombalandı" söylentisi nedeniyle yüzlerce insan katledildi.

Neredeyse 30 yıl sonra yine bir söylenti katliamlara davet çıkartmakta kullanılıyor. "PKK'lılar geldi" sözleri yine taşranın çeşitli kentlerinde öfkeli kalabalıkları bir araya toplamaya yetiyor. Bu kez linç edilecekler arasında savaşa karşı çıkan gençler, tutuklu yakınları; sürüp giden savaş ortamının Anadolu'nun çeşitli kentlerinde yeni bir yaşam kurmaya sürüklediği Kürt kökenli insanlar var.

Trabzon'da, Sakarya'da, Kırklareli'nde, Konya'da, Tokat'ta ve daha bir çok kentte şimdi patlamaya hazır bir bomba gibi ağır bir hava hakim. Şehit cenazelerinin taşra kasabalarına, büyük kentlerin varoşlarına taşıdığı kin ve nefret duygularını sömürmeye çalışan boz-kurt işaretleriyle, "şehitler ölmez vatan bölünmez" sloganlarıyla pusuda bekleyen gruplar "adalef'i sağlamak için örgütleniyorlar.

Kendileri gibi düşünmeyen herkesi "vatan haini" diye linç etmek için, bildiri dağıtmak, gösteri yürüyüşü yapmak, pankart açmak gibi en demokratik hak arama yöntemlerini bile sindirmek için büyük bir görev bilinciyle "cadı avına" çıkıyorlar. Ürkütücü olan, bu tavırlarının devletin resmi görevlileri tarafından da haklı ve meşru görülmesi.

Türkiye bu tür olayların acısını çok ağır yaşadı. Onlarca genç insan bu yüzden yaşamını yitirdi, bu ülkenin son derece değerli aydınları bu yüzden sokak başlarında kurşunlandı; bu bahanelerle demokrasi askıya alındı, darbeler yapıldı, işkenceler idamlar bir kabus gibi ülkenin üstüne çöktü.

Şimdi herkesin aklının ve yüreğinin sesini dinlemesi gerekiyor. Bu gidiş hayırlı bir gidiş değil. Sürüp giden savaş ortamı Türkiye'yi en insani değerlerin bile ortadan kalktığı bir çürümeye doğru sürüklüyor.

Linç edilen insanlar için ekonomik göstergelerin iyileşmesinin, yabancı sermayenin gelmesinin, kişi başına düşen milli gelirin artmasının, kalkınmanın vb hiç ama hiç önemi yoktur. Sokakta insanların linç edildiği bir ülkede unutmayalım ki ne bugün ne de gelecek vardır.