Livaneli edebiyatının en başat özelliklerinden biri karakter yaratmaktaki maharettir denebilir. Kaplanın Sırtında ise İlber Ortaylı’nın tabiriyle “Livaneli’nin edebiyat hayatında ilginç bir çıkış.”

Livaneli’nin Kaleminden Abdülhamid’in Hal’li: Gün akşamlıdır devletlûm
Gürcan Öztürk

Gökçe Şenoğlu

Zülfü Livaneli’nin bir süredir konuşulan yeni romanı Kaplanın Sırtında, İnkılâp Kitabevi etiketiyle raflardaki yerini aldı. “Otuz dördüncü Osmanlı Padişahı ve İslam ümmetinin halifesi II. Abdülhamid, o karanlık gecede sağ elini yere dayayarak doğruldu, sol eli tutunacak bir şeyler ararken yumuşak bir cisme değdi” cümlesiyle başlayan roman, sabık sultanın tahttan indirilip götürüldüğü Selanik’teki günlerini konu ediniyor. II. Abdülhamid ve maiyetinin bu şehirdeki yaklaşık üç buçuk yıllık sürgün günlerini anlatan Kaplanın Sırtında, edebi kıymeti bir tarafa, yakın tarihe ilişkin yerleşik ön kabulleri sarsan yapısıyla da tartışma yaratacak gibi görünüyor.

Kaplanın sırtına binmek mi zor yoksa inmek mi?

Tahttan hal edilişinin üzerinden bir asırdan uzun bir zaman geçmiş olsa da II. Abdülhamid ve onun saltanat yılları hakkındaki tartışmalar hiç bitmeyecek gibidir. Otuz üç yıllık saltanat döneminde adı “istibdat”la özdeşleşmiş olan bir imparatorun, bir gece yarısı apar topar sürgüne gönderilmesi ise şüphesiz ki hayli ilgi çekici bir konu. Zülfü Livaneli, bu çetrefilli meseleye, II. Abdülhamid’in şahsi varlığı ve temsil ettiği siyasi değer üzerinden net bir şekilde ayrışan iki kutbu da huzursuz edebilecek, handiyse şimşekleri üzerine çekebilecek bir bakış açısı sunuyor yeni romanında. II. Abdülhamid’in hâlâ güncel politikanın dahi üstünde tepinmekten geri duramadığı bir sembole dönüşmüş olmasının bir tarihi arka planı var elbette. Tanıl Bora’nın isabetle ifade etti gibi, “Abdülhamid, resmî Cumhuriyet tarihi hikâyesinin, en yozlaşmış sahnesi olarak kararttığı zayıf anında bile Osmanlı’nın aslında nasıl dirayetli ve vatansever olduğunu anlatarak onu yüceltmenin simgesi” (1) konumuna yerleşmiş bir tarihi figür. Livaneli’nin de Kaplanın Sırtında ile bu tartışmaların odağına oturması kaçınılmaz gibi. Fakat Zülfü Livaneli, bizzat ifade ettiği üzere, “kendisini uçuruma fırlatmaya pek merak”lı (2) bir sanat insanı. II. Abdülhamid’in devrik bir padişah olarak geçirdiği günleri, kendisinin ve maiyetinin hususi doktoru olarak görevlendirilen Tabip Yüzbaşı Atıf Hüseyin Bey’in tuttuğu günlükleri temele koyarak ele alan yazar, “Kızlı Sultan” ile “Ulu Hakan” arasında kalan Padişah’ın hem insani yönüne hem de iç hesaplaşmalarına dair bir anlatı sunuyor.

İttihatçı Doktor Atıf Hüseyin Bey’in dilemması

Livaneli edebiyatının en başat özelliklerinden biri karakter yaratmaktaki maharettir denebilir. Kaplanın Sırtında ise İlber Ortaylı’nın tabiriyle “Livaneli’nin edebiyat hayatında ilginç bir çıkış.” Öyle ya, toplumdaki hemen herkesin hakkında ama olumlu ama olumsuz bir yargısının bulunduğu kesin olan II. Abdülhamid’i başkarakter olarak almak gerçekten de ilginç hatta riskli bir çıkış olmalı sahiden. Zülfü Livaneli, bu romanı yazarken yerli ve yabancı arşivlerde uzun araştırmalar yaptığını ve roman formatı için pek de alışılmış olmasa da kitabın sonunda uzunca bir kaynakçaya yer verdiğini de belirtiyor bu eser için Sırrı Süreyya Önder ile yaptığı söyleşide. Ayrıca II. Abdülhamid’in torunlarından Mediha Osmanoğlu ve başka hanedan mensuplarıyla da görüşmeler yaptığı ve adı geçen padişahın hususi yaşamına ilişkin pek çok ayrıntıya vâkıf olduğu da biliniyor. Hem Sultan’ın hem de ailesinin ve dönemin figürlerinin kurgu ile gerçek arasındaki kişilik betimlemeleri, romanın karakter yaratmaktaki derinliğini teşkil ediyor.

Bununla birlikte romanda kişisel değişimini izlemenin hayli keyifli olduğunu söyleyebileceğimiz bir diğer karakter ise Tabip Yüzbaşı Atıf Hüseyin Bey. İnkılâp fikirlerinin membaı Selanik şehrindeki “kılıç gibi” İttihatçılardan biri olan Doktor Atıf Hüseyin’in hayattaki hemen tek gayesi, cemiyetteki diğer tüm subaylar gibi, müstebit hükümdarın yani II. Abdülhamid’in alaşağı edildiğini görmekti. Öyle ya, “Yıldız’daki Baykuş” olmasa “sanki güneş bile daha çok parlayacak, yıldızlar daha efsunlu yanıp sönecek, gece yaseminleri daha güzel kokacak, meltemler daha ferahlatıcı esecekti.” Sultan’ın hal’ edilmiş olduğunu duyduğunda hissettiği sevinç, onun hususi doktoru olarak atandığını öğrendiğinde ise küçük bir kalp sektesine dönüşecek bir hal alır neredeyse. Devrik Sultan’la İttihatçı Doktor’un diyalogları, Kaplanın Sırtında’ya hem psikolojik hem de tarihi/siyasi derinliği katmış görünüyor. Belirli bir saygı çerçevesinde, dönemin tartışmalı hemen her tarihi detayının bahis konusu edildiği bu diyaloglar, hem II. Abdülhamid hem de Atıf Hüseyin Bey’in psikolojik hesaplaşmalarına da tanıklık ettiğimiz satırlara dönüşüyor. Sabık Sultan’la görüşmelerinde belirli bir saygı çerçevesinde hareket etmeye özen gösteren ancak Selanik’teki diğer subaylarla buluştuğu sofralarda nefretini beyan etmekten de geri durmayan Doktor’un, hem Abdülhamid’le hem de İttihat Terakki’yle ilgili duygu ve düşüncülerinin değişimini ise romanın akışı içerisinde gözlemek mümkün oluyor. Atıf Hüseyin Bey’in II. Abdülhamid’e bakışındaki keskin dönüşümü tuttuğu notlarda izlemek de olası. Önceleri devrik sultan hakkında kaba ifadeler kullanmaktan çekinmeyen Doktor Bey, “herif” demekten, “mürâi” (ikiyüzlü) ve “riyakâr” nitelemelerini yapmaktan geri durmuyor. İlk kez 1 Nisan 1914 tarihli notunda “Hakan-ı mahlû” ifadesini kullanan Atıf Hüseyin Bey’in, Beylerbeyi Sarayı’ndaki günlerinin başlamış olduğu bu tarihten itibaren II. Abdülhamid’den belirli bir saygıyla söz ettiği gözlenir.(3)

Zülfü Livaneli, tarihin en tartışmalı dönemlerinden ve figürlerinden birini konu edinen Kaplanın Sırtında’da hem sentaks hem de biçimsel özellikler bakımından dönemin üslup özelliklerini gözetmekten de geri durmamış. Fakat bu durum ortaya ağdalı bir dil ve okunması zor bir eser çıkmasına da yol açmamış. Livaneli, bu romanı yazmak için yaklaşık beş yıllık bir çalışma dönemi geçirdiğini ifade ediyor. Bu süreçte tabii ki tarihi gerçeklere uygun bir kurgu yaratmak çabası başat konu olmuş olmalıdır. Bununla birlikte bu yıllarda eserin tabiri caizse demlendiği, dil ve üslup açısından da hayli rafine bir boyuta ulaştığı ilk bakışta anlaşılabiliyor. Okuru dönemin atmosferine ve düşünce yapısına yaklaştırma becerisi gösteren anlatım dili, Livaneli’nin alameti farikası sayılabilecek akıcı üslubuyla harmanlanmış görünüyor.

Kaynaklar

(1) Tanıl Bora, Cereyanlar/ Türkiye’de Siyasi İdeolojiler, İletişim Yayınları, İstanbul, 2017, s.355.

(2) “Zülfü Livaneli: Cahiliye ortamında gerçek eleştiri olmaz”, cumhuriyet.com.tr, 20.03.2021.

(3) Bütün bu ifadeler ve ayrıntılı bilgi için bkz. Sultan II. Abdülhamid’in Sürgün Günleri/ Hususi Doktoru Âtıf Hüseyin Bey’in Hatıraları (1909-1908), Yay. Haz. M. Metin Hülagü, 3. basım, Timaş Yayınları, İstanbul, Haziran 2010.