Lizbon depreminden bize ne? Kader ve şehir planları üzerine
Antakya örneğinde depremin ardından birçok yerel inisiyatif bir araya gelerek “kentin geleceği hakkında neler yapabiliriz?” diye soruyor.
Duygu Cihanger Riberio - Dr., Şehir Plancısı
6 Şubat 2023 sabahı deprem haberini aldığınızda neredeydiniz ve ne yapıyordunuz?
Bu soruyu okuyan herkesin anlatacak bir anısı olduğunu ve bu anıyı, depremin üzerinden yıllar geçse de unutmayacağını söylemek yanlış olmaz. Çünkü kimi olaylar dünyayı, en azından dünyanızı değiştirir. Tam da bu sebeple geçtiğimiz bir yıl içerisinde Maraş depremleri üzerine çok şey yazıldı, boş kağıtlara planlar karalandı, sonra o planlar bilgisayar programlarında havalı çizimlere dönüştü, evler söz verilirken çadırlar sular altında kaldı bir yandan da susuzlukla boğuşuldu, yeni kentlerin hayali kurulurken yerinden edilmeler gündeme geldi. Bunca sesin arasında dönüp geçmiş bir yıla bakıyorum da yaşananların tüm olağandışılığına karşı tarihin hatırlama ve unutma oyunu devrede. İlk modern felaket olarak adlandırılan 1755 Büyük Lizbon Depremi’nin ardından da “biz günahkârlar, kıyıya bitap şekilde ulaşmış olsak da, hava açılır açılmaz gemi enkazlarını unutan denizciler gibiyizdir” diye yazılmış. 6 Şubat’ı unutmak yerine ona ‘benzer’ bir olaya asırlar öncesinden bakmak, felaketlerini sözde unutmuş bir şehrin, Lizbon’un, yaşadıklarının dönemin politik ve mekânsal yapısının değişimine etkileri ile anlamak mümkün olur mu? Peki 1755 yılında yaşanmış bir depremi hatırlamanın bize ne faydası var?
1 Kasım 1755 tarihinde, bir pazar sabahı tüm azizler gününü kutlamaya hazırlanan Lizbon korkunç bir deprem, ardından da tsunami ve yangınlarla kentin merkezini neredeyse yok eden görülmemiş bir yıkım yaşadı. Bu üçlü felaket zinciri, tarihteki benzer örneklerden sadece biri iken, Maraş depremleri sonrası sayısı fazla olmasa da birkaç kalem Lizbon örneğini ele aldı. Nitekim bu felaket Avrupa’da keşifler çağının da etkisinde gelişen ve dönüşen küresel ilişkilerin odağındaki bir ticaret kenti olan Lizbon’da, Katolik inancının aydınlanma çağı rüzgarıyla aşınmaya başladığı, orta çağdan sonra yeni bir düzen arayışına da geçiş aşamasında yaşanmıştı. Kent yeniden kurgulanırken ise tüm bu değişimler, mekânın fiziksel düzeni üzerinde somutlaştı. Türkiye de depremin ardından genel ve yerel seçim süreçleri sebebiyle bir değişim ya da yeniden yapılanma düşünceleri ile karşılaştı. Tabi ki bu fikirlerin odağında depremden hasar gören kentler olmalıydı. Tüm bu düşünceler ve çağrışımlar içerisinde bu yazıda orta çağdan günümüze atlayan bu zorlu Lizbon ve Maraş Depremleri kıyasını neredeyse iki zıt kavramla ele alacağım: bunlardan ilki kader ikincisi ise plan.
Kader
1755 yılında, engizisyon mahkemelerinin aktif olduğu, sismik bilimlerin gelişmesi için bir asırdan fazla zaman geçmesi gereken bir dönemde, Avrupa’nın önemli ticaret kentlerinden birinde depremde binlerce kişinin ölmesi felaket olarak adlandırılması kaçınılmazdır. Yine de Lizbon’daki büyük yıkımın ardından doğanın işleyişine, din ile bilimin toplumdaki rolü üzerine dalgalanmalar yaşanmış, kilise ve kraliyetin gücü sorgulanmış, felaketlerin Tanrı’nın kullarını cezalandırmak için kullandığı ilahi bir araç olduğu düşüncesi farklı çevrelerce eleştirilmiştir. Voltaire, Lizbon Felekati Üzerine Şiir’inde depreminin tanrının öcü olarak yorumlanmasını şöyle eleştirir:
“Diyebilir misiniz, gördüğünüzde yığınla onca kurbanı:
“Bedelidir ölümleri suçlarının, Tanrı öcünü aldı?”
Bu çocuklar hangi suçu, hangi hatayı işlemiş?”[i]
Kısacası, Lizbon Deprem ile aydınlanma çağında bir kırılma etkisi yaratan ve kadercilikten akılcılığa geçen, bilimsel bilgiye ve doğayı araştırmaya yönelinen tarihi bir olaydan bahsediyoruz. Bugün 21. yüzyılın ilk çeyreğinde, Maraş Depremleri örneğinde bölgenin depremselliği üzerine sayısız akademik ve bilimsel çalışma, rapor, tez ve yayın var. Bu konuda “uzmanlar yıllardır uyarıyordu” söz öbeğinin ötesinde bakmak da yardımcı olabilir. Örneğin İl AFAD Müdürlükleri, AFAD Başkanlık ve üniversite desteğiyle hazırlanmış İl Afet Risk Azaltma Planı (İRAP) Kahramanmaraş (2022) raporunda, aşağıda deprem öncesi ve sonrası hava fotoğrafı gösterilen Bahçelievler ve çevresi için şöyle yazıyor:
“Olası büyük bir deprem durumunda, bahse konu alanın neredeyse tamamının etkileneceği ve sıvılaşma etkilerinin belirgin şekilde görüleceği öngörülmüş, Özel hastanelerin bu bölgede bulunmasının da bölge açısından önemli olduğu vurgulanmıştır.”[i]
Bu ve benzeri bilimsel raporlarda tartışılan önerilerin hayata geçirilmesi dahi söz konusu olmamışken bizler imar barışı ile milyonlarca kaçak yapılaşma süreçlerinin birkaç yıl önce para karşılığı affedildiğini görüyoruz. ODTÜ’nün deprem hakkındaki ön değerlendirme raporunda da sürecin kadercilik yaklaşımından öte, bina yapımında hatalı veya eksik uygulamaların etkisinde kısaca şöyle bahsediliyor:
“Yönetmeliklere göre tasarlanıp inşa edildiği varsayılan 2000 sonrası yapılan binalar eski binalardan daha iyi performans göstermiştir. Ancak, çalışmanın yapıldığı bölgede 2000 yılından sonra inşa edilen 1000'den fazla bina ağır hasar görmüş veya çökmüştür, bu da kod tarafından verilen performans hedefini ihlal edildiğini gösterir.”[i]
Bu gerçekler ışığında Maraş depremlerinin getirdiği yıkımın büyüklüğünün önceden kestirilemez olduğunu savunarak bu süreci kadere bağlamak, yıkıma felaket demek için üç-dört asır geç kaldık. Süreçler birbirinin aynısı olmasa da Avrupa’da depremin getirdiği yeni düşünce anlayışının benzerinin, Maraş depremlerinden sonra ülkemizde bir şey ifade edip etmediğini geçtiğimiz bir yıl içerisinde idrak etmek zor olsa da, gelecekte daha iyi anlayabileceğiz belki. Bugün ise sormamız gereken sorular var: Bu tür doğa olaylarının felakete hatta asrın felaketine dönüşmesi kaderciliğinin yüzyıllar önce bitmiş olması gerekmiyor muydu?
Plan
Aydınlanma dönemi, aklın ve bilginin peşinde gitme bağlamında şehir planlama ve mimarlık açısından da önemli bir dönemdir. 16. yüzyılda temel şehir planlama ilkeleri kentlerin, Vitrivius’un mimarı yaklaşımlarına paralel olarak güzel ve kullanışlı olması yönündeydi. 18. yy. itibariyle şehirlerin insanların için yaşanabilir, ticarete hizmet eden, sanat ve kültürü canlandıran kentsel birimler olarak ele alınmasını tartışmaya başladı. Lizbon, depremden sonraki yeniden yapılanma sürecinde bu ilkeleri benimseyerek yeni bir şehir planlama anlayışına da öncülük etti. Bu insan odaklı ve kraliyet ailesinin gerçek ve sembolik hükmünden şehri ayrıştırmaya başlayan planlama anlayışı, bugün planlama eğitiminde mekansal analiz gibi rasyonel yöntemler, yaratıcılık gerektiren senaryo üretimi gibi süreçlerde kendisini hala göstermektedir. Şehir planlama çalışmalarında önemli bir kavramdır “süreç”. Farklı aşamalara yayılan, üzerinde analiz ve eleştirel düşünce ile yaratıcı düşünce gerektiren plan aşamalarını işaret eder. Örneğin, depremzedelerin ihtiyaçlarını afet sonrası iyileştirme çalışmalarıyla hızlı; ancak uzun vadeye yayılan, geçici barınak ve konutların düşünüldüğü bir planlama süreci mümkün(dü). Bu konuda TMMOB Şehir Plancıları Odası’nın depremin ardından hazırladığı ve “Kent bir yılda inşa edilebilir mi?[i]” sorusuna verdiği cevaplardan da görülebileceği üzere, deprem bölgesi için öncelikli olan acele imar değil;
“Kısa ve orta vadede nitelikli geçici barınma alanları kurgulanarak depremzede yurttaşların temel ihtiyaçlarının giderilmesi; yüzyıllar boyunca yaşayacağımız kentlerin aceleye getirilmeden, kimliksizleştirilmeden, akılla, bilimle, planla ve toplumsal olarak yeniden ayağa kaldırılmasıdır.”
Salt bir politik programa dönüşmeden, çevresel, toplumsal ve kültürel boyutlarıyla önce kentlerin planlama tarihlerinin ve yıkımın etkisinin incelenmesi elzemdir. Yine Şehir Plancıları Odası’nın planlama öğrencileri ile hazırladığı “Yıkım Yaşanılan Şehirlerde Planlamanın Analizi: Hatay[i]” raporu benzeri çözümlemeler ve araştırmalar olmadan yaşayan ve yaşatan kentler kurgulanamaz. Ancak büyük kayıp yaşayan Antakya için master plan adı altında tüm kentin üç boyutlu çizim ve yeni yerleşim doku örneklerini içeren görselleri depremden seksen gün sonra kamuoyuyla paylaşıldı. Peki 18. yy Lizbon’unda depremden sonra yürütülen şehircilik yaklaşımı nasıldı?
Depremin hemen ardından Lizbon’un yeniden kurgulanmasına dair beş farklı kavramsal öneri geliştirildi, bunlar; eskiye dönüş, kısmi yenileme, kent dokusunun tamamen değişimi, yeni bir ızgara alt düzeni ile yeniden yapılaşma ve kenti yeni bir konumda sıfırdan planlama olarak özetlenebilir . Bu ilk kavramsal plan çalışması depremden sonra altı ay sürdü. Öneriler arasından seçilen dördüncü kavramsal yaklaşım için altı farklı şehir planı önerisi geliştirildi. Tüm bu “kağıttan kentler” önerilerinin plandan hayata geçirilmesi ise birden gerçekleşmedi. Kent, aylar süren enkaz kaldırma, geçici yerleşim yerlerine dair yasak ve düzenlemeler sebebiyle Lizbon geçici barınma birimlerinden oluşan bir kamp bölgesine dönüştü. Yeniden yapılaşma seçeneğine yönelik altı plan üretildi ve birinin onaylanması iki buçuk yıl sürdü, ilk yapıların inşası ise üç buçuk yıl aldı. Kentin tamamen depremin izlerinden arınmasının ise on yılları aldığı yazılıyor. Yeni planla Lizbon'un engebeli arazisine rağmen sokaklar ızgara düzeninde düşünülmüştü, yollar eski ortaçağ kentinin dar ve kıvrımlı hatlarından kurtulmuş geniş ve doğrudan düzenlenmişti. Bu yaklaşım Portekiz şehirlerinde yeni uygulanan, insan aklını kullanarak doğaya hükmedebileceğini sembolize ediyordu, ortogonal geometri doğanın kıvrımlarına galip geliyordu. Kentin, modern dünyaya göz kırpan fiziksel düzeni, insanın doğa üzerindeki hakimiyetini öncüleyen bakış açısıyla bugün hala aydınlanma çağı ile dönüşen şehir planlama anlayışının ilk örneklerinden olarak görülebilir.
Tabi ki bu kısa yazının amacı Lizbon’un tepeden inmeci, kentin özgün topografik koşullarına hükmeden kent planını ve plan aktörlerini övmek değil bizlere ara çözümsüreçlerinin, orta vadeli yerleşim politikalarının ve plan üretmenin önemini anımsatmaktı. Fakat, Bugün geldiğimiz noktada görüyoruz ki Cumhurbaşkanlığı kararnamesince “plan ve imar uygulamaları beklenmeksizin[i] “hızlıca yükselen” konutlar[ii], mülksüzleştirme tartışmalarını gündeme getiren afet yasası düzenlemesi, bölüşülen parsellere tasarım yapanlar[iii], hala çadırda kalan depremzedeler, farklı şehirlere göçler ile ne yerde ne de gökte bir durumdayız. Elde ne hızlıca bitirilmiş kalıcı konutlar var ne de kamu ile paylaşılan ve kamu yararı için olan anlamlı bir planlama süreci.
Bugün şehircilik yaklaşımları yerelin önemi, halkın katılımı, yaşanabilir kentleri tartışıyor. Bizler de dönemin koşullarında “despotik planlama[iv]” kararların gölgesinden üremiş Lizbon kentindeki farklı senaryo ve alternatiflere dahi sahip olmadan ilerlememeliyiz. Antakya örneğinde depremin ardından birçok yerel inisiyatif bir araya gelerek kentin geleceği hakkında neler yapabiliriz diye soruyor. Başlangıç noktamız belki de bu olmalı. Bir ortaçağ kentinin yeniden kurgulanması için beş ayrı kavramsal plan, altı farklı fiziksel plan önerisi getiriliyorsa, dönemin yetkilileri süreçten öğrenerek yeni mimarlık ve mühendislik çözümleri ile tarihe geçiyorsa, deprem bölgesine dair yaşanılan şehir planlama süreçlerinde bir 18. yy kentinden ileride olmayı beklemek yanlış mı?
Bir yıl sonra dahi içimizi acıtan, bizi karanlığa boğan yıkımın ardından bu yazıyı çok da tamamlayabilmiş gibi hissetmiyor ve bir Portekizli yazar olan José Saramago’yu yardıma çağırıyorum: “Karanlık hep vardır, çabalayan ışıktır.”
[1] Çeviri: https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/694785
[1] Kent Bir Yılda İnşa Edilebilir Mi? https://www.spo.org.tr/detay.php?sube=0&tip=2&kod=12207
[1] Yıkım Yaşanılan Şehirlerde Planlamanın Analizi: Hatay https://www.spo.org.tr/resimler/ekler/2550742a7530087_ek.pdf
[1] Olağanüstü Hal Kapsamında Yerleşme ve Yapılaşmaya İlişkin Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin Kabul Edilmesine Dair Kanun https://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2023/04/20230410-2.htm
[1] “Deprem Konutları Hızla Yükseliyor” https://www.youtube.com/watch?v=BVSicFpg_JA
[1] Antakya, Bir Grup "Star" Mimara Parsel Parsel Bölüştürülerek, Plansız, Katılımsız, Projeci Bir Yaklaşımla Yeniden İnşa Edilemez https://www.spo.org.tr/detay.php?sube=0&tip=3&kod=12591
[1] John, R. Mullin, The reconstruction of Lisbon following the earthquake of 1755: a study in despotic planning https://scholarworks.umass.edu/cgi/viewcontent.cgi?article=1044&context=larp_faculty_pubs