Geçtiğimiz hafta, pazar günü Macaristan’da genel seçim yapıldı. Macaristan nere Arjantin nere demeyin, netice de bu

Geçtiğimiz hafta, pazar günü Macaristan’da genel seçim yapıldı. Macaristan nere Arjantin nere demeyin, netice de bu ülkenin ilk oylama işlemi Buenos Aires’ten başladı. Hem de sabahın altısında. Normalde doğudan en batıya doğru seyretmesi gereken süreç pek anlayamadığım bir gerekçeyle, ilk olarak iki hafta önce cumartesi günü Güney Amerika’dan başlamıştı. Güney’de de oy kullanılan Macaristan’ın tek elçiliği Arjantin’de. Brezilya’da ki diğer elçilikte, elçi dahil kimse oy kullanmak istememiş anlaşılan. Geçtiğimiz aylarda yapılan Ab parlamento seçimlerinde 2 oy kullanılan bir sandığa göre işler bu kez pek bir ciddiye alınmıştı. yüzde400 Artış vardı, yani 8 kişiye çıkmışlardı. Seçimin galibi olan sağ partiler iki tane gözlemci göndererek hadiseyi ne kadar ciddiye aldıklarını gösteriyorlardı.
Neyse geyik kısmını geçelim. Geçtiğimiz hafta yapılan seçimleri sonucu sol açısından bir facia oldu. Beklenilmeyen bir durum değildi. Sekiz yıldır iktidarda olan Macar Sosyalist Partisi (Mszp-bu partinin adından başka sosyalizmle bir ilgisi yok, liberal bir parti diye bakmak daha doğru olur.) üç kere hükümet değişikliğine gitmek zorunda kalmış, sonuncusunda, kimsenin başbakan olmak istemediği bir duruma bile düşmüşlerdi. Mszp neo-liberal politikaları uygulamaktaki ataklığı ve son dönem gelişen ekonomik krizin Macaristan halkını yıkıma uğratmasının karşılığını ağır ödedi. Seçim sonuçları biraz yuvarlak rakamlarla şöyle şekillendi: Fidesz- yüzde 53, Mszp-yüzde 19, Jobbik-yüzde 17, Lmp-yüzde 7. Seçimin bazı bölgelerde ikinci turu olmasına rağmen bu rakamların pek değişmesi beklenmiyor.
Fidesz, bu parti AKP’ye benzetilebilir. Milliyetçi ve muhafazakârlar, ekonomik politikalarda değişiklik adına bir vaatleri yok. Daha iktidara gelmeden bu ülkeye çok partili sistemin bir yararı olmadığından söz etmeye başladılar. Çok daha evvelden hükümeti erken seçime zorlayıp iktidarı alabilecekken, hükümetin bir daha seçilemezcesine perişan olmasını beklediler. Bunda da başarılı oldular. Bu partinin kanatları altında büyüyen Jobbik’se 1930’larda ki Macar faşist partisi(Çapraz Ok-Nyılas)ne doğrudan göndermede bulunan bir grup. Seçim günü bu partinin taraftarlarının sokaklarda siyah üniformalarla dolaştığı televizyonlardan izlenebiliyordu. Her iki sağ partide daha çok enerjisini anti-komünizm, yabancı ve azınlık düşmanlığından alıyor. Özel olarak burada romanlar ve Yahudiler söz konusu.
Lmp ise yüzde 5'lik barajı geçen bir diğer parti. Lmp’nin açılımının anlamı, politika başka türlü de olabilir. Bu parti genç ve diğer ülkelerdeki yeşillerin paralelinde. Komünist ve Sosyal Demokrat partiler ise çok sınırlı bir alanda seçime girebildiler, aldıkları oysa çok düşük.
Bu gelinen durumda, Macaristan’ın halinin giderek 1930’lardaki tabloyu andırdığına dair yorumlar artıyor. 1930’lu yılların ortalarından itibaren, Hitler’in Macaristan’a eski topraklarına kavuşmasına yardımcı olacağı gibi vaatlerine ağzı sulanarak, karşılık veren sağ muhafazakâr kesim tereddütsüz  Nazi Almanya’sıyla işbirliğine girişti. Giderek faşistleştiler, Almanya’dan önce Avrupa’da ilk antisemitik yasa burada çıkarıldı. Daha sonraysa sosyalistlere ve Yahudilere yönelik kıyımlar birbirini izledi. İkinci Dünya Savaşı, sonrası yapılan ilk seçimde ise bir önceki dönem faşist olanlar tekrar iktidar oluyor. Sovyetler Birliği’nin zorlamasıyla bu grup iktidardan uzaklaştırılıyor. 30’larla olan benzerlik meselesi, bu ülkenin giderek aslına rücu ettiğini anlatmak istiyor. Bunun sonucu bir süredir olagelen, özellikle nüfusun yüzde10’unu oluşturan romanlara karşı saldırıların artması bekleniyor. Hemen secim öncesi, polisin müsamahakârlığının eşliğinde Yahudilere yönelik böyle bir kaç şiddet olayı meydana geldi. Seçimin ilk sonuçlarından biriyse, İsrail’in bu ülkeye yapılacak turistik gezileri iptal etmesi oldu.
Son dönem, sadece Macaristan’da değil, Avrupa’nın birçok ülkesinde gelişen Neo-nazi hareketler dikkat çekiyor. Enerjilerini yabancı düşmanlığının yanı sıra soğuk savaş paranoyasının ürünü anti-komünizmden alıyorlar. Başta ABD olmak üzere batının yürüttüğü anti-komünist kampanya meyvelerini veriyor. Geçenlerde Polonya Cumhurbaşkanı’nın da hayatını kaybettiği kaza, bir anda Katin ormanları katliamıyla birleştirilerek (başta Erdoğan’ın ağzından yaratılan şüphe olmak üzere) anti-komünist bir uğultuya dönüştü. Burada derdimiz tarihte birilerini aklamak olamaz. Ama belki de tarihi değerlendirirken en büyük yanılgı bu günün gözlüklerinde saklıdır. Üzerinden çok uzun zaman geçmemiş, aşağı yukarı 60-70 yıl önce, neredeyse bütün dünyanın yıkımına neden olan bir savaşın müsebbibi Sovyetler sayılacak. Egemenler tarihi her yerde yeniden yazıyor, çünkü aşağılık ve nemenem bir şey olduklarını bizden daha iyi biliyorlar. Kapitalizmin çözülmez yapısal sorunlarının karşısında ise insanlığa birbirlerini boğazlamaktan başka bir şey önermiyorlar.
Dünyanın üzerinde maalesef komünizm hayaleti dolaşmıyor, ama turlayan başka hayaletler var, bunlardan biri bugün(Cuma) Macaristan’a ulaştı. İzlanda’da patlayan volkanın külleri onların da göğünü kaplamış, umarım daha ileri gidip sizin tepenize de yağmaz…