Mad, aden, ene, e ha, ayı, ır

Erkan SOLMAZ | Öykücü

Hâkim Beyciğim onlar o ışıltının o hışırtının o rengin o sesin kıymetini bilmiyorlar ki. Canım bi bak bize. Hah gel. Sen şimdi ne yap biliyor musun, mezelerle iyice donat masayı. Hadi canım… Ne diyorduk Hâkim Beyciğim, o benim hayatımın aşkı. Bu arada ona sevdalanan da ilk ben değilim tabii. Ta Kanada’dan gelmiş öncekileri, çok çabalamışlar ama bu halk yar etmemiş. Sonra işte beyefendi haber verdi, dedi, güzel orada, git al onu. Ama bu halk yok mu, başımın belaları. Aşktan hiç anlamıyorlar, hiç.

***

“Günaydın kuzum, iyi uyudun mu?”
“Ay anne kâbus gördüm, of ne korkunçtu.”
“Hayırdır inşallah, ne gördün kız?”
“Hasan amcamın bardaklarını gördüm?”
“Niye korktun ki bardaklardan?”
“Bardaklardan değil anne, buralar çok kötüydü.”
“Nasıldı ki?”
“Anne bizim hocalarla burada kazı yapıyoruz.”
“Ne kazısı?”
“Arkeoloji kazısı anne, ne kazısı olacak?”
“Ne bileyim yukarıda Cerattepe’de de kazıyorlar ya.”
“Yok biz aşağıda köprü başındayız, heyelan almış indirmiş şehri Çoruh’a, yerle bir olmuş, tepeler de dımdızlak... Aynı Oğuz dayımın dünkü konferansta anlattığı gibi... Ben hiç bilmiyorum buraları. Asırlar geçmiş ama hala öğrenciyim…”
“Ee?”  
“Cam parçaları bulmuşum, karbon testi sonucunu hocaya söylüyorum…”  

***

Hâkim Beyciğim sen yenisin bilmezsin, buraya ilkleri hep ben getirdim; evlerini, hastanesini gaza boğdurdum, plastik mermilerle gözlerini oydurttum, etmediğimi bırakmadım da hala anlamadılar bendeki aşkı. Neymiş efendim, yeşilleri yok olacakmış, heyelanlar olacakmış, arıları, ayıları üzülecek, börtüleri böcekleri kuruyacak, kendileri de göçecekmiş. Ha bir de suları kirlenecekmiş, ayılar su içiyormuş da zehirleniyormuş. Valla bir ayı vurmanın cezası elli bin lira, kaç ayı varsa ben vereyim hepsini alayım, nedir yani? Ormanları varmış da çok yaşlıymış da… İyi ya işte, yaşlılar zaten, yakında ölür giderler ne olacak, hayırlı bir işe yarasınlar bari. Vallahi ben aşkımı isteyince değere bindi ağaçlari torpaklari. Aha işte ben da benzadım onlara görüyor musun sayın Hâkim’im takıntı yaptı bu halk bana.

*** 

“Hocam camlar 21. yüzyılın ilk çeyreğine tarihleniyor. Birinde de‘AYI’ yazıyor.”
“Ayı mı? Doğru ya, zooarkeologlar burada ayı popülasyonunun çokluğunu yazarlar.”

***

Kusura bakma sayın Hâkim’im, ara sıra dil gidiyor böyle, bazen de Ceynem ol da get! derken buluyorum kendimi. Dengemi bozuyorlar, hiç anlamıyorlar beni. Ama sağ olsun beyefendi çok iyi anlıyor. Nasıl çıkarttı bizim makineleri yukarıya biliyor musun, daha izin bile çıkmamıştı mahkemeden. Verdi emri, yürü Mehmet’im dedi. O da aynı dertten mustarip galiba... Ben zaten aşkımı sadece onunla paylaşırım. Koca ülkeyi karşısına aldı benim için. Hâkim tuttu, pardon yani işte mahkeme kurdu, valisini, vekilini memur etti. Ama bu halk da ne inatçıymış, tarihin en büyük davasını açtılar şehir şehir, mahkeme mahkeme dolaştılar. Buldukları sanatçılara, gazetecilere, siyasilere, televizyonlara anlattılar. Onlar da destek için geldiler ama sağ olsun askerimiz polisimiz var bizim. Aslan mehmetçiklerimiz Mehmet’ine hep sahip çıktı. 

***

“Hocam bunda ENE yazıyor.”
“Bardak parçalarına benziyor. Öncekileri de getir bakalım, yazılar nasıldı?”
“Y, ‘AYI’ ve ‘ENE’ hocam, yapboz oyunu gibi oldu.”
“İşimiz bu, buluntuları doğru şekilde birleştirmemiz gerekiyor.”

*** 

Balık mı söyleyelim cağ mı Hâkimciğim? Buranın balığı iyidir. Cağı sonra Ardanuç’ta yeriz. Hah gel canım, bol tereyağlı iki alabalık yap bize. Bak canım, sayın Hâkim Bey ne zaman gelirse hizmette kusur etmeyeceksiniz? Faturayı da bana göndereceksiniz, tamam mı? Bu halkın inadını nasıl anlatayım ki Hâkimciğim bunlar var ya bunlar, yolda barikat kurdular, bizim makineleri geçirmediler. Bir gün TOMA’nın önünde Atabarı oynuyorlar, komiser, Durun TOMA’yı bu tarafa alacağız, diyor da kızın biri, Yok olmaz, horon oynuyoruz biz burada diye direniyor. Sen küçücük bir kızsın nasıl dikleniyorsun devletin koca komiserine... Hangisini anlatayım ki, ev ev, dükkân dükkân gezdiler, bütün partilere, okullara, kuran kurslarına, dil kurslarına, altın günlerine ah canım bak yine aşkım geldi dilime neyse işte bu günlere bile gittiler, hep anlattılar, yazdılar, çizdiler. Gelinler, damatlar pankartların önünde fotoğraf çektirdiler, sanki Telli Baba burası. Gelin arabalarına, düğün pastalarına yok geçilmez yok yenilmez yazdırdılar. Yahu devletin yetkilisi aşkımı bana istemeye geldi, bunlar, çoluğu çocuğu, sağlı sollu kilometrelerce konvoy yaptı, el ele tutuştular hayırdır nayırdır yazan kaşkol örmüşler onları gösterdiler. Hele bir nene vardı içlerinde, Allah seni inandırsın Hâkimciğim, doksan beş yaşında. Kış günü hava buz, atkıyı boyunlarına saracaklarına pankarta çevirdiler, ne Artvin’miş, vallahi deli bunlar. Yahu adam çaycı, ha, bi ara sıcak alır mıyız, iyi gelir. Canım iki çay yap bize. Hah ne diyorduk evet çaycı iki çay satıp üç beş kuruş kazanacak, tutmuş çay bardaklarına aşkım aleyhine yazılar yazmış.  Bir gün benim elemanım, çay istiyor. Çaycı çayı o bardakla getiriyor. Ben bu bardakla içmem. Sen bana yazısız olanla getir, diyor bizimki. Çaycı ne dese beğenirsin; Başka bardak yok içeceksen iç, içmeyeceksen de kalk git.

***

“Hocam şunda ‘ADEN’, bunda da ‘MAD’ yazıyor. Şuradaki parçada ‘E HA’, diğerinde de ‘IR’ var... Hocam gülüyorsunuz… Buldunuz galiba.”
“Hadi Nigâr, sen de çöz bakalım.”
“ADEN, MAD, ENE’yi şuraya koyayım. Buraya da E HA, AYI ve IR’ı.”
“Devam…”
“ADEN, MAD, ENE, E HA, AYI, IR… Yok olmadı, bir de şöyle yerleştireyim; MAD, ADEN, ENE, E HA, AYI, IR… Buldum hocam.”

***

Görüyorsun işte Hâkimciğim neler çektim bunlar yüzünden… Hah çaylarımız da geliyor. Ama… Canım bu bardaklar da ne! Sen bize yazısız bardaklarla getir.

“Başka bardak yok Mehmet Bey.”