Madagaskar adasını aktarmak, aktarabilmek elbette orada geçen süre ile ilişkilidir. Yıllarca kaldığınız yerlerde bile bazen göremedikleriniz olur. Bizim bir haftalık serüvenimiz bu anlamda Madagaskar için bir mikro deneyim sayılır

Madagaskar; ya da geçmişe yolculuk*
Fotoğraflar: Kuvvet Lordoğlu

Kuvvet Lordoğlu - Prof. Dr. 

İnsan hayalinde canlandığı bir ülkeyi ya da mekânı ancak görünce doğru karar verebiliyor. Gerçekliğiniz ile örtüşüp örtüşmediğini, hayalinizde canlandırdığınız gibi olup olmadığını “ora’yı” görmeden yerli yerine oturtamıyorsunuz. Nedense; hayalimin genişliği ile gördüklerim, o yerle göz göze gelişim ve tasarladıklarım beni hep şaşırtmıştır. Çok zıt şeyler miydi ? düşündüm ama bilemedim...  

Ada hakkındaki genel bilgiler ile gerçekliğinin farkını anlamak için belki daha çok zaman gerekirdi. Benim buna fırsatım olmadı. İlgi alanlarınız, bir ülkeye girince genel olarak sizin gözlüğünüz olur, benim de öyle oldu. 

Ağaçlar, flora ve tabii ki insanların ten rengi ilk çarpıcı öğelerdi. Kulağınıza doldurulan bilgilerin bir kısmının çok da yerinde ve doğru olmadığını anlamak ve deneyimleyebilmek için etrafı sakin sakin izlemek gerekiyordu öncelikle.  

Ada yerlilerinin uzun yıllar önce, denizyolu ile Endonezya adalarının olduğu bir bölgeden geldikleri tahmin ediliyor. Malgaşça ile oradaki diller arasındaki yakınlık bunun göstergesiymiş. 

Madagaskar adasında beyaz tenli olmak yani beyaz adam olmak ve belki de bütün Siyah Afrika’da bütün dikkatlerin üzerinize olması için tek ölçüt.  

Çünkü; 

■ Beyaz adam paralıdır.  

■ Mutlaka bizden daha zengindir.  

■ Buraya harcama yapmak için gelmiştir.  

“O zaman biz hazırız”... diyen bir grup o ülke vatandaşı tarafından pek çok eyleme bu arada tanık olursunuz. Bu arada o ülke hakkındaki hatalı bilgileriniz gerçekmiş gibi aktarılsa da…  

Artık aradaki mesafeyi korumaya ve bütün teklifleri elinizin tersi ile itmeye hazır olmalısınız!. 

Onlar sizi havaalanından şehre götürecek taksi, otobüs ve araç teklif ederler. Ne teklif edilirse edilsin fiyatın yarısını döviz cinsinden söylersiniz. Basılı tarifeyi gösterince de abartılı bir şey teklif ettiğinizi anlayıp biraz utanırsınız! Daha önceki deneyimlerin her zaman ve her yerde geçerli olmadığını kabul edersiniz. 

Belki her yeni mekân her yeni adres size kafanızdakiler ile gerçekleşenler arasındaki farkları gösterir. O zaman ne kadar abartılı düşündüğünüzü ya da düşünmediğinizi anlarsınız. Karanlıkta “filin bacağı size hiçbir zaman fil bacağı gibi” gelmeyecektir(!). 

Madagaskar adasını aktarmak, aktarabilmek elbette orada geçen süre ile ilişkilidir. Yıllarca kaldığınız yerlerde bile bazen göremedikleriniz olur. Bizim bir haftalık serüvenimiz bu anlamda Madagaskar için bir mikro deneyim sayılır. 

Ada, 60’lı yıllarda sömürge olmaktan kendini kurtarmış bir ülke. Bu tarih aynı zamanda Siyah Afrika’nın da sömürgeci yönetimlerden kurtuluş yıllarına karşılık geliyor. Ulusal kurtuluş savaşlarının başlaması ile Afrika’da, Fransız sömürgesi olmaktan ilk kurtulan ülkelerden biri Madagaskar. Bilindiği gibi 1960 yılında bağımsızlık ilanı öncesi dönemde, 19. yüzyılının sonundan itibaren sert bir Fransız sömürge yönetimi altında kalmıştır. Ne yazık ki, kendi yönetimlerinin yetersiz silahlarla savaşmaları, binlerce yerli Madagaskarlının ölümü ile sonuçlanmıştır. Sonuçta Fransızlar zor ve baskı ile kendi yönetimlerini 60’lı yıllara kadar ancak siyasal olarak sürdürebilmişlerdir. 

Ülkede iki dil konuşuluyor. Anadil olan Malgaşça ve Fransızca. Bir ölçüde eğitim alanların tümünün Fransızca bilgisi, kolay anlaşmanızı sağlıyor. Onun dışında İngilizcenin yaygın bir kullanımı yok. 

Ama Madagaskar adasının bize en önemli öğretilerinden biri de belki; dile hâkim olmaktan daha önemli olanın “yüreğe ve sıcak bir bakışa sahip olmak olduğunun” vurgusudur.  

Beyaz olmanızın getirdiği ayrıcalığı kullanmaya hevesli değilseniz insanlara sadece dokunmanız bile onları mutlu etmeye yetiyor. Bu ülke çoğu eski sömürge ülke gibi eski efendilerine çok sıkı bağlarla bağlanmış. Ülkede içilen suyun paketlenmesinden başlayarak bütün mal ve hizmet üretimi Fransa’ya bağlı olarak düzenlenmiş. Ülke siyasal olarak artık bağımsız ama ekonomi için aynı şeyi söylemek çok zor. 

Antananarivo denizden yaklaşık 400 km içerde ve 2.000 metre yükseklikte bir başkent. Şehir genel olarak tepeler üzerinde kurulu ve tepeler arasında küçük sulak alanlar bulunuyor. Çok uzaktan şehrin tepelerini ve üstünde kurulu kaleyi görüyorsunuz. Her şehrin bir sesi ve soluk alışı vardır. Bu şehrin sesi ne yazık ki motor gürültüsü ve hava kirliliğinde boğulmuş. Şehri biraz yukardan seyredince uğultuyu duyuyorsunuz. Yolunuzu eski kaleye çevirip, araçların arasından yer bulup yavaşça cadde kenarından dikkatlice süzülürsünüz. Çıktığınız tepenin etrafından bütün kente kuşbakışı bakabilirsiniz. Çıkarken bir duvarın kenarında asılı hareketsiz duran bir bukalemun sizi korkutmasın, o hiç kıpırdamaksızın orada durur. Gözkapakları oynamasa canlı olmadığını bile düşünürsünüz. Geçin onun kenarından sizi kahveye davet edenlere de gülümseyin ve onlara “sonra” anlamına gelecek bir bakış fırlatın. Eski teneke kaplı binaların arasından ince bir patikadan aşağıya doğru inmeye meyledin. İzmir Kadifekale’den Varyant’a iniyor hissine kapılırsınız. Ama tek ve ciddi bir fark ile. Yolunuz dar bir patika, buradan araç geçemez. 

Sağınızdan akan küçük su birikintisinde kadınlar çamaşır yıkıyor, sohbet ediyorlar. Arada bu suyu içenler de var... Biraz aşağıda evlerden çıkan atık sular da aynı dereye karışıyor. 

Adımlamanın bir kenti tanımanın en iyi yollarından biri olduğunu düşünürüm. Bu fikirle yürüyüşü sürdürdükçe karşılaştıklarınızın sizi bambaşka bir zamana geri götürdüğünü ve o zaman içinde olup biteni kavramaya çalıştığınızı düşünürsünüz. Ya da artık düşünmeyip o zamana uyum göstermeye gayret edersiniz. Doğrusu ben öyle yaptım. Bulunduğum zaman ile geçmiş arasındaki gezintinin tadına ancak böyle varırdım. Kıyaslama yapmadan o döneme uyum göstermek, belki hayıflanmadan ya da şükretmeden o coğrafyayı kendi içinde içselleştirmek… 

Bazı yaşam biçimlerini ya da bazı canlıların sadece resimlerini tanırsınız. Görmek veya elle tutulabilir bir mesafeden onlarla nefes almak her zaman mümkün olmaz. Ama orada, Madagaskar adasında buna tanık olmak için size çok fazla fırsat çıkar. Geniş bir parkın içinde havuzda dinlenen bir timsahla ya da bukalemun ile karşılaşma fırsatınız olur. Biraz ötenizde kıvrılmış bir piton uyumaktadır. Adaya özgü altı farklı cinsinin korunduğu Lemur parkına giderseniz size rehberlik yapan sempatik gençten yaşamlarına ait bilgileri detayları ile alırsınız. Bu sempatik hayvanlara çok yaklaşmadan, yemek yemelerini, dolaşmalarını izlemeniz mümkün. Park aslında kendi içinde bir botanik bahçesi. Ünlü Baobap ağaçlarının fidanları şimdiden bir metreye ulaşmış. Bu ağaçlar 2.500 yıl kadar yaşayabilen devasa ağaç-anıtlar. Bulundukları bölge adanın güneybatı bölgesindeki Morondava kenti yakınlarında. Bu uzak bölgeye karayolu ile ulaşmak çok zahmetli, uçak seferleri ise her zaman bulunmuyor. 

Dönüş biletinizi aldı iseniz uçağınızı kaçırmamak için o bölgeye gitmekten vazgeçebiliyorsunuz. Biz öyle yaptık. Sonuçta Türkiye’nin 2/3’ü büyüklüğünde bir adanın her tarafını görme olanağınız bulunmuyordu. 

Özet olarak bu adaya giderseniz adanın bütününü görmek şansı için çok daha uzun bir süre kalmanız gerekiyor. Yollarda sadece midibüslerin çalışabileceği genişlik bulunmaktadır. Çoğu yolun kaplama stabilize olduğunu anımsatmak gerekiyor. 480 kilometrelik bir yol mesafesi 12 saatlik bir yolculuk gerektiğini düşünüp buna uygun hareket etmeniz gerekiyor. 

Kıssadan hisse: Gidilen yer bazen sizi zamanda geriye doğru yolculuğa çıkartır. Orada kalmayacağınızı bilerek, izlemek yerine orayı yaşamanın keyfini sürün. 

(*) Bu gezi 16 -23 kasım tarihleri arasında Ersin Demirel ile birlikte gerçekleştirildi.