Mafyalar neoliberal devletin kontrol aygıtı

Emek Utku Çayır

Newcastle Üniversitesi Sosyal Antropoloji bölümünden akademisyen Deniz Yonucu ile son dönemde gençler içerisinde artan çeteleşme, mafya ilişkisini ve ardındaki siyasal, ekonomik sebepleri konuştuk. 

Gençlerin suça yönelimi, uyuşturucu kullanımı ve satışa yönelimi ve çeteleşmenin yanında son yıllarda mafyalaşma da daha fazla gündem olmaya başladı. Siz gençler arasında çete ve mafyaların yükselmesini neye bağlıyorsunuz?
Ben ilk olarak 2000’lerin başında bu konuya dair araştırmalar yapmaya başladım, çünkü Zeytinburnu’ndaki işçi gençlerin arasında yoğun bir şekilde küçük çaplı suç çetelerine, uyuşturucu kullanımına ve satışı süreçlerine dahil olmayı gözlemlemiştim. Burada yaptığım analiz aslında neoliberal trendlerle birlikte artık daha az işçiye ihtiyaç duyulmasıyla ilgiliydi. Gençler iş bulmakta zorlanıyorlardı. Eğitim alamayan gençler suça yöneliyorlardı. Ama bunda aynı zamanda solun ve sol politikanın giderek, 1980 sonrası özellikle Sünni Türk işçi sınıfı arasında iyice değerini kaybetmesiyle birlikte, sınıfsal öfkenin de suç aracılığıyla ifade edildiğini göstermişti. Mesela 2008’de yayınlanan bir makalemden örnek vereyim:
Zeytinburnu’ndan gençler Bakırköy’e gidiyorlar en yakın orta sınıf mahallesi olduğu için ve orada evlerin camlarını kırıyorlar ya da hırsızlık yapıyorlar. Bütün bunları bana daha çok sınıfsal bir öfke çerçevesinden anlatmışlardı. Çünkü 1980 darbesinden sonra Türk ve Sünni işçi sınıfı çoğunlukla yüzünü sağ politikalara döndü, bu sağ politikalar o sınıfsal öfkenin sağlıklı şekilde ifade edilmesi, sınıfsal yaratıcı, dönüştürücü bir politikaya dönmesinin önünde çok büyük engel teşkil ediyor. Dolayısıyla en çok dikkatimi çeken şey, aslında bu suça yönelimde sınıfsal öfkenin var olmasıydı. Mesela kendileri de evlerine girdikleri insanları burjuva olarak tanımlıyorlardı. Sadece zenginler değil, solun kavramsal çerçevesi içinden gelen burjuva tanımını sahipleniyorlardı. Ya da aynı zamanda artan tüketim kültürüyle birlikte 1990’lardan itibaren, gençler daha iyi giyinebilmek için hırsızlığa yöneliyorlardı. Bu işin bir aşaması.

Alevi ve Kürtlerin yoğun olduğu işçi sınıfı mahallelerine gelirsek, yine aynı şekilde çetelere katılma, uyuşturucu satıcılığı, uyuşturucu kullanımının 2000’lerden itibaren daha çok artmaya başladığını gözlemleyebiliyoruz. Buna dair ikinci çalışmamı 2010’ların başında yapmıştım. Orada tabii bir sınıfsal öfke ya da işte daha iyi giyinmek, daha iyi gözükmek gibi neoliberalizmin ürettiği arzuya ek olarak, devletin de özellikle Kürt ve Alevi gençlerin kendilerini solda özdeşleştirmeleri, sol politikalar desteklemeleri sebebiyle aslında suça ve çeteleşmeye çok aktif olarak ittiğini gözlemledim. Bu aslında global trendlerle de paralel. Dünyanın her yerinde görüyoruz ki hem beyaz işçi sınıfının yaşadığı yerlerde hem beyaz olmayan işçi sınıfının yaşadığı yerlerde, gençler bir şekilde çetelere dahil oluyor. Bunun bir nedeni neoliberalizmse, temel nedenlerinden bir tanesi kapitalizmse, bunun diğer nedeni de gençleri suça iten ve o şekilde kontrol etmeye çalışan aktif devlet politikalarıdır. Sosyoloji literatüründe buna dair birçok makale vardır: “Suçlulaştırarak kontrol etme”. Dolayısıyla bu bir kontrol. Neoliberal güvenlik devletinin bir kontrol aygıtının bir parçası.

“Suçlulaştırarak kontrol etme” kısmını belki biraz somutlaştırarak, farklı örnekler üzerinden açabilme şansınız var mı?
Tabii ki. Aslında birçok farklı örnek verilebilir. Beyaz işçi sınıfı ile beyaz olmayan işçi sınıfının deneyimlerini ayırmak gerek. Çünkü iki kesime farklı şekilde davranılıyor. Türkiye örneğinde beyaz işçi sınıfı, Sünni Türk Müslüman işçi sınıfına denk düşüyor. Beyaz olmayan işçi sınıfı ise Kürt ve Alevi işçi sınıfı. Beyaz olmayan işçi sınıfına da dünya genelinde baktığımızda, mesela Fransa örneğinde Müslümanlara, Amerika örneğinde Güney Amerikalılara ve siyahlara yönelik suçlulaştırarak kontrol etme politikasını en önemli amacı aslında oradaki sola eğilimli direnişi kırmak. Aynı zamanda suça, çetelere dahil olmalarını teşvik ederek bu nüfusu hapishanelerin içerisine tıkmak. Hapishanelerin içerisinde kontrol etmek. Mesela ben hem kitabımda hem makalelerinde bugün hapishanelerin gençlerle doldurulduğunu bu politikalar sayesinde gösterdim. Beyaz işçi sınıfı için ise aslında iki şey var: hem işçi sınıfının sola dönmesini engellemek için suçlulaştırıyor, suçu ve çeteleri bir alternatif olarak gösteriyor. Aynı zamanda bu kesimi çetelerin içerisine çekmesinin bir diğer amacı da militarize etmek. Militarize ederek bu kesimi hep kendisinin yandaşı olarak tutarak yeri geldiğinde linççi, saldırgan, paramiliter güç olarak mobilize edebilmek. Aslında bu devlet güvenlik stratejisinin de bir parçasıdır.

Bunun Türkiye’de bu şekilde somut olarak ilerlediğini söyleyebiliriz. Türkiye’de biliyoruz ki devlet 1950’lerden, 1960’lardan beri Türk Sünni işçi sınıfını yeri geldi Kürtlere ve Alevilere karşı ve genel sola karşı mobilize etti, edebildi. Bugün de aynı şekilde yapıyor. Bu kesime karşı, göçmenlere karşı, Kürtlere karşı, Alevilere karşı bu Sünni işçi sınıfı kesimi aslında devletin her an mobilize edebileceği bir kesim olarak var. Devlet yatırımlarını buna göre yapıyor ya da yapmıyor.

Son dönemde mafyalaşma, mafyaya katılma eğiliminde anormal denebilecek bir artış gözlemleniyor. Bu son birkaç yıldaki trende dair bir gözleminiz var mı?
Bu durum tüm dünyada artan trendlerden hiç farklı değil. Bütün dünyada aslında çetelere, mafyalara, küçük silahlı örgütlere katılımda artış gözlemleniyor. Bunun temel nedenlerinden tabii ki bir tanesi kapitalizm. Ekonomik faktörler, emek süreçlerinden dışlanma, bunun yaratmış olduğu şekliyle kendisine toplumda saygın bir yer açamama belirleyici bir unsur. Bir neden de yine kapitalizmin kontrolsüz şekilde devamıyla çok alakalı olarak artan bir sağcılaşma var. Bu artan sağcılaşma içerisindeki mafyalaşma aslında devletin güvenlik aygıtının yedek gücü olarak ortaya çıkan bir örgütlenme biçimi. Yoksullara, Kürtlere ve Alevilere karşı her an mobilize edilebilecek şekilde ortaya çıkan gruplar. Dolayısıyla devletin değil göz yumması bir yana, buna olanak sağladığını görüyoruz. Bunlar formel devletin enformel güvenlik aygıtlarıdır.

Neoliberal dönemle beraber, solun da aslında yoksul mahallelerden daha fazla çekilmesinin de bir sonucu olarak, bu şiddet ortamının panzehrinin, yeniden bir araya gelişler olduğunu söyleyebiliriz. Yoksul mahalleleri ikiye ayırmak çok önemli. Bütün yoksullar devleti ve kapitalizmi aynı şekilde deneyimlemiyorlar. Türk Sünni işçi sınıfının yaşadığı mahallelerde solun giderek önemini kaybetmesi, bu nüfusların 1980 sonrası toplu olarak sağ politikalara dönmesinin çeteleşmenin artmasında çok payı var. Sınıfsal öfkenin aktif politika üzerinden değil, düşük yoğunluklu ve küçük şiddet eylemleri üzerinden kendisini ifade edebilmesinde çok payı var.