Marmara Denizi’ni yok etmeye çalışan kirletici tüm kaynakları geçici veya süreli kapatma, izin ve ruhsat iptali gibi yaptırımları etkin ve sürekli denetim faaliyeti sürecinde uygulayıp kirletenler ve göz yumanlar hakkında adli işlemler yapılmadıkça Marmara Denizi hayata dönmeyecektir.

Marmara Denizi için ne yapmalı, nasıl yapmalı?
Fotoğraf: AA

Bülent Kaçar - Avukat, Trakya Platformu Hukuk Kurulu Üyesi

Marmara Denizi her gün daha fazla kirletilerek taammüden öldürülmeye devam ediliyor.

Aslında çoktan ölmüş durumda ama “alıcı ortam” safsatası ve Marmara Denizi’nin alt akıntısının arıtılmamış ve yeterli arıtılmamış atıkları Karadeniz’e taşıyacağı cin fikirliği yani Derin Deniz Deşarjı adı altında bu denize basılan atıkların, akıntının konveyör olarak kullanılması cinlikleriyle deşarjlar sermayeyi rahatlatacak maliyette sürdürülüyor. Hem de her geçen gün daha da artan oranlarda!  

Marmara Denizi’nin ölümüne sebep olan asli faaliyetler şöyle sayılabilir; 

İstanbul Kanalizasyon Projesi, Evsel-Kentsel atıksuların deşarjı, Sanayi Tesislerinin atıksularının deşarjı, Ergene Derin Deniz Deşarjı, Limanlar, Kıyıların tahribi, yanlış balıkçılık yönetimi. Yani, kısaca bu denizin bir atık bertaraf alanı olarak algılanması ve kullanılması! 

Bugüne kadar tüm merkezî iktidarlar, yatırımların önünü açan bir anlayışla Marmara Denizi’nin ve havzasının kirletilmesine göz yummuşlardır. Tüm planlar, yapılan tüm yönetmelikler sadece kalkınmacı anlayışa hizmet ettiler. Çevre ve doğal varlıklar da bu kapitalist işleyişe kurban edildi. Hatta 2006 yılında siyasi iktidar Çevre Kanunu’nun birçok önemli yaptırım maddesini kanundan çıkardı.  

Uluslararası yükümlülükler getiren temel metin, 1982 Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi’dir. Sözleşme, deniz çevresinin korunmasını ve esirgenmesini devletlerin genel bir ödevi olarak düzenlemektedir. 

Uluslararası yükümlülükler, iç hukukumuz, Çevre Yasası’ndan Kıyı Yasası’na, Türk Ceza Kanunu’ndan, Anayasa’ya kadar birçok yasa ve yönetmelik koruyucu hükümler içerdiği halde Marmara Denizi’nin öldürülmesi önlenememiştir. 

Marmara Denizi ve Havzası özelinde konuşacak olursak, Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı, kıyısı bulunan illerin İl Müdürlükleri, Trakya Kalkınma Ajansı, Marmara Belediyeler Birliği, Trakya Belediyeler Birliği, Tekirdağ Büyükşehir Belediyesi, İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve kıyısı bulunan tüm belediyeler, yıllardır süren bu cinayeti engellemek için ne yaptılar? Danıştay 6. Dairesinin Ergene Nehri’nin kirletilmesine ve bu kirletmenin Bakanlıkça engellenmemesine dair verdiği bir kararda söylediği gibi etkin idari tedbirler neden uygulanmadı? Marmara Denizi’ni ve havzasını kirleten tesisleri ve kuruluşları yetkililer biliyorlar. Çünkü Marmara Denizi’nin su kalitesini birçok noktada ve kıyıda izleyen, su analizleri yapan, deşarjları tek tek bilen, bilmesi gereken, birçok devlet kuruluşu, belediye ve bakanlıklar var. 

Muhalefetin hâkim olduğu İl Genel Meclislerinin ve Belediyelerin çevre ve halk sağlığı adına bu gidişata dur demek bir yana OSB yönetimlerinde yer almak için yarıştıklarını görüyoruz. Bugün Kalkınma Ajanslarında Valiler ve muhalif İl Genel Meclisi Başkanları, muhalif Belediye Başkanları bölgeleri birlikte planlıyorlar. Kalkınma Ajanslarının gerçekten Deniz, Çevre, Doğa, Yaşam diye bir dertleri var mı? Ayrıca bir de Belediyelerin Birlikleri var! Bunlar Marmara Denizi için plan ve izleme dışında neler yapıyorlar?  

Ne yazıktır ki halen mevzuatta ve uygulamada denizler, nehirler, akarsular ve su havzaları “alıcı ortam” olarak kabul edilmektedir. Kirliliğin ve kirletmenin devamlılığını sağlayan en önemli unsur, doğal varlıklarımızın “alıcı ortam” olarak tanımlanması ve limitlere uygun olduğu gerekçesiyle çeşitli deşarjlara maruz bırakılmasıdır.  

Peki, yetkililer ne yapmaktadır? İzleme, denetleme, önleme ve engelleme yeterince yapılıyor mu? Bakanlıklar, Resmî Kurumlar ve Belediyeler bu kadar olanakları ve yetkilerine rağmen ne yapıyorlar? Bu haklı soruların cevapları ne yazıktır ki Marmara Denizi genelinde sürekli azalan su ürünleri istihsali, yakın geçmişte yaşanmış ve halen etkilerini gördüğümüz “müsilaj” gibi felaketler, kıyısal alan kayıpları, kirlilik gibi olgular ile kendini göstermektedir. 

Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Murat Kurum 2021 yılında 22 eylemden oluşan Marmara Denizi Koruma Eylem Planı'nı açıkladı. Aradan geçen koca 3 yılda somut tek bir gelişme var. O da Marmara Denizi’nin aradan geçen üç yılda daha fazla kirletilmiş olması! Oysa ne kadar çok plan açıklandı. Ne vaatler ne sözler verildi. Hatta Cumhurbaşkanı kararıyla Marmara Denizi 2021 yılında Özel Çevre Koruma Bölgesi dahi ilan edildi.  

Marmara Denizi genelinde tüm atıklar “Derin Deniz Deşarjı” aldatmacası adı altında denize basılmakta, kıyılar “ecrimisil” adı altında irili ufaklı sermayeye peşkeş çekilmekte, belediyelerce “temizlik” adı altında kumsal alanlar tahrip edilmekte, Marmara Denizi’ni göç yolu olarak kullanan su canlıları göç zamanında bu alanda kütlesel olarak yok edilmektedir. Kısaca literatürde bir deniz üzerinde uygulanmaması gereken tüm tasarruflar bu denizimizde hayat bulmaktadır. Daha da vahim olan unsur, bu yanlış uygulamalar için akıl ve mantığa aykırı bir mevzuat silsilesi oluşturma çabasıdır. Mevzuat genel anlamda her türden atık üzerinde uygulanmakta ancak yine mevzuatta “alıcı ortam” olarak kabul edilen su kütleleri ile ilgili hiçbir önlem, tasarruf önemsenmemektedir.  

Kurbağalıdere veya Tekirdağ Hoşköy Liman temizlik artıkları denize dökülebilmekte; Dünyanın sayılı kirli akarsularından biri olan Ergene Nehri’nin kirletici unsurları OSB’lerce Derin Deniz Deşarjı adı altında Tekirdağ Yenice bölgesinden denize basılabilmekte; doğa koruma alanı olması gerekirken Tekirdağ’da olduğu gibi büyük ölçekli limanlar yapılabilmekte; Yassıada örneğinde olduğu gibi akıl dışı yöntemler ile deniz ekosistemi tahrip edilebilmektedir! 

Marmara Denizi başta olmak üzere, denizlerimizin kamuoyuna görkemli olarak sunulan projeler adı altında bilinçsizce ve inatla yok edilmeleri, toplumun da bu konuda duyarsızlığı sonucunda bu eşsiz denizimizi bu acınası duruma getirmiştir. 

Bu bağlamda doğa ile etkileşimi olan her türlü faaliyet için gerekli mevzuatın akılcı bir şekilde ve bilimin kurallarına uygun olarak revize edilmesi; doğayı “alıcı ortam” olarak tanımlayan zihniyetin acilen yıkılması; bu güne kadar yapılan bilimdışı ve doğaya zarar vermiş olan tüm projelerin, yatırımların bilimin ışığında sorgulanıp, en az ilerleme kadar doğanın da önemseneceği çağdaş hukuki altyapının oluşturulması; Ergene Derin Deniz Deşarjı başta olmak üzere tüm deniz deşarjlarının sona erdirilmesi yapılması gerekenlerin başında gelmektedir. 

Denizler, akarsular ve su havzalarının kullanılmasını değil korunmasını öncelemek zorundayız. Doğa ile sürdürülebilirlik kavramı üzerinden ilişki kurmak, onu kalkınmanın paydaşı görmektir. Aslolan doğal varlıkları korumaktır. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 56/1. maddesine göre herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir. Aynı maddenin ikinci fıkrasında getirilen düzenleme ile de çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek gerek Devlete gerekse vatandaşlara ödev olarak yüklenmiştir. 

Anayasa’da yer alan bu ilkeler 2872 sayılı Çevre Kanunu'nun 3/a maddesinde de benzer biçimde düzenlenmiştir. Buna göre; gerçek ya da tüzel kişi olarak herkes, çevrenin korunması ve kirliliğin önlenmesi ile görevli olup, alınacak tedbirlere ve belirlenen esaslara uymakla yükümlüdür.  

Bu bağlamda, “kamu sağlığını ve çevreyi koruma” prensibi Türk Ceza Kanunu’nun birinci maddesinde Kanun’un amaçlarından birisi olarak öngörülmüş, ayrıca “sağlıklı bir çevrede yaşama hakkı” başta bu Kanunun 181-184. maddeleri olmak üzere, 2872 sayılı Çevre Kanunu’nda ve diğer bir kısım mevzuatta koruma altına alınmış, çevreyi kirletme eylemi farklı yaptırımlara bağlanmıştır 

Halkın itirazlarına rağmen, bilimsel esaslara aykırı planlar, çarpık kentleşme, gerçek arıtmadan uzak denetimsiz sanayileşme, hukuka ve doğaya aykırı uygulamalar, çevre denetim görevlerinin etkin yapılmaması sonucu Marmara Denizi öldürülmüş ve etkileştiği ekosistemlere de zarar vermeye başlamıştır. 

Planlama adı altındaki hukuksuzluk, çevre korumacı olmayan politikalar ile sanayileşme ve rantın tercih edilmesi doğal alanlarımızın yok olmasına neden olmaktadır. Su, dünyamızda ve üzerinde bulunduğumuz coğrafyada, yaşamın temel koşuludur. 

Yaşam alanlarının sermaye birikimine teslim edildiği, doğal varlıklarımızın metalaştırıldığı; eğitimden sağlığa, ulaşımdan barınmaya, tüm yaşamsal hakların piyasa konusu haline getirildiği; “bütünleşik havza ve kıyı planlaması” adı altında havzaların ve kıyıların iktidarlar tarafından şirketlerin kullanımına açıldığı dönemlerden geçtik ve hâlâ geçiyoruz. 

Şirketlerin ve sermayenin kârlarının daha fazla artması için doğamız, denizlerimiz ve sularımız vahşice kirletilmektedir. Ekolojik denge geri döndürülemeyecek ve iddia edilenin aksine sürdürülemeyecek şekilde tahrip edilmektedir. Bu gidişatı iktidarın ve halkçı-kamucu olamayan yerel yönetimlerin durduramayacağı açıktır. 

Marmara Denizi’ne kasteden bu vahşetten, önleme yetkisi olan herkes hukuken ve vicdanen sorumludur. Yetkilerini kullanmayanlara, yetkili olduğu halde susanlara karşı sesimizi yükseltmek ve harekete geçmeleri için her tür girişimde bulunmak zorundayız. Marmara Denizi’ne kıyısı olan her yerleşim yerinde, halkın bağımsız platformlarda örgütlenmesi, hukuki, idari ve toplumsal uğraşlar vermesi büyük önem taşımaktadır. Reel siyasetin geldiği noktada halkın kendi öz gücü ile harekete geçmesi dışında bir çare görünmemektedir. 

Bakanlıklar, Valilikler ve Yerel Yönetimler, Danıştay’ın ve İdare Mahkemelerinin kararlarında belirtilen etkin idari tedbirleri almak, yargı kararlarındaki uyarılar çerçevesinde görev yapmak zorundadırlar. Marmara Denizi’ni tamamen yok etmeye çalışan kirletici tüm kaynakları geçici veya süreli kapatma, çalışma izin ve ruhsat iptali gibi yaptırımları etkin ve sürekli bir denetim faaliyeti sürecinde uygulayıp kirletenler ve göz yumanlar hakkında adli işlemler yapılmadıkça Marmara Denizi hayata dönmeyecektir.  

Bizler de denizlerimizi, doğamızı ve yaşam alanlarımızı korumak için bilgi edinme dilekçesinden, plan itirazlarına, Savcılık şikâyetlerinden, idari davalara, basın açıklamalarından, meşru direnme hakkı kapsamındaki tüm fiilî ortak çabalara kadar her tür demokratik tepkiyi ısrarla hayata geçirmeye devam etmeliyiz.