Marx ve teknokrat hükümetlerin eleştirisi

Marcello Musto  

İlgi duyduğu onlarca konunun yanında, Marx’ın teknokrasinin –siyasi partilerden bağımsız, sözde uzmanlar tarafından yönetilen hükümetler– eleştirisine de ilgi duyduğu çok bilinmez. Zamanının en kapsamlı günlük gazetelerinden New York Tribune yazarı olarak, tarihteki ilk teknokrat hükümete yol açan siyasal ve kurumsal gelişmeleri gözlemlemişti: 1852 yılının Aralık ayından 1855’in Ocak’ına kadar süren Aberdeen Kontu hükümeti. 

Marx’ın konu hakkındaki değerlendirmeleri, gözlem kabiliyeti ve iğnemeleri ile öne çıkıyordu. Times, yaşanan gelişmeleri “parti ruhunun dünyayı terk ettiği ve dehanın, tecrübenin, sanayinin ve yurtseverliğin hükümet etmek için yegâne kabiliyetler olduğunun” işareti olarak kutluyordu. Londra merkezli gazete, “her fikirden insanın” yeni hükümetin ardında yürümeye çağırıyordu çünkü “hükümetin prensipleri evrensel uzlaşı ve dayanışmayı buyuruyordu.” Benzer argümanlar, geçtiğimiz yıllarda da eski bankacılar -Yunanistan’da Lucas Papademos ve İtalya’da Draghi- başbakan olduğunda da söylenmişti. Kutlamalar 1852 yılının Times gazetesindeki gibiydi. Tüm muhafazakâr ve liberal yayın organları, hatta ortanın solundakiler dahi ekonominin içinden gelen “kurtarıcıların” sol sağ ayrımı gütmeden “siyasete” karşı başlattığı kutlu savaşa katılmıştı. Bugün benzer bir anti-siyasi argüman, sağın yükselen iki aktörünü desteklemek için kullanılıyor: Javier Milei ve cumhuriyetçi Vivek Ramaswamy -Arjantin ve ABD’de gerçekleşecek başkanlık seçimlerinin adayları. 

1853 tarihli Miadı Dolmuş Bir Yönetim: Koalisyon Hükümetinin Görünümü başlıklı makalesinde, Marx Times’in yaklaşımıyla alay ediyordu. Britanya gazetesinin son derece modern ve büyüleyici bulduğu şey, onun için düpedüz saçmalıktı. Times’in “tamamen yeni, genç ve gelecek vaat eden aktörlerden teşekkül bir hükümet” nitelemeleriyle Marx şu sözlerle eğleniyordu: “Dünya, Büyük Britanya tarihindeki yeni çağın, geçtiğimiz yüzyılın sonundan beri neredeyse her hükümetle çalışmış, tarihi geçmiş, hem yaştan hem de yorgunluktan iki kere ölmüş ve yapay bedenlerde yeniden diriltilmiş seksenlik bürokratlar tarafından açıldığını öğrendiğinde kesinlikle şaşkına dönecek.” Hükümet içindeki isimler kadar, ürettikleri politikalarla ilgili de eleştirileri vardı: “Bize parti savaşlarının ortadan kalkacağını vaat ettiler, hayır hatta partilerin bile.” diyordu Marx; “O zaman Times niye var?” 

Bu soru, maalesef sermayenin emek üzerindeki hâkimiyetinin, en az 19. yüzyılda olduğu kadar vahşileştiği bugün için de son derece güncel. Kapitalizmi önceki üretim biçimlerinden farklı kılan, ekonomi ve siyaset arasındaki ayrım zirveye çıkmış durumda. Ekonomi yalnızca siyaseti domine etmekle kalmıyor, gündemini belirliyor, kararlarını şekillendiriyor, fakat yargısından ve demokratik denetiminden bağımsız kalıyor. Öyle ki artık hükümet değişse dahi ekonomi ve sosyal politikaların aynı kalabildiği örneklere tanıklık ediyoruz. Değişmez kanunlara dönüştürüldüler.  

EKONOMİNİN ÇEHRESİNİ SİYASALLAŞTIRMA MANEVRASI 

Geçtiğimiz otuz yılda, karar alma gücü siyasetten piyasaya geçti. Parti politikası odaklı yasama biçimleri, apolitik uzmanlık maskesi altında son derece ideolojik, politik ve gerici nitelikteki ekonomik buyruklara dönüştü. Siyasetin bu aygıtlarının, değişimden azade bir alan olarak inşa edilen ekonomiye çekilmesi, bu çağın demokrasisinin karşısındaki en büyük tehdit. Asimetrik seçim yasalarıyla çoktan temsil yetkisini kaybetmiş, yasama ile yürütme arasındaki ilişkinin otorite yanlısı değişimlere uğradığı ulusal meclislerin iktidarları da “piyasaya” devredilmiş durumda. Standard & Poor’s derecelendirmeleri, Wall Street indeksi ve marj -günümüz toplumunun mega fetişleri- halkın iradesinin yanında mukayese edilemeyecek kadar fazla ağırlığa sahip. Siyasi iktidarlar ekonomiye en fazla “müdahale” edebilir (kimi dönemlerde egemen sınıflar kapitalizmin yıkıcı anarşisini ve şiddetli krizlerini yatıştırma ihtiyacı duyar) fakat onun kurallarını ve en temel tercihlerini sorgulayamaz. 

“Teknokrasi” –ya da söylendiği üzere “en iyilerin hükümeti”, “en yeteneklilerin iktidarı”– kavramının yarattığı yanılsamanın ardında, siyasetin askıya alınması olduğunu görebiliriz. Bu fenomen, Avrupa’da birden fazla kez ortaya çıktı. Geçtiğimiz yıllarda, siyasi krizlerde hemen erken seçime gidilmemesi, yönetimin ekonomiye devredilmesi gerekliliği tartışıldı. Nisan 1853 tarihli, “Hükümetin başarıları” başlıklı makalesinde, Marx (teknokratik) koalisyon hükümetinin siyasette zayıflığı temsil ettiğini” yazıyordu. Hükümetler artık hangi ekonomik tercihlere yönelineceğini tartışmıyordu. Artık baskın ekonomik yönelimler hükümetleri doğuruyordu. 

NEOLİBERAL DÜSTURA KARŞI  

Geçtiğimiz yıllarda, Avrupa’da neoliberal düstur, piyasaların “özgüveninin” geri getirebilmek için acele şekilde “yapısal reformlar” sürecine gidilmesi gerektiğini savunuyordu, bugün artık bu kavram, “toplumsal yok oluş” ile eşanlamda kullanılıyor. Bir başka deyişle, ücret kesintileri, işe alma ve çıkarmada işçilerin haklarının gaspedilmesi, emeklilik yaşının artırılması ve makro özelleştirmeler. Ekonomik krizlerin en büyük sorumluları olan ekonomi kuruluşlarından gelen aktörlerin başında olduğu bu yeni “teknokratik hükümetler” bu yolu takip ettiler; bunu “ülkenin iyiliği için” “gelecek nesillerin refahı için” yaptıklarını iddia ettiler. Dahası ekonomik baskılarla ve ana akım medyanın da yardımıyla, bu koroda uyumsuz ses çıkaranları susturmaya çalıştılar. 

Eğer sol siyaset alanından kaybolmayacaksa, en acil ve güncel sorunlara yönelik radikal politikalar önerme cesaretine de sahip olmalı. Toplumsal dönüşüm ve zenginliğin bölüşümü konularında politika üretebilecek olan son kişiler teknokratlar. Ayrıca son derece de siyasiler, söylemeye gerek yok, tabii ki son derece muhafazakârlar.  

Çevirmen: Yunus Emre Ceren