Biz 3G’ye sevindik.  Eskiden açılım yapamadığımız yerlere gazeteler geç gidermiş ya, onun gibi.  Hani ödediğimiz vergiler, her yere su, yol, elektrik olarak ulaşmazdı bir zamanlar. 3G’nin reklamları da garip. Bayram üstü ya, müstakbel ‘ıssız’  kayınpeder, damat adayı Ozan Güven’e el öptürüyor. 3G’den el öptürmek bize özgüdür...

3G’yi ‘Gerçekten Görünmek Gerekir mi’ diye açmışlar, ne hoş! Teknoloji, pazara dönüşünce sevimsizleşiyor. İsveç’te 4G’nin alt yapısı  kuruldu, 2010’da birçok ülke, dördüncü nesil iletişime geçecek; biz 3G’ye sevindik. Eskiden açılım yapamadığımız yerlere gazeteler geç gidermiş ya, onun gibi. Hani ödediğimiz vergiler, her yere su, yol, elektrik olarak ulaşmazdı bir zamanlar.
3G’nin reklamları da garip. Bayram üstü ya, müstakbel ‘ıssız’  kayınpeder, damat adayı Ozan Güven’e el öptürüyor. 3G’den el öptürmek bize özgüdür. Kaldı ki bu işi pek de beceremeyiz: Dikkat edin, el öpenlerin çoğu, o eli öpmez; sadece çene, ele değdirilir. Geçelim...
Bu G’li dönemin sloganlarından biri de: ‘Merak etmiyor musun?’. Vallahi merak ettiğim şeylerin yanında, hattın öteki ucundakinin ne yaptığı önemsiz kalıyor. Bunca insan telefon yokken yaşamını nasıl sürdürdüyse bundan sonra da sürdürür. Fakat koca bir yaz geçti; akşamları, memleketimizin ‘güzide’ sanatçılarının nerelerde denize girdiğini gösteren bir dolu program yayımlandı. O yaratıklar güneyde eğlenip tatil yaparken insanlar da evlerinde çekirdek çitleyip, karpuz yiyerek onları izledi. Bunun sebebini çok merak ediyorum işte! Fönlü saçları, bol makyajıyla denize girip yüksek topuklu terlikleriyle kumlarda salınan o kevaşelerle, yanaklarından kan fışkıran kalın zincirli, besili sevgililerini neden bunca merak ediyorlar?
Evet merak kötü ama Facebook’ta ‘ampülle değil cumhuriyetle aydınlanıyoruz’, ‘Sezen Aksu haindir, profilimize bayrak koyalım gibi’ etkinlikler düzenleyen gençlerin nasıl ortamlarda yetiştiğini bilmek istiyorum. Neden yaz aylarında ‘bir şekilde’ yanan ormanların yerine kışın neler yapıldığı gösterilmez? Neden ölen insanları bile kategorize etme ihtiyacı duyarız? Neden dünyanın birçok yerinde ordular halk için varken biz de halk, ordu için vardır ve neden düşman mevzilerinde patlaması beklenen el bombaları halk çocuklarının elinde patlar?
Şu da var: İki hafta önceydi. Evde yalnızım. 12 Eylül’e çalışıyorum. Okumaktan yorulup dışarı çıktım. Küçük bir yaz gecesi yürüyüşü. Kapatmak üzere olan bakkaldan iki bira aldım. Geçtim Tv’nin karşısına. O an Mahmut Tuncer canlı yayında... İçiyorum. Bir arkadaş şovmenimizin ayakkabısını çıkarıyor, kokluyor. Gülmüyor Tuncer. ‘Türkiyenin en gülmeyen adamı’ diye yazı geçiyorlar. Demek ki ayakkabınızı kokladıkları zaman gülmemiz gerekiyormuş. Bunları bir de 3G’den izlediğinizi düşünün... İçiyorum.
Elimde bira, sızmışım. Kendinden büyüklere de el öptüren Devlet Bahçeli’nin sesiyle yerimden fırladım. Bir kanal, bu siyaset adamının ilginç  hesaplama yöntemini göstermekte. Fakat öyle bir sesi var ki Devlet Bey’in, korkumdan elimdeki birayı üzerime döktüm. Bahçeli özetle 2009’dayız, diyor. 2009'un sıfırlarını atıyor; 2 ile 9 kalıyor, (29). 2 ile 9'u topluyor sonra, (11). Şimdi de (29 +11). İşte size 40! MHP’nin de 40. yılındaymışız. Bu yıl onların yılıymış.
Kardeşliği bile kavga ederek telaffuz eden MHP lideri, neden bunca bağırıyor? Neden iktisatçı olmasına karşın ekonomiyi, ekönömi diye ünlüyor? Neden ‘yukardaki’ değil de ‘yukardaaaki’ diye sesliyor o kelimeyi? Milliyetçilik insanda rahatsızlıklara yol açar. Kelime korkusu bunlardan biridir. Neden Bahçeli ‘kürt’ demekten bunca kaçıp ‘Doğu’daki vatandaşlarımız’, ‘Kürtçe konuşan kardeşlerimiz’ havasından kurtulamıyor? Merak ediyorum, şu açılım barış getirirse MHP’nin elinde kitlesini sürükleyecek başka söylem kalacak mı? Bu bağırtının sebebi... Ne dersiniz? Göreceğiz.
Yazıyı  bitirirken fark ediyorum günün tarihini. Babacığım... Gözümün  önünde 40 kilo zayıfladıktan sonra ölüp gidişin, olanları  yazıp bir hikâye eyleyişim, o acılı, kandırılmış günlerim... Hepsinin üzerinden 7 yıl geçti bugün. 7 yıldır sağlam omzuna yaslamadım başımı. Hoş yaşarken yasladım mı, tartışılır. Biraz daha büyüdüm, biraz daha yalnızım. Arada rüyalarıma girmesen yüzünü hepten unuttum. Cüzdanımda çocukluk fotoğrafın duruyor hâlâ. Atmadım. Sırtımı dayayabileceğim bir dağ yok 7 yıldır. Kötü değilim. Şiirlerim Arnavutça’ya çevrildi. Yani senin dilinden konuşan uzak kardeşlerim de okuyacak onları. Bayramda Tiran’a davet edildim. Hoşuna gider belki diye söylüyorum. 7 yıldır, kötü sayılmam aslan babam, iyiyim, iyiyim...