BirGün Pazar’ın sorularını yanıtlayan Cengiz Bozkurt "Setlerden uzaklaşmak terapi oluyor bizim için de. Seyirciyle aramızda kurduğumuz ilişki bizi başka bir yere taşıyor. Aldığımız adrenalin ve mutluluk bambaşka " diyor.

"Mesleğimiz duyguları anlatmak"

Sarya Toprak

Engin Günaydın, Cengiz Bozkurt, Şinasi Yurtsever, Nilperi Şahinkaya, Kubilay Aka, Deniz Cengiz ve Gökçen Gökçebağ gibi isimlerin yer aldığı HÜCRELER oyunu 19 Ocak 2024 Cuma akşamı Maximum Uniq Hall’da prömiyerini gerçekleştirecek. Biz de bugün oyunu yazan, yöneten ve oynayan Engin Günaydın ve oynayan Cengiz Bozkurt ile yeni oyunlarını konuştuk.

Bu oyunu yazma ve sahneleme fikri nasıl ortaya çıktı?
E.G: Aslında ben bu oyunu 20 yıl önce yazdım. Yıllar önce dekorunu yaptırdık, kostümleri diktirdik. Provalar dahi başladı. Sonra metinde bazı eksiklikler fark ettim. Metinde bir boşluk doğuyordu. Özellikle ikinci perdede sorunlar vardı. Sonrasında projeyi durdurdum. Yazmaya devam ettim. Belki 10 defa revizyon oldu. Bugüne kısmetmiş.

C.B: Oyunun çıkmasına 1 hafta var hâlâ finali revize ediyoruz…

E.G: Dramatik bir metin olsa işimiz daha kolay olurdu. Fakat oyun fantastik ve çizgi film öğeleri barındırıyor. Gerçek hayatla bağı da olmadığı için zorlanıyoruz. Kostümü, dekoru, oyunculuk biçimlerine kadar her alanda yeni bir dil bulmak zorunda kaldığımızdan tekrar tekrar revizyona gidiyoruz. Bu anlatım dilinin netlik anlayışından kaynaklanıyor.

Oyunu 20 yıl önce yazmaya başladığınızı söylediniz. Yani 20 yıllık bir hazırlık süreci olduğunu söyleyebiliriz. Bu hazırlık sürecinden biraz bahsedebilir misiniz?
E.G: 3-4 sendir dekor çalışmaları devam ediyordu. Hatta pandemi döneminde online toplantılar yaparak dekoru netleştirmeye çalıştık. Son 1-2 senedir de kostümlerle ilgili çalışmalar devam etti. En sonunda artık biz bu oyunu yapıyoruz, vakit geldi dedik. Sonra da kast çalışmaları başladı. Geçtiğimiz 2 aydır da sahne üzerinde çalışıyoruz. 

C.B: Engin beraber çalışmayı istediğim biriydi. Fakat daha önce beraber çalışma fırsatı bulamamıştık. Tabii yıllar evvel bu oyun için niyetlenmiştik ama olmamıştı. Ben de 10 senedir tiyatro sahnesine çıkmıyordum. Yönetmen olarak da en son 3-4 sene önce Closer oyununu yönetmiştim. Dizi setleri sinema setleri derken tiyatroya ara vermiştim. Engin’in oyunu ile sahneye dönmek benim için heyecan verici. Çünkü gerçekten kendimi görebildiğim, konumlandırabildiğim ve yorumlayabildiğim bir karakterle geldiler. Bu yüzden projenin içinde olmaktan mutluyum. 

Eğlenceli enerjik bol müzikli ve danslı bir oyun yarattınız... Seyirci 19 Ocak’ta nasıl bir oyun izleyecek? 
E.G: Çok ayaklı bir oyun. Hem bir duygu dünyası var hem mapping dediğimiz dijital bir dünyası var. Aynı zamanda hem müzik dünyası hem de dans dünyası var. Provalarda bizi zorlayan da bu aslında. Mapping dediğimiz şey 2 senedir üzerinde tasarımına dair çalıştığımız bir konu. Sahnede de 16 kişiyiz. 8 aktörümüz var. Çok kalabalık ve görsel şenliği olan büyük bir prodüksiyon. O yüzden diken üstündeyiz. Aksayan bir şey olunca tüm oyunu etkiliyor. 

Bu oyunda hücrelerin hikâyesine şahit oluyoruz. Neden hücreleri seçtiniz?
E.G: Yaş ilerledikçe insanın vücuduna düşkünlüğü artıyor. Biraz üstüne düşününce insan vücudunun dünyaya hatta bir ülkeye çok benzediğini fark ettim. Sistem aşağı yukarı aynı çalışıyor. Ben de insan vücudunu tarif edersem bir ülkeyi, dünya sistemini de anlatabilirim diye düşündüm. O yüzden insan vücudunda geçen bir oyun yazmaya karar verdim. 

Oyunla gerçek hayat arasında bir bağ var gibi... Hücreleri duyguları kurtarıyor. Gerçek hayatta yalnız olmamak, bir arada olmak ve aşk duygusunun nasıl bir yansıması var? Bu duygular bizi de kurtarabilir mi?
E.G: Elbette. Biz bu oyunda aklın yaptığı hatalardan bahsediyoruz. Hatalardan kurtaran ise aşk ve duygular oldu. Akıllı olmak için elimizden geleni yapıyoruz. Ama bana kalırsa dünya sistemiyle ilgili en çok zırvalayan ve sonrasında büyük hatalar yapan hep “akıllılar” oluyor. Dünya sisteminden tutun küresel ısınmaya, savaşlara kadar her yerde aklın hatalarını görüyoruz. Aklı çok seviyoruz. Akıllı olmak için çaba gösteriyoruz. Ama dünya sisteminde dünyaya en çok zarar veren akıl. Bu konuda biz de aklın zavallılaşması, bilgiyi kesmesi ve tek bir akılla hareket etmesi aklın fakirleşmesinden bahsediyoruz. Günümüzde tek akla doğru bir yöneliş var. Buna demokrasinin kaybı diyebiliriz. 3-5 tane aklın kafasına kaldı dünya. Bu tehlikeli bir durum. Bireyselliğin zayıfladığı, bireysel düşüncelerin ve insan psikolojisin öneminin ortadan kalktığı bir durum var. Bu aslında popüler kültür ve sosyal medyadan kaynaklanıyor. Popüler kültürle gelen eğilim insanların zihnini zayıflaştırıyor. Psikolojilerini ve duygularını önemsiz hale getiriyor. Bu da tekdüze, renksiz bir insan profilinin ortaya çıkmasına sebep oluyor. Bu da insanlarda “benim önemim yok” dedikleri ciddi bir moral bozukluğuna yol açıyor. İnsanlar mutsuz oluyor.

Belki bu durumdan ikili bir şey olarak bahsedilebilir. Sosyal medyada pompalanan bir fikir var. Sen çok önemlisin, kişisel olarak kendini geliştir. Sen sen sen. Bu insanlar toplum içine karışınca mutsuz, umutsuz, yalnız hissettiği bir durum var. Yani kimse sosyal medyada pompalanan şeyi iç dünyasında yaşayamıyor. Bu oyun da buna karşı çıkıyor gibi. Yani bireyiz ama yalnızken değil bir aradayken bir şeyleri değiştirip dönüştürebiliriz diyerek dayanışma duygusunu hatırlatıyor gibi…
E.G: İnsan tek başına da önemli. Fakat beraber olduğunda çok daha da önemli. Tek başına bir şey yapmak güçsüz bir şey. Etkili olan kalabalık olarak bir şey yapabilmek. 

Toplumsal çürümenin içinde bir çıkış yolu bulamayınca belki de böyle var etmeye çalışıyoruz kendimizi. 
C.B: Sosyal medyanın 20 yıl öncesine bakınca çok farklı bir etkisi var hayatımızda. Çok fazla dejenere olundu. Dijital çöplük denebilecek bir ortamdayız. Daha da kötüye gidiyor diyebiliriz. Herkesin kendince bir mücadelesi var. Herkes bir çıkış yolu arıyor. Senin de biraz önce söylediğin gibi hücrelerin dayanışmayla akla karşı duyguların bulunduğu yerde kalarak verdiği mücadelenin hücreleri mutluluğa götürdüğünü anlatıyoruz. Biz akla karşı duyguları, kalbi, hissiyatı öne çıkarıyoruz. Bu mesleğimizin bir parçası. 

E.G: Sinemada da tiyatroda her zaman insan psikolojisi ve duyguları önemli bir yere sahip. Biz pek akıl sevmeyiz. 

C.B: Bilim düşmanı gibi de gözükmeyelim. 

E.G: Herkesin kendisini haklı bulduğu bir ülkede ve dünya sisteminde yaşadığımız için böyle diyoruz. Aslında aklı seviyoruz ama aklın zavallılaşıp fakirleşmesinden hoşlanmıyoruz. 

Yani belki de duygular ve hisler daha iyi olanı seçmek gibi de düşünülebilir. 
C.B: Bazen arkadaşlar soruyorlar hangi metotla çalışıyorsunuz diye. Şu ellerinizdeki kitapları bir bırakın da hissettiğinize bakın. Biz sezgisel işler yapıyoruz İçgüdülerimizin çok belirleyici olduğu bir meslek icra ediyoruz. Bu yüzden hissiyatınıza bakın. Hissiyatınız sizi doğru yere götürecektir.

Oyunda bir Nejat karakteri var. Nejat sanki kendi içinde de çatışmaları olan bir karakter. Biraz bahsedebilir misiniz?
E.G: Nejat bizim organizmamız, biz de organizmanın içindeki hücreleriz. Nejat’ın yaşadıklarına dair tepkisini sahnede gösteriyoruz. Nejat hayatıyla ilgili duvara çarptığı bir dönemde. Bu organizmayı ciddi şekilde rahatsız ediyor. Bu hikâye tam bitiş noktasında başlıyor. Nejat kötüye doğru gittikçe virüsler sistemin içine sızıyor. Organizma kendini toplamaya başlayınca iyiye gidiyor. Kısa serüveni bu. Nejat’ın yaşadıkları insanların hayatta yaşadığı sorunlar gibi. Bu sorunlar ne kadar büyük gözükse de değişimle ilgili bir fırsat aslında. Nejat da bu büyük sorundan çıkarak yeni bir hayata doğru gidiyor. 

Yine gerçek hayatla bağdaştırılabilir bir şey aslında. Türkiye’de de dünyada da kötü bir dönemden geçildiği söylenebilir. Ama dibe çöktükçe bir şekilde yine bir arada hareket etmek için yenilenebilen, değişebilen bir şeyin umudunu da veriyor oyun. Oyunu izledikten sonra umutlu çıkacağız diyebiliriz herhalde.
E.G: Hayat her zaman böyledir. Büyük bir sorunla karşılaştığınızda aslında o sorunun hayatınızın anlamı haline gelmiyor. Artık yeni bir dünya sizi bekliyor demektir. Ben bir problemle karşılaştığımda her zaman diyorum ki yenisi nerede? Bizim oyunumuzda seyirciyi motive eden mutlu eden tarafımız da bu. Oyun sonunda herkes kendi gücünün kendi mekanizmasının büyüklüğünü fark ederek benim yapabileceklerim bu kadar değil daha fazlasını yapabilirim diyecekleri bir psikoloji ile uğurlayacağız.

Sizi bir süredir tiyatro sahnesinde göremiyorduk. Şimdi Hücreler oyunu için heyecanlıyız. Peki yakın zamanda işte ulusal kanallarda, dijital platformlarda projeleriniz olacak mı?
E.G: Ben bir süre tiyatro yapmak istiyorum. Çünkü seyirciye ihtiyacım var. Komediyi seviyorum. Seyirciyle beraber kurduğumuz bağ ile ilgili problemlerim vardı. Bunu seyirciyle tamir edeceğimi düşünüyorum. Bir süre bu enerjiye ihtiyacım var.

C.B: Setlerden uzaklaşmak terapi oluyor bizim için de. Seyirciyle aramızda kurduğumuz ilişki bizi başka bir yere taşıyor. Aldığımız adrenalin ve mutluluk bambaşka.

E.G: İnsan televizyonda ve sinemada suyunun çekildiğini hissediyor. Tiyatroda tekrar canlanıyorsunuz. Oyunun 19 Ocak’ta prömiyeri var. 20-21-28-29 Ocak’ta da sahnede olacağız. Mart ayında da Ankara turnemiz olacak.

C.B: Dekorumuz çok fazla. Bu yüzden her yerde turne yapmak mümkün olmasa da büyük sahnelerde seyirciyle buluşacağız. 

E.G: Seyirci fiyatlardan yakınıyor. Ama her şey çok maliyetli. 16 kişi sahnedeyiz. Sahne arkası ile 50 kişiyiz nerdeyse. Kostümler, dekor derken epey maliyetli oluyor. Çok iyi bir sistem kurduk ve bunun bir bedeli oldu.

Türkiye’de sanat üretmek, tiyatro yapmak maliyetli bir şey…
C.B: Bir süredir Türkiye’de tiyatro sessizlik dönemindeydi. Şimdi kendine geliyor. Yeni sahneler açılıyor. Destek bulmaya başlıyor. Tiyatronun sektörel bir yere geldiğinin göstergesi bu. Alternatif tiyatrolar da elbette olacak. Londra’da bizim de öyle bir tiyatromuz vardı. Ama Türkiye’de büyük prodüksiyonların karşılığı yoktu. Artık seyirci de karşılık veriyor. Engin senin başka büyük bir prodüksiyonun olacak mı?

E.G: Sanıyorum ki hayatıma yetişmeyecek… Şimdi başlasam bile yetişmez gibi.