Maalesef dünya hâlâ böyle bir dünya. Yani orduları olan bir dünya. Ve bu yüzden de kimsenin ajandasında savaş yokmuş gibi görünen

Maalesef dünya hâlâ böyle bir dünya. Yani orduları olan bir dünya. Ve bu yüzden de kimsenin ajandasında savaş yokmuş gibi görünen coğrafyalarında bile dünyanın, barış durumu ‘rezervi olan bir barış’tan öteye gidemiyor. Gidemez. Olsa olsa ateşkes hepsi. Yani dünya hâlâ böyle bir dünya. Kısmen savaş içinde, kısmen de ateşkeste. Askeri sanayi çokuluslu şirketlere bu kadar kâr getirdikçe, yan sanayiye bu kadar kazandırdıkça, aracılara bu kadar komisyon sağladıkça, yani silah pazarı dünyanın en hacimli ve en kârlı pazarlarından biri olduğu sürece de bu böyle kalacak. Ulus- devletlerin alıcı kurumlarına akan rüşvet, bu kayıtdışı para ise zaten tek başına bile savaş kışkırtıcılığını istim üstünde tutmaya yeter.
Bazen ulus-devletlerin bütün bu işlevsel aşılmışlıklarına rağmen sırf askeri pazarın hayrına muhafaza edildiğini bile düşünüyorum açıkçası.
Tabii çevresiyle ya da uzak ülkelerle rezervli de olsa bir barış ilişkisi içinde olan, uzun erimlilik iddiası taşıyan bir ateşkes yapmış ülkelerde işi zor bunların. Epey bir manipülasyon gerekiyor oralarda kamuoyuna askeri harcamaları açıklamak için. Bayağı bir tiyatro yani.
Bizde ise silah şirketlerinin de, devletin de, ordunun da böyle bir sorunu, derdi yok. Çünkü hükümet komşularla ‘sıfır sorun’ hedefleyen bir dış politika inşa ettiğini söylese de ne gam, içerideki askeri hareketlilik sayesinde askerin hiçbir ‘meşruiyet’ problemi yok. Sorun içeride çözülüyor.
Şimdi bazıları şu sıralar ülkedeki asker-hükümet ilişkisinin sunduğu manzaraya bakıp bu ülkede artık ‘asker sorunu’ olmadığını, askeri vesayetten söz edilemeyeceğini söylüyor ya, onlara pazartesi günkü Evrensel Gazetesi’nin Halil İmrek imzalı manşetini hatırlatmak isterim. “Şırnak 6’ncı Kolordu Komutanlığı'nda görevli Piyade Er Sedat Horuz’un cenazesi bayramın birinci günü, terhisine beş ay kala ailesine teslim edildi. ‘İntihar ettiği’ açıklamasıyla. Diyarbakır Askeri Savcılığı’nın yaptığı otopsinin sonucu ise aileye verilmedi. Baba Zemci Horuz, oğlunun intihar ettiğine inanmadığını söylüyor. Sedat’ın cenaze törenine, üç ay önce yine intihar açıklamasıyla oğlunun cesedini askerin elinden teslim almış olan Hayri Kamalak da katıldı.”
Evrensel, haberin sonuna bir de kutu eklemiş: “Resmi kayıtlara göre 1991 ile 2001 yılları arasında 1.248 asker intihar girişiminde bulundu, bunların 815’i yaşamını yitirdi. 2007-2009 yılları arasında benzer nedenlerle kışlada ölenlerin sayısı ise 100’e yakın. 2007 yılında 23 olan rakam, 2008’de 28’e çıkmış, 2009’un ilk 10 ayında ise 37’ye yükselmiş.”
Az önce ‘içeride çözüm’den söz ederken kastettiğim bu değildi tabii. Kışlanın içi değil yani. Ama bu rakamlar bile, bu, onların ifadesiyle, ‘askeri zayiat’ bile, Türkiye’de askerin hiçbir meşruiyet sorunu olmadığını ortaya koyuyor.
Askeri vesayet meselesine gelince de: 12 Eylül 1980 tarihinden bu yana askeri operasyon ve harekâtlarda ölen, öldürülen, infaz edilen yurttaşların sayısının on binlerle ifade edildiği, 17 bin kayıp yurttaşın büyük bir kısmının akıbetinin ise kayıp yakınları ve insan hakları örgütleri tarafından Jandarma İstihbaratı ile açıklandığı, yani içeride, içeriye yönelik bu denli hacimli bir operasyonun ordu eliyle yürütüldüğü bir ülkede zaten askeri vesayet rejiminden başka bir şey mümkün müdür? Demokrasi mümkün müdür?