37 sene önce bugün Amerikalı James Hetfield ve Danimarkalı Lars Ulrich resmen Metallica’yı kurdu. Ve metal rapsodisi dünyayı değiştirmeye başladı

Metallica metal rapsodi

Doğu Yücel

Gündemdeki Queen biyografi filmi Bohemian Rhapsody’nin fragmanındaki bir sahnede Roger Taylor, Freddie Mercury’e “Sen bir efsanesin” diyor da Mercury ona “Hepimiz efsaneyiz” yanıtını veriyor ya, merak ediyorum 37 sene önce bugün Metallica’yı kurarken Lars Ulrich ve James Hetfield’ın böyle bir hayali var mıydı? Hiç sanmıyorum. Onlar çok büyük Queen hayranları olmalarına rağmen (Queen şarkısı Stone Cold Crazy’e yaptıkları cover’la Grammy aldıklarını, Hetfield’ın Mercury anma konserinde sahne alan tek metal şarkıcısı olduğunu not düşmem gerek) rock müziği 70’lerin ve 80’lerin sonunda kuşatan görkem ve gösterişe, “efsane” olmak gibi klişelere karşıydılar. Dar kot pantolonları ve tişörtleriyle sahneye çıkıp rock ve metal’e yeniden dürüstlüğü, tavizsizliği ve sokak ruhunu katmak üzere yola çıktılar.

Tabii bu sonucu değiştirmedi! Metallica gelinen noktada bir efsane. Hem de benzersiz bir efsane. Çok gürültülü ve agresif bir müzikle sadece metalcilere değil herkese ulaşmayı başardılar, hem rakamsal zaferlere ulaştılar hem de saygınlık kazandılar. Peki heavy metal gibi ana akım medyanın ve öncül rock müzisyenlerinin bile yıllarca lanetlediği bir müzik türünü icra eden Metallica bu konuma nasıl geldi? Bir kere Metallica modern dünyada kontrol etmekte veya medeni ölçütlerde dışavurmakta zorlandığımız öfke duygusunu müziğe en iyi yansıtan grup oldu. Belki de öfkeyi sevmekten bahsediyoruz. Öfke duygusundan sevgiye geçebilir miyiz? Bir Metallica konserinde geçebilirsiniz. Hetfield her konserde “Sevgiyi hissediyor musunuz?” diye seslenir ve çatık kaşlarınızın yumuşadığını etrafınızda sizinle aynı kafadaki kalabalıkla birlikte kitlesel bir sevginin parçası olduğunuzu hissedersiniz.

Sanırım Red Hot Chili Peppers’ın basçısı Flea da bana katılacaktır, çünkü kendisi Rock and Roll Hall of Fame sunuş konuşmasında Metallica’nın önemini şu sözlerle vurgulamıştı: “Bir Metallica konserine gitmiş, kafasını sallamış ve ellerini şeytan boynuzu şeklinde havaya kaldıran herkes, insanlık için harika bir şeyin parçası olmuştur. Onlar bir ruhani egzersiz, grup terapisi ya da sevgi eylemi kadar sağlıklı bir etkinlikte bir araya geldi... Metallica insanları birleştirmek ve onların hayatlarına neşe katmak konusunda herhangi bir hippi, barış ve sevgi müziği kadar başarılı olmuştur.”

Ve herkes için devrim
Metallica’nın bir diğer meslek sırrı devrimcilikte yatıyor. Thrash metal’i icat eden, sonra icat ettiği türü değiştiren, sonra da yıkan grup Metallica. Katıksız thrash metal albümü olarak anılan ilk albümleri “Kill’em All”unda bile dört dakikalık bir bas solosuna (Pulling Teeth) yer verdiler. O solonun icracısı Cliff Burton grubun devrimci ruhunun kaynağı. Hetfield’a Lovecraft ve Hemingway kitaplarını gösteren entelektüel de ta kendisi. Tabii Hetfield ve Ulrich de az devrimci karakterler değil. İkinci albüme yarı-ballad ‘Fade to Black’i koyan, “Black Album” ile thrash’ten heavy’e dümen kıran, sonra imaj ve sound’ları ile hayranların tepkisini çekecek “Load” albümlerini yaratan büyük beynin sol ve sağ tarafı diyebiliriz Hetfield ve Ulrich için.

Cliff Burton’ın turne esnasında yaşanan trafik kazasıyla hayata 24 yaşında gözlerini yumması kuşkusuz müzik tarihinin en üzücü trajedilerinden biri. Metallica’nın bu onarılmaz badireyi hiç zaman kaybetmeden, Jason Newsted’ın katılımı ve “And Justice for All” gibi bir başyapıtla atlatması ise grubun adanmışlığını ve yıkılmaz bir güç olduğunu kariyerlerinin başında ispatlayan gelişme oldu. Metallica kariyeri boyunca Burton’ın ölümü kadar olmasa da birçok “engel”le karşılaştı.

“Hiçbir zaman klip çekmeyeceğiz” diyerek yeraltı ruhunun kitabını yazan grubun ‘One’ ile birlikte klibe abanması dönemin fanatik metalcilerinin hoşuna gitmemiş, “davayı satmak”la suçlanmışlardı. 2000’deki Napster davası grubun itibarını sarstı. Hetfield’in alkol problemi, Jason Newsted’ın ayrılığıyla hortlayan grup içi çatışmalar da zordu. Ama hiçbir şey grubu yıkamadı. Üstelik bu süreçten bile tüm zamanların en ilginç rock belgesellerinden biri olan “Some Kind of Monster”ı çıkarmasını bildiler.

Dünyanın Metal’i
Metallica’nın en büyük başarısı bir dünya grubu olmaları oldu. Bu hem en büyük başarıları hem de o büyük başarılarının açıklaması olarak gösterilebilir. 2013’te Antarktika’da konser vererek gezegenimizin 7 kıtasında çalmayı başaran ilk müzik grubu olmaları önemliydi ama tam olarak ondan söz etmiyorum. Metallica’ya bakalım: Danimarkalı Lars Ulrich, Amerikalı James Hetfield ile tanışır. Yanlarına Filipin ve İrlanda kökenli Kirk Hammett’ı alırlar. Son olarak da Meksika asıllı basçı Rob Trujillo onlara eklenir. Lars’ın Avrupa kültürünü Amerika’ya taşıması, Hetfield’in saf Amerikan müzik anlayışını bununla birleştirmesi, yaratım anlamında kalıpları, kuralları, ezberleri tanımamaları bu grubu türler üstü olduğu kadar “ülkeler üstü” kıldı. Metallica’yı Metallica yapan bunlardı ve daha fazlasıydı. En çok da müziğin kendisiydi. Ofiste kulaklıkla ‘Orion’ dinlerken ayağıyla ritim tutanlar, sonra herkesin ortasında değilmiş gibi kafa sallayanlar, derken birden bire gözleri dolanlar anlayacaktır.