Bazen etkili olan, hatta çoğunlukla etkili olan göstermek değil, görünmeyeni çağırmaktır. Görünmeyeni çağıran yani kadrajın dışında varlığını kabul ettiren şey bir nesne, kişi, doğa olabildiği gibi bir olay, bir durum da olabilir. Çerçeveleme yapıldığı anda bir alanın ve en az bir planın sınırları çizilmiş olur. Gösterilen aslında görünmeyenle buluşmadığı anda hiçbir şey ifade etmez. Fotoğraf görüntüsünde gerçekliğin doğru yansısı görünmeyenle ilişkisi içinde ele alınmalıdır. Görünen kadar, kadrajda görünmeyen de; başlangıçtaki duyguyu düşünceye çağıran, bakışı edilginlikten çıkaran, kişiyi aslolan içeriği okumaya iten, dolayısıyla sorgulama ve nedensellik ilişkilerini aramaya sevkeden bir güce sahiptir. 'Gerçek'in sürekliliğini sağlar. Gerçeklikten bir şey kadrajın dışında da devam etmektedir. Örnek mi? Samsun'da, Mert Irmağı'nın taşmasıyla yaşanan ve doğal afet diye tanımlanan felaketin fotoğraları. Görülmesi gereken yalnızca selin ve ırmağın zorbalığı değil, ırmağı sıkıştıran TOKİ konutlarının zorbalığıdır. Liberalizm ile sapık faşizm aklı arasında dere yatağına kurulan, doğaya aykırı, içinde oturanlar açısından yapay ve ölümcül olduğu ne yazık ki önemsenmeyen konutlardır bunlar. Medya'nın servis ettiği fotoğraflarda taşan dere, çamura gömülmüş evler, acı içindeki insanlar olduğu gibi, genel çevreyi gösteren fotoğraflarda TOKİ konutlarının dere yatağına yakınlığı gözlerden kaçacak gibi değil. Bunlar görünenler. Kastettiğim bu fotoğraflarda kadrajın göstermediği ama varlığını tereddütsüz kabul ettiren şeyin ne olduğudur. Yanıtı zor olmasa gerek. O fotoğraflardan araziyi imara açılmasını isteyen ve imara açanları görebilmeliyiz. Arazi sahibinden -ki bu kişi ya da kuruluş olabilir- TOKİ'nin bu araziyi konut yapmak üzere satın alarak halkı düşünmediğini görebilmeliyiz. Barınma hakkı gibi insani değerlerde bile bu felakete sessiz kalan devlete güvenmemek gerektiğini görebilmeliyiz. Ne kadar üstünü örtmeye kalksalar da suçlu olduklarını görebilmeliyiz. Pervasız, erk meraklısı, koltuk sevdalısı, vicdansız ve 10 kişinin katili oldukları oradaki fotoğraflarda görünmeseler de biz birey birey fotoğraflarını, hem de portre fotoğraflarını zihinlerimizde canlandırabilmeliyiz. VE KONUŞMALIYIZ.
 
Burada yaşayanlar yoksuldurlar. İnsanca bir yerde barınmaları için değil, kapatılmak için bu evlere tıkılmışlardır. Kadrajda görünmeyenler bu evlerde oturmazlar. Yoksulların bedenleri onlar için bir çökeltiden, bir atıktan farklı değildir. 'Özdeşlik' belası bu alanı da boş bırakmaz. Kadrajda görünen gibi görünmeyen yoksulluğu da bir belirsizlik, hatta bir elem yeri haline getirir ve ona hatırı sayılır bir dramatik güç kazandırır. Herşeyi görmekten ve çekmekten haz duymayı öğrendik. Militan tavır, fotoğrafta sınırsızlığın görüntüde yakalanması imkansızlığını, konuşan (fotoğrafçı ve fotoğrafı okuyan) özneyle tamamlamaktır.
 
Fotoğraf yalnızca hatırlamak için değildir. Çünkü fotoğraf görünenle, kadrajın dışında varlığını kabul ettiren şeyin birlikteliğidir. Militan fotoğrafçı dediğim ise bütün bunlara konuşan öznenin eklemlenmesidir. Öznenin işin içine militanca girmesini gerektirir. Buysa risklidir. Militan fotoğrafçı ve fotoğraf söylemini fazla saldırgan, fazla okunaklı, yananlamlardan yoksun fotoğraf olarak anlaşılmamalıdır. "Görseli değişim ve dönüşümün dili olarak kullanmak" cümlesini ağıza pelesenk etmekle, eyleme geçmek farklı şeyler. Fotoğrafların gücünün giderek azalması, seyirci kalma kültürünün bir parçası değil mi?