Kitap okumak, hele edebiyat okumak, insanın yaşama deneyimleri, zihinsel donanımıyla koşut gelişebilen içsel bir kazanım. Her insan için farklı bir başlangıç evresi, nedeni olabilen, kitaptan kitaba evrilen karmaşık bir bireysel yolculuk.

Mine Soysal ile çocuk kitaplarına dair: Kimse edebiyatı ‘öğrenmek’ için okumaz

Deniz Coşan

Günışığı Kitaplığı’nın genel yayın yönetmenliğini sürdüren yazar Mine Soysal, “Yetişkinler; çocuk eğer bir kitap okuyorsa, ders dışındaki kıymetli zamanını kitaba veriyorsa sonucunda doğrudan test edebilecekleri bir ”yarar” etkisi bekliyor. Oysa kimse edebiyatı “öğrenmek” için okumaz” diyor.

Yazdığınız ve yayımladığınız eserlerde çocukların okuma alışkanlıklarını kazanamama ya da kazanma süreçlerine değindiğinizi biliyoruz. Peki, siz nasıl bir çocuk okurdunuz? 
Ah şuna “alışkanlık” demesek de, artık kitap okuma “zevki” ya da “keyfi” desek? Alışkanlık, şartlanmış davranış anlamı taşıyor. Oysa okumak, bunun çok ötesinde bir zihinsel faaliyet. Keşfetmesi, içselleşmesi, gelişmesi, insandan insana değişebilen katmanlı ve gizemli bir yolculuk… Benim okuma keyfi edinme hikâyem, 2000’li yılların çocuklarını daha iyi anlamamın da nedeni belki de. Ben, İstanbul Kadıköy’de doğup büyüyen bir çocuktum. 1960’lı yıllar; Moda, Kalamış, Caddebostan, Suadiye, Tuzla… kentin tüm sahillerinden denize girerdik. Bahçede, sokakta oynamaktan evlere uğramaz; meyve ağaçlarından, bisiklet tepelerinden inmeyi bilmez, okula yürüyerek gidip gelirdik. 1970’lere, ilkgençlik yıllarıma kadar hep başına buyruk yaşamış, yerinde duramayan bir çocuktum. Okumak gibi edilgen bir davranış beni bunaltıyor, denediğimde fena halde sıkılıyordum. Ortaokulda not ortalaması berbat bir öğrenciydim. O yıllarda, bir yandan muhteşem birer liseli ve okur olan iki ablam, bir yandan da Türkçe öğretmenim Nezahat Tunga, sabırlı çabaları sayesinde bana yeni bir dünya armağan ettiler, beni değiştirdiler. Ablalarımın, okullarının kütüphanesinden getirip önerdiği bazı kitaplar zamanla dikkatimi çekmeye başladı. Birkaçını hemen okuyuverdiğimi ve buna yine en çok kendimin şaşırdığını hatırlıyorum. Nezahat Öğretmenim ise akademik başarıma takılmıyor, yazılarımla yakından ilgileniyor, benimle edebiyatçıları, şiiri, nesri konuşuyordu. Lise yıllarımda onların sayesinde artık kitaplarla işleyen bambaşka bir evrende yaşıyordum. Roman, öykü, şiir, felsefe, tarih, mektup, anı, yaşantı gibi türlerin ve alttürlerin sıkı bir okuru olmuştum. 

‘‘Eyvah Kitap!’’ adlı eseriniz oldukça bilinen bir eser ve bu eserinizde gençlerimizin okuma alışkanlığını kazanamama sebeplerini gerçekçi bir dille ve gerçek olaylarla aktarmışsınız. Peki, sizce neden çocuklarımızın ya da gençlerimizin çoğunluğu okumayı sevmiyor, alışkanlık kazanamıyor?
Kitabımı yazmadan önce uzun yıllar Türkiye’nin farklı yörelerinde, özellikle ortaokul ve lise öğrencileriyle okuma hallerine ilişkin sohbet etme olanağı buldum. Büyük bir çoğunluk bana kitap okumayı sevmediğini söylüyordu. Samimi itirafları beni mutlu ediyor, nedenini anlamak için onlara sorular soruyordum. Cevapları ya da sessizlikleri üzerine hep birlikte düşünüp tartışıyorduk. Çoğu çağdaş çocuk ve gençlik edebiyatından habersizdi. Ellerine tutuşturulan Klasikler’den, eksiltilmiş, anlaşılmaz hale gelmiş kötü çevirilerden, baskılardan bunalmıştı. Kimisi, çok sevdiği fantastik, bilimkurgu, polisiye romanları ya da çizgi romanları okumak istiyor, ama büyükleri tarafından engelleniyordu. Genelde hepsi, sadece büyüklerinin uygun gördüğünü okumak zorundaydı. Üstelik sayısız öğrenci evde de okulda da kitap yüzü görmüyordu. Yaşadıkları il ya da ilçenin halk kütüphanelerini kitap ödünç almak için değil, ders çalışmak için kullanmaya alışmışlardı. Elbette kütüphanelerde de çağdaş edebiyatla buluşma ve okuma olanakları çok kısıtlıydı. (Neyse ki son yıllarda bu durum artık olumlu yönde değişiyor.) Tanık olduğum gerçekler beni birçok yönden düşündürdü. Özellikle ortaokul ve lise yıllarında gençlerin hızla içine itildikleri “kitap okumayı sevmediğini sanma” yanılsamasından ancak özgürce düşünerek, kendi deneyimlerini ve olanaklarını cesaretle sorgulayarak sıyrılabildiklerini gözlemledim. Bunu onlara da, yetişkinlere de anlatmaya odaklandım. Bu çabayla ortaya çıkan “Eyvah Kitap!”ın yayımlandığı 2006 yılından bugüne sayısız insan bu konuda başka türlü düşünebilmeyi, kitaplardan, okumaktan korkmamayı başardı. Daha çok çocuk, genç, kendini “okur” ya da “okumaz” diye yaftalayanlara inat, kendi okurluk serüvenine atıldı. Artık daha çok çocuk, canının istediğini okumayı, sevip sevmeme hakkını özgürce kullanarak yaşıyor.

Notos’a yazdığınız bir yazıda, “Çoğu yetişkinin düştüğü ilk tuzak, çocuğun okuduğu her kitaptan ‘iyi ve yararlı’ bir şeyler öğrenmesini beklemek” diyorsunuz. Çocuğun çocuk edebiyatından zevk alma hakkından bahsediyorsunuz. Bu konuyu biraz açabilir misiniz? 
Bu noktayı çok önemsiyorum. Kitap okumak, hele edebiyat okumak, insanın yaşama deneyimleri, zihinsel donanımıyla koşut gelişebilen içsel bir kazanım. Her insan için farklı bir başlangıç evresi, nedeni olabilen, kitaptan kitaba evrilen karmaşık bir bireysel yolculuk. Öyle bir süreç ki bu, en çok zengin seçeneklere ve özgürce denemeler yapmaya ihtiyaç duyuyor. Çocuğun türlü nedenle merak ettiğini, ilgi duyduğunu okumaya heves etmesi; okuma denemesinden tatmin olmuş ya da hayal kırıklığına uğramış olarak çıkması; başka yazarlara, türlere, yeni okumalara yönelmesi doğal olan, beklenmesi gereken. Yetişkinlerse çocuk eğer bir kitap okuyorsa, ders dışındaki kıymetli zamanını kitaba veriyorsa sonucunda doğrudan test edebilecekleri bir ”yarar” etkisi bekliyor. Oysa kimse edebiyatı “öğrenmek” için okumaz. Hangi yaşta olursak olalım edebiyatı, şiiri, felsefeyi, bu muhteşem gezegendeki varlığımızı, yaşadıklarımızı anlamak ve anlamlandırmak için okuruz. Tıpkı bizim gibi çocuklar da, gençler de aynı ihtiyacı karşılayabildiği sürece okur kalabiliyor. Şunu da hatırlatmak isterim: Nitelikli çocuk edebiyatının yaş sınırı yoktur, her yaş içindir. Çocukların da okuyabildiği edebiyat eserleri anlamına gelir.

Fantastik edebiyatın çocuğun soyutlama yeteneğini geliştireceğini söylüyorsunuz. Aileler, fantastik edebiyattan kaçınıyorlar mı?
Çoğu öğretmenden, ebeveynden duyduğum bir yakınma var: “Bizimki(ler) hep boş şeyler okuyor!” Bu gereksiz yakınmayı en çok fantastik, bilimkurgu, polisiye okurları için duyuyorum ne yazık ki. Oysa bütün bu kitapların nitelikli örnekleri, özellikle 10-12 yaş üstü gençleri edebiyata en çok yakınlaştırabilen, okur olma şanslarını en çok körükleyen eserleri sunuyor. Bu konuda gençlerden sıklıkla dinlediğim serzenişler yol gösterici: Bir 9. sınıf öğrencisi, “Ailem, polisiye okuduğum için katil olacağımı sanıyor sanırım!” demişti. Bir 6. sınıf öğrencisi, “Fantastik romanları seviyorum, çünkü benim zekâmı ciddiye alıyorlar!” demişti. Yine bir liseli, “Bilimkurguyu sadece okumuyorum, aynı zamanda bilimsel bir ‘inandırıcılık testi’ yaşıyorum sanki,” demişti. Onlara gerçekten kulak verdiğimiz zaman, bizlerden çok ilerde, çok farklı bir deneyim biriktirme cesareti gösterdiklerini, buna ancak saygı duyabileceğimizi düşünüyorum. Kendi okumadığımız türleri okuyorlar diye onları yargılama hakkımız olamaz. Nitelikli kitaplardan kimseye zarar gelmez. Korkmamalı, suyun yolunu bulması için sabretmeliyiz.

Siz yayıncı olarak bir çocuk edebiyatı eserinde öncelikle nerelere dikkat edersiniz?
Yayın kurulumuz için belirleyici iki nokta var: İlki; dosyayı ya da kitabı okuduğumuzda, birer edebiyat okuru olarak zevk almış, haz duymuş olmalıyız. İkincisi; hedef yaş grubunun okuma ihtiyaçlarını ve becerilerini karşılamaya uygun kurgu, üslup, tempo gibi yapısal özellikleri dikkatimizi çekmeli. Edebiyat elbette özgür bir yaratı alanı. Çocuk edebiyatı söz konusu olduğunda, yazarın uzman editörüyle yüksek işbirliği kurabilmesi, kitabın dil evreni, özgünlüğü, söylemiyle okura daha güçlü ulaşmasının da anahtarı. Sonuçta kitabı yaratan tüm öğeler, okura ahenkle, bütünlükle geçebilmeli.