MİT TIR’ları, devlet sırrı ve kamusal bilgi edinme hakkı

FİLİZ ZABCI- Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi

Cumhuriyet gazetesinde Can Dündar’ın MİT TIR’larının silah taşıdığına dair yaptığı haber, Türkiye’de tanımlanması ve sınırlarının belirlenmesinde hukuki anlamda boşluk bulunan devlet sırrı1 sorununu gündeme taşıdı. MİT TIR’larının haber yapılmasının bir devlet sırrı ifşası olup olmadığı tartışmalı bir konuyken, iktidar önce “gerçek olmayan haber ve görüntü” yorumunda bulunup hemen arkasından devlet sırrının (devlete ait gizli bilgi ve belgelerin) ifşası deyip, tam anlamıyla çelişkili açıklamalarda bulunarak kendi iddiasını da çürütmektedir.

Öte yandan, devletin hukuk dışı pratiklerini, sınırsız ve keyfi eylem ve işlemlerde bulunma durumunu meşrulaştırmak için sık sık başvurduğu “devlet sırrı” kavramının, AKP’nin ve Cumhurbaşkanı’nın dilinde bir silaha dönüştüğünü de görebiliyoruz. Bu kavramın, başta düşünce özgürlüğü ve bilgi edinme hakkı olmak üzere demokratik hak ve özgürlüklere yönelik bir silah ve hatta kimi durumda adaletin yerine getirilmesi önünde bir engel olduğu pek çok duruma tanık olduk. Bunun tipik bir örneği, faili meçhul cinayetlerin sorgulanması için 1993’te oluşturulan Meclis Araştırma Komisyonu’nun istediği bilgilerin verilmesinin “devlet sırrı” olduğu bahane edilerek Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi Başsavcılığı’nca engellenmesidir.

Devlet sırrı öne sürülerek, bilgilerin kamuoyuna yansımasını engellemede, siyasal iktidarların kullandığı en önemli kozlardan birisi, “savaş” durumudur; genellikle de icat edilmiş bir “düşman”a karşı geliştirilmiş bir savaş... Sözgelimi, 11 Eylül’de İkiz Kuleler’e yapılan saldırısı sonrası ABD’nin geliştirdiği “terörle savaş” stratejisi, Bush iktidarının, “Devlet Sırları Ayrıcalığı”2 uygulamasını genişletmesiyle sonuçlanmıştır. Türkiye’de AKP iktidarı özellikle son zamanlarda “paralel yapı” merkezli düşman odaklı bir siyaset geliştirilmekte ve devlet sırrı olarak belirlenen bilgilerin bu düşmanlar tarafından ele geçirilmek istendiği yolunda bir söylem buna eşlik etmektedir. Devletin ordu, polis gibi şiddet araçlarını, hukuku esneterek, hatta askıya alarak daha geniş bir alanda ve daha sorumsuz bir biçimde kullanmaya çalıştığı her girişimde özgürlük-güvenlik ikiliği üzerinden dayatılan sorun, şimdi “devlet sırrı” ve bu sırrın ifşasının doğuracağı sonuçlar açısından tartışmaya konu edilmekte; güdümlü bir kamuoyu oluşturulmaya çalışılmaktadır.

Oysa Avrupa’da anayasal devlet anlayışının ve uygulamasının yerleşmeye başladığı XVIII. yüzyılın ikinci yarısından itibaren “devletin demokratikleştirilmesi” sürecinin en önemli eksenlerinden birisi devlet sırrının tanımlanması ve sınırlarının belirlenmesidir. Devletin eylem ve işlemleri hakkında bilgi edinme hakkı, keyfi, sınırsız mutlakıyetçi yönetimlerden demokratik anayasal yönetimlere geçmenin kurucu bir unsurudur. Bu dönem aynı zamanda “devlet”le özdeş bir “kamu” (kamusal alan) anlayışından, devletten bağımsız ve devleti eleştiren, sınırlayan, denetleyen, hesap soran bir kamu (kamusallık) düşüncesine geçişi içermektedir. Modern siyasal yaşamın sağladığı dönüşümlerden biri de, kamusallık ya da kamuoyu adına, devletin sırlarına, “gizli” alanına (secretaries) karşı bir mücadele yürütülmesidir. Devlet kararları, eleştiren ve düşünen bir kamuoyu önünde verilmeye başlanmıştır. Meşruluğun kaynağı artık kralın ya da prensin keyfi iradesi (voluntas) değil, yurttaşların bilgilenmelerinin ve eleştirel tartışmalarının ürünü olan akıl yürütmedir (ratio).

Modern kamusallığın bir unsuru olan yazılı ve görsel basın, devletin şeffaflaşması, devlet etkinliklerinin açık olması istemini içeren bu demokratik ilke için yaşamsal bir öneme sahiptir.
Devletin eylem ve işlemlerinin kamuya açık olması ve denetlenebilir olması ilkesi akla dayalı yasa anlayışı ile birleşmiştir. Dolayısıyla, devlet sırrının yasa yapıcılar tarafından tanımlanması, hukuki bir çerçeveye oturtulması elbette gereklidir. Ancak devlet sırrının içeriği ve sınırlarının ne olacağı son derece tartışmalıdır. Devlet sırrı ne olabilir; hangi karineye dayanarak meşru ve hukuki bir zemine taşınabilir? Tanımlamada, genellikle ölçüt “kamu yararı”dır. “Kamu düzeni” ve “kamu güvenliği” gibi art arda sıralanan siyasi ve hukuki düzlemdeki kavramlarla da karşılaşıyoruz.

Buradaki “kamu”nun nasıl yorumlanacağı önemlidir. Devlet olarak kamu mu yoksa devletin dışında, devletin kararlarından etkilenen, bu nedenle devlete hesap soran bir kamu mu? Ayrıca kamu yararı kimin yararıdır? Devletin ve hatta devlet içinde belli mevzileri tutmuş çıkar ağlarının yararı mı yoksa sözünü ettiğimiz bir yurttaşlar topluluğu olarak “kamu”nun mu? Mersin Akkuyu’da yapılmakta olan nükleer santrale ilişkin Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nın hazırlamış olduğu rapor “devlet sırrı” gerekçesiyle mahkemeye gönderilmediğinde ve kamuoyunun bilgisine sunulmadığında acaba kimin yararı gözetilmektedir?

Bir başka nokta, devlet sırrının “kapsamı”nın belirlenmesinin yürütme organına bırakılmasının doğuracağı risklerdir. Bilindiği gibi, Türkiye’deki uygulamada (Meclis İçtüzüğü’nün 105. maddesi gereği) “devlet sırları ve ticari sırlar” kapsamına giren konular meclis araştırması dışında bırakılmaktadır. Dolayısıyla devlet sırrı söz konusu olduğunda, yürütme yetkisi, yasama ve hukuk denetimi dışına taşınabilmektedir. Oysa kamuyu doğrudan ilgilendiren, kamu yararının içinde olduğu bu bilgi türünün tanımının nasıl yapılacağının bizatihi kamu tarafından tartışılması gerekir.

Eninde sonunda bu siyasi bir meseledir ve demokratik hak ve özgürlüklerle ilgilidir. Yurttaşlık haklarını nasıl tanımladığımız ve devlet-yurttaş ilişkisini nasıl ele aldığımız ile bağlantılıdır. Bu nedenle, kamusal organlarda ve yayınlarda gelişen eleştirel tartışma ortamını, düşünce özgürlüğünün ve bilgi edinme hakkının garanti altına alınmış olması son derece önemlidir.
Unutmayalım ki, devlet sırrı kavramı, bir siyasal rejimin yolsuzluğa ve keyfiliğe doğru sürüklendiği, yozlaştığı anlarda çok daha fazla gündeme gelmeye başlar; yürütme organının güçlenmesi ve yasama ile yargı denetimi dışında kalması için bir gerekçe oluşturur. Demokratik ilke ve uygulamaların tam anlamıyla yerleşmediği ülkelerde kurumsal denetim mekanizmalarının yetersiz kalması kaçınılmazdır; o nedenle kamunun kendi örgütleri ve ağları aracılığıyla gerçekleştireceği eleştiri ve hesap sorma pratiğinin vazgeçilmez olduğunu belirtmek gerekiyor. Kuşkusuz, “kamunun bilgilendirilmesi”nin önkoşulu özgür bir basının varlığıdır. Cumhuriyet Gazetesi soruşturmaya konu olan MİT Tırları ile ilgili haberi ile kamuyu bilgilendirmek adına önemli bir sorumluluğu yerine getirmiştir.

1- Türkiye’de devlet sırrının tanımı sorunludur; çünkü gerek anayasa gerekse ceza hukuku içinde açık bir biçimde tanımlanmamış, sınırları belirsiz bırakılmıştır. Bu sorun Bilgi Edinme Hakkı Kanunu ve Devlet Sırrı Kanunu Tasarısı’yla giderilmeye çalışılmıştır.

2- İngiltere’den miras alınan Devlet Sırları Ayrıcalığı (State Secrets Privilege), Birleşik Devletler’de yürütme organının ulusal güvenliğe zarar vereceği gerekçesi ile devletle ilgili bilgileri (sırları) mahkemeye vermeyerek davayı durdurabilmesine yönelik bir uygulamadır. George W. Bush’un başkanlığı döneminde, işkence gibi devletin yasa dışı eylemlerini örtmek için geniş bir biçimde yorumlanmış ve esnetilmiştir.