Yolumu kaybettim. Oysa defalarca gittiğim kütüphaneyi kolayca bulacağımı sanıyordum.

Yolumu kaybettim. Oysa defalarca gittiğim kütüphaneyi kolayca bulacağımı sanıyordum. Hafıza zaafıma vurgu yapmaktansa, Moskova’nın yenilenen yollarını ve binalarını bahane göstermeye meyilliyim.

Genç kuşak ne kütüphane bilir, ne de Nâzım Hikmet’i hatırlar diye düşündüğümden dolayı, yolda genellikle yaşlı Ruslar’ı durdurup soruyorum:

- Nâzım Hikmet Kütüphanesi nerede biliyor musunuz? 59. semt kütüphanesi yani?

Bilmiyorlar. Kimse bilmiyor. Galiba kütüphaneler halkın hayatından çıktı gitti artık.

Nâzım’ı da tanımıyorlar. Ama ben onlara şu cümleyi söylediğimde hatırlar gibi oluyorlar:

- Hani, “Dünyayı verelim çocuklara” şiirinin sahibi…

Bu şiiri yaygın şarkıdan biliyorlar. Ama yine de bana yardımcı olamıyorlar.

Sonunda kendi çabamla gecikerek ulaşıyorum kütüphaneye. İçerde Türk heyeti: Büyükelçi Aydın Sezgin, işadamları, Türkiye’den gelen aydınlar… İşadamları kütüphaneye kitap yardımı yapıyorlar ve bazı odaların restore edilmesine katkıda bulunuyorlar.

Oradaki Türkler’in hemen hepsi Moskova’da bir Nâzım Kütüphanesi olduğunu yeni duymuş. Halbuki birkaç kez yazmıştık. Demek az yazmışız. Bu tür şeyleri ne kadar yazsak az…

Kütüphane’nin Rusça internet sitesinde benim yazılarımda birkaç kez kullandığım bir karşılaştırmayı adımı da vererek kullandıklarını gördüm: “Onların Puşkini, bizim Nâzımımız…” Galiba Ruslar Türkçe yazılanları da Türkler’den daha fazla okuyorlar…

*      *      *

Evet, Moskova’da Nâzım Hikmet’in adını taşıyan bir devlet kütüphanesi var. Kentin kuzeyindeki Sokol bölgesinde, şairin son olarak oturduğu 2. Pesçanaya Sokağı’nın yakınında.

Kütüphane 1952’de, Novopesçanaya Sokağı, 23/7 adresinde açılmış. Pesçanaya sokakları ve meydanı civarında bir semt kütüphanesi olarak.

O günden bu yana kütüphaneliğin yanı sıra bir dizi kültürel etkinliğe evsahipliği yapmış. Geceler, konferanslar, şair ve yazarlarla buluşmalar,  sergiler, konserler…

Nâzım bu kütüphaneye gelmiş, okurlarıyla buluşmuş, konuşma yapmış…

1973 yılında kütüphaneye Nâzım’ın adının verilmesi için başvuru yapılmış. Bu talep ancak 1981’de olumlu karşılık bulmuş.

Yıllar boyunca burada Nâzım için anma toplantıları ve kültür geceleri düzenlenmiş. ünlü Türkologlar Ekber Babayev, Antonina Sverçevskaya, Vera Feonova, Radiy Fiş ve hâlâ üretmeye devam eden Svetlana Uturgauri defalarca gelmiş buraya. Ve elbette Vera Tulyakova-Hikmet.

Kütüphane’nin kapısında Nâzım Hikmet’in adı, içinde Nâzım köşesi, O’nun kitapları, fotoğrafları var...

Gün gelmiş, Rusya’nın piyasa ekonomisine geçtiği koşullarda Kütüphane’yi kapatıp orayı ticari işler için pazarlamaya kalkmışlar. Ama Tulyakova ve semt sakinleri izin vermemiş. Ancak bu arada Kütüphane’nin bir kısmı sergi merkezi olarak oradan kopmuş.

Keşke Türkiye (devletiyle, özel sektörüyle, aydınlarıyla) bu tür kültürel konulara daha fazla ilgi gösterebilse de, bu mekânları da değerlendirerek Rusya’da kalıcı Türk-Rus kültürel kurumları yaratılmasına öncülük edebilse. Nâzım Kütüphanesi’ne maddi ve kitap yardımlarından Moskova’da Nâzım Hikmet Kültürevi’nin açılmasına kadar somut adımlar atabilse…

*      *      *

Bir keresinde, Nâzım’ın doğumunun 105. yılı dolayısıyla mütevazı bir anma toplantısı düzenlenmişti kütüphanede; Rusça ve Türkçe Nâzım şiirleri okunmuştu; Melih Güneş tarafından hazırlanan, Nâzım Hikmet’in kendi sesinden okuduğu şiirlerin ve fotoğrafların yer aldığı bir slayt gösterisi izlenmişti.

O’nu tanıyanlar anılarını anlatmıştı. Yaşlıca bir gazeteci kadın, vaktiyle komşusu olduğu Nâzım’la ilgili olarak şöyle bir cümle kullanmıştı: “Nâzım vicdandı, onun bulunduğu yerde düzeyi düşüremezdiniz!”

O günkü toplantı ve bu cümle çok hoşuma gitmişti. Nâzım Hikmet Kütüphanesi Müdüresi Yelena Malgina idi o zamanlar. Her yıl bizim düzenlediğimiz anma etkinliklerine gelen veya birilerini gönderen eski müdüre Tatyana Sergeyeva sağlığı elverdiğince ilgilenmiş, telefon üstüne telefon etmişti. Geçen 3 Haziran törenlerinin bence en acılı haberi, O’nun ölüm haberini almam oldu. Bir kez daha Nâzım dostlarının azalmakta olduğunu düşünerek kederlendim. Anma törenlerinde Ruslar’ın sayısının az olması da beni üzdü.

Şimdi Kütüphane Müdüresi gencecik bir kız diyebileceğim Svetlana Şapkina. Son derece sempatik ve aktif görünüyor. Türkler’in Nâzım Kütüphanesi’ne daha fazla ilgi göstermesini istiyor.

Sizce bundan daha doğal bir talep olabilir mi?

Kütüphane’yi merak edenler için:

http://www.hikmet-library.ru


http://www.hikmet-library.ru/N/video.html


 
***
 
 
Vera’yı hatırlamak

Nâzım Hikmet için Moskova’ya gidip de mezarı başında bir kez daha hayatla ölümü hissetmeye çalışırken birdenbire aklıma düştü: Vera diye eşsiz bir insan vardı buralarda.

Hayır, sözünü ettiğim, on yıldır şuracıkta, Nâzım’ın “Rüzgâra karşı yürüyen adam” şeklindeki mezarının önünde yatan Vera Tulyakova değil. 2003’te, yine bir Haziran ayında kaybettiğimiz, en büyük Rus Türkologlarından Vera Feonova.

Türkler arasında çoğu bu iki Vera’yı karıştıran çoktur.

Ben ikisiyle de tanışıp dostluk etme fırsatını bulduğum için şanslıyım.

Nâzım’ın son eşi olan 1932 doğumlu Vera’yı 19 Mart 2001’de kaybetmiştik. Ortodoks geleneklerine uygun bir şekilde O’nu uğurlarken, hemen önümde yatan cansız kadının hâlâ ne kadar güzel olduğunu ve yanı başımızda ağlayan kızı Anya’nın annesine ağlarken bir tabloyu andırdığını düşündüğümü hatırlıyorum.

*      *      *

2003’te ölen öteki Vera’yı da aynı şekilde uğurlamıştık. Bu kez de kızı, iyilik timsali Tanya’ya ağlamanın hiç yakışmadığını düşünmüştüm.

Vera ise önümüzde çiçekler arasında sınırları kaybolmuş üstü açık bir tabutun içinde yatarken sanki bir çocuk gibi uyuyordu. Gözlerini bir açsa o alaycı bakış parlayacaktı yine. Sabırla sizi dinledikten sonra bilgece bir söz söyleyecek veya bir şaka yapacaktı. Gözlerini bir açsaydı…

Ama gözlerini açmıyordu Vera.

Hiçbir zaman ölmeyecekmiş gibi düşündüğüm insanlardan biriydi Vera. Ve ben kimbilir kaçıncı kez dostlarımın cenaze törenlerine sapasağlam katıldığım için utanıyordum.

*      *      *

Ölümünden birkaç gün önce, telefonda bana “Nazım’ın ölüm yıldönümüne gelemeyeceğim; haftaya görüşelim” demişti.

Görüşmede o ömrünün son makalesini bana iletecek, ben de Türkiye’den getirttiğim, onun çok sevdiği zeytin ezmesini ona verecektim.

63 yaşındaki kalbi 5 Haziran sabahı susmuştu. Ve masasının üstünde “Hakan’a” yazılı bir mektup bırakarak uykuya dalmıştı.

Masanın bir kenarında çevirilerine devam ettiği “Osmanlı devlet tarihi”… Dolapta tercüme ödülü aldığı Orhan Pamuk’un Kara Kitap ve Benim Adım Kırmızı’sı… Albümünde Aziz Nesin’den Yaşar Kemal’e kadar bir dizi Türk kültür adamıyla çektirdiği fotoğraflar…

Yıllarca tek başına Sovyet Yazarlar Birliği Türkiye Masası demekti Vera Feonova. Ömrünü Türkiye’ye adadı. Benim 13 yıl boyunca Moskova’da çıkarttığım Perspektif Dergisi’nin Rusça editörlüğünü yaptı.

 *      *      *
Türk’e Türk propagandasının anlamsızlığını kavramış ve yurtdışında yaşamış olanlarınız bilir: Dünyada pek sevilen bir ulus değiliz. Türkiye deyince aklına geri kalmışlık, savaşçılık, şeriat, harem gelenler az değildir.

Ülkemizi dünyaya doğru tanıtmak çok zordur! Hele dost kazanmak! Türkiye’yi seven yabancı ülke yurttaşları edinmek! Az da olsa böyle insanlar vardır ve bazıları memleketimize bazen bizden daha büyük bir heyecanla bağlıdır.

Ne yazık ki çoğu kez ne yeni dostlar kazanmanın önemini, ne de eski dostlarımızın değerini biliriz!

Ve bir şekilde Türkiye aşığı olan Almanlar, İngilizler, Ruslar kendi başlarına yaşar giderler. Ve çoğu kez Türk devletinin ve kamuoyunun ilgisi olmadan bir köşede, yaşadıkları gibi sessizce ölürler…

Ülkeye turist gelsin diye milyonlarca dolar harcarken, rakip lobilerle mücadele etmeye çalışırken bile aklımıza gelmeyen bu Türk dostlarının sayısı giderek azalıyor.

*      *      *

Vera bunlardan biriydi. Rusya’daki en değerli Türkiye dostlarındandı.

Ondan geri kalan boşluğun ne derece ürkütücü olduğunu ben ancak onun tabutunun başında anlamıştım.

Bir çocuk gibi uyuyordu Vera. Gözleri her an açılacak gibiydi. Bazen üzerine düşen gölgeler onun birdenbire canlanacağı hissini uyandırıyordu.

Ama tören bitince önce üzerine bir tül örtüldü. Sonra tabutun üstü kapandı. Bir hayat böyle sonlandı.