Emperyalistler, silahlarını “demokrasi” ve “özgürlük” adına kullandıkları yalanının itirazsız kabul edilmesini istiyor

Emperyalistler, silahlarını “demokrasi” ve “özgürlük” adına kullandıkları   yalanının itirazsız kabul edilmesini istiyor ve dünyanın bakir alanlarına yönelik operasyonlarına her türlü hile ve demagoji ile meşruluk kazandırmaya çalışıyor. Saldırganlığa meşru kılıflar bulunması, müdahalelerin olmazsa olmaz olduğuna dair çanakçıların tüm dünyada söz sahibi yapılarak önlerinin açılması, bu “özgürlük” müdahalelerinin en önemli ayağını oluşturuyor.

Diktatör teşvikleri ile yarattıklarının zulmüne kol kanat gerenler, artık onlara ihtiyaç kalmadığında senaryo gereği aşağıdan yükselen ve önü alınamayan tepkilere destek mesajları ile kendilerini kurtarıcı olarak sunarak hem yeni kurulacak sistemin aktörü, hem de değişimin ve demokrasinin bekçisi rolünü en iyi biçimde üstleniyorlar.

Orta Doğu ve Kuzey Afrika’da yaşananlara bakıldığında, emperyalistlerin denetiminde olan ülke yönetimlerine farklı bir müdahale, denetiminde olmayanlara ise başka bir müdahale biçimini uygun gördükleri anlaşılıyor.

Yeniden şekillendirilen sömürge yönetimler zora ihtiyaç kalmadan elden geçirilerek yenilenirken, sömürge olmayan ülkelere ise zor anında uygulanarak teslim olunması ve tüm zenginliklerini emperyalist tekellere bırakılması talebi dayatılıyor.

Halkların özgürlük ve demokrasi arayışını yenidünya düzenine göre şekillendirmeye çalışan devletler bu iş için vurucu gücü olan NATO’yu devreye sokarak bombaları halkların tepesine yağdırıyorlar. BM’yi bir piyon gibi kullanan NATO,  Birleşmiş Milletlerin aldığı kararları keyfine uygun gördüğü şekilde düzenleyip saldırılarına geniş tabanlı meşruluk kazandırabilmek için çekip çeviriyor.

İşte bu noktada BM’yi sorunlu bölgelere müdahale çağrısında bulunmak NATO’nun saldırganlığına göz kırpmaktan başka bir anlam taşımıyor. Tek alternatifin BM ve ardından NATO’nun müdahalesi olduğunu söyleyen kaypak zemin bu alanda büyüyüp, yeşeriyor.

Halkların kendi kaderlerini tayin hakkını hiçe sayarak, halklar adına bir ülkeye müdahale hakkını kendinde görenlerin daha vahim sonuçlara yol açtıklarına tarih defalarca tanıklık etti. En yakın örnek olarak Irak’ı vermek yanlış olmayacaktır. Demokrasi veya devrim ihracının, mücadelelerin doğasına uymadığı ve daha vahim sonuçlara yol açtığı gerçeğini anlamak için daha kaç yüz bin insanın ölmesi gerekiyor?

Diktatörler yaratma, onları besleyip kollama politikasından vazgeçilmediği sürece savaşlar, baskılar ve zulüm hiçbir zaman son bulmayacaktır. Bugün yaşanan birçok sorunun ana kaynağının emperyalist politikaların sonucu olduğunu görmeyenlerin, bu politikayı incelemek yerine, müdahale çığırtkanlığı yapması acıdır.

NATO’nun her operasyona “insancıl” amaçlar yüklemesi ve bu amaç için tonlarca bombayı insanların üzerine yağdırırken özgürlük vaat etmesi ve arkasından Barış Gücü adı altında işgalini meşrulaştırması ne kadar gerçekçidir?

Öyleyse her türlü emperyal amaçtan arınmış, hakların özgürlük ve demokrasi mücadelesine destek veren bir hat, bir dil ve mücadele şekli geliştirilmelidir. Diktatörlere karşı olunduğu kadar, emperyalist saldırganlığa da karşı durulmalıdır. Diktatörlerin alternatifi, güçlü devletlerin hegemonyasına itaat ve onları kurtarıcı olarak sunmak olamaz.

Bugün sol’u emperyalist müdahalelere karşı olduğu için diktatörleri savunmakla suçlayanların aslında dönüp bakmaları gereken yer kendi geldikleri noktadır. Birleşmiş Milletler barış gücünü Suriye müdahalesine önermenin utangaç bir NATO’culuk olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.

Diktatörlerin ve emperyalistlerin arasında insanları bir seçim yapmaya zorlamak, boyunları bir cellâdın kütüğünden alıp öbür cellâdın kütüğüne koymaktan başka bir şey değildir.

Bugün yaşananları daha iyi anlamak için, Che Guevara’nın 1964 de Birleşmiş Milletler’ de yaptığı konuşmayı yeniden okumanın çok faydalı olacağına eminim. O günden bugüne nelerin değişip, değişmediğinin karşılaştırmasını böylece daha iyi yapabiliriz belki de.