Müftülük yasasının amacı nedir peki? Birincisi iktidar kendisine bağlı kitleleri dini söylemlerle kuşatmaya, onları zinde tutacak yasalarla “militanlaştırmaya” devam etmek istiyor. İkincisi bu yasayla birlikte “biz ve onlar” ayrımının görünürlüğü artacak ve dahası kitlelerin dini kimlik temelinde tuttuğu saflar daha da belirginleşecektir

Müftülük yetkisinin anlamı

AYDIN TONGA

Söz konusu yetki pek çok açıdan ele alınması ve irdelenmesi gereken bir konu. Lakin biz bu yazıda, meselenin “inanç eksenli” boyutunu sorgulamaya çalışacağız. Bilindiği üzere müftüler, görev ve yetkileri gereği Müslümanların din işlerine bakan ve bu doğrultuda fetva veren kimselerdir. Dolayısıyla müftüler aynı zamanda “İslam Hukuku” olarak tanımlanan hukuk kurallarını da temsil eden din görevlileridir. Bu noktada şunu ifade edebiliriz ki, nikâh konusunda müftünün yetkilendirilmesi, medeni kanun alanına fetvaların, fıkhın (İslam hukuku) ve bu bağlamda dini söylemlerin sokulması anlamına gelecektir. Bu “anlam” şimdilik hüküm koyma derecesinde olmasa da, Medeni Kanun’un bu yönüyle İslam hukukun sınırları içerisine girdiğini söyleyebiliriz. En nihayetinde nikâhlar artık Müslüman bir din görevlisinin karşısında kıyılacaktır.

İktidara ve onu destekleyenlere göre böyle bir ihtiyaç ya da talep doğmuşsa elbette Müftüler de nikâh kıyacaklardır. Laik bir ülkede bu tür taleplerin karşılık görmeyeceği aşikârdır. Zira Anayasa’nın değişmez maddeleri de bunu öngörmektedir ama ne gam. Fakat meselenin birde şu yönü var: Yarın aynı mantık üzerinden farklı talepler söz konusu olursa ne olacak? Nasıl mı? Başlayalım o zaman.

Miras taksimi İslam hukukuna göre belirlenmelidir. Buna göre mirastan erkeğe iki, kadına bir pay ayrılmalıdır.

Şafi ve Hanbeli mezhebine göre kadının bütün vücudu kapalı olmalıdır. Hanefi ve Malikiler’de ise el ve yüz açık kalabilir. Bu bağlamda söz konusu hükümlere aykırı hareket edenler cezalandırılmalıdır.

Nikâhlar Hanefi mezhebi hariç velisiz gerçekleştirilmez. Bu hükme uymayan nikâhlar geçersiz sayılmalıdır.

Hanefiler hariç nikâh şahitleri erkek olmalıdır. Nikâh işlemleri bu doğrultuda yapılmalıdır.

Hanefi mezhebine göre zorla gerçekleştirilen nikâh da caizdir. İlgili işlemlerde bu husus dikkate alınmalıdır.

İslam Hukuku gereği, kız çocuklarında evlenme yaşı 9, erkeklerde ise 12 olarak belirlenmiştir. Ol sebep, yaş haddi için bu sınırlar geçerli sayılmalıdır.

Bağlı bulunduğumuz mezhep hükümlerine göre her ne kadar kadının boşanma hakkı yoksa da erkek, eşini üç talakla (boş ol, boş ol, boş) boşayabilir.

Mezheplerimizin sünnet hassasiyeti yalnızca erkekler için geçerli değildir, aynı zamanda kadın sünneti de bu hassasiyet dairesi içerisinde yer almaktadır. İnancımız gereği, Diyanette konu ile ilgili çalışmaların yapılması önem arz etmektedir.

Evet, Medeni kanun bağlamında egemen İslam hukuku bunları da kabul etmektedir. Ve müftünün nikâh kıydığı yerde yarın öbür gün yukarıda sıraladığımız taleplerde gündeme gelebilir. Çok açık bir biçimde gözüktüğü üzere yukarıdaki hükümler açıkça kadınlar aleyhine düzenlenmiştir. Şimdi bırakalım laik, seküler çevreleri. Bugün Müslüman kadınlar miras taksiminden tutun, boşanma koşullarına, oradan giyim kuşam düzenlemelerine kadar getirilmek istenen düzenlemeleri kabul edecek midir? Elbette hayır. Her şeyi bir kenara bırakın, bugün hangi Müslüman kız çocuğunu 9 yaşında evlendirmek ister! Fakat dediğimiz gibi bu taleplerde gündeme getirebilir; işte böylesi bir durumda dindar kitleler karşı karşıya gelecek ve olası bir kaos ortamı da o anda baş gösterecektir. Bu girdabın son durağı da o kaos noktası olacaktır. Şimdilik bu noktayı bir kenara bırakalım ve şu soru ile devam edelim?

Gelinen aşamada Müftülük yasasının amacı nedir peki? Birincisi iktidar kendisine bağlı kitleleri dini söylemlerle kuşatmaya, onları zinde tutacak yasalarla “militanlaştırmaya” devam etmek istiyor. İkincisi bu yasayla birlikte “biz ve onlar” ayrımının görünürlüğü artacak ve dahası kitlelerin dini kimlik temelinde tuttuğu saflar daha da belirginleşecektir. Böylelikle seçmenin siyasal tutumu iyiden iyiye dinsel söylem temelinde gelişecektir; en azından murad edilen sonuç budur.

Hiç kuşkusuz bu gidişatla birlikte günden güne eriyen, kolu kanadı kırılan bir laiklik gerçeği de karşımıza çıkmaktadır. Yukarıda da ifade ettiğimiz üzere “mezhebi hükümler” en azından yaygın bir biçimde karşılık görmeyeceği için uygulanmayacaktır belki; lakin bu durum günümüz ölçeğinde yeniden üretilen İslamileşme dalgasının ve elbet buna uygun bir devlet örgütlenmesinin önünde engel değildir. Osmanlı İmparatorluğu’nda vuku bulan hukuk rejimi bu duruma tipik bir örnek olarak verilebilir. Bu rejimin karanlık yüzünü görmek isteyenler ise, “Osmanlı’da uygulanan din rejimi” konusu ile çalışmaya başlayabilirler.