Google Play Store
App Store

Tuğba Çelik "Bu kitapta 1950’lerden sonra edebiyat öğretimi programlarında muhafazakâr olarak adlandırabileceğimiz yazar ve şairlere daha çok yer verilmesi meselesini tartışmaya açmak istedim" diyor.

Muhafazakâr Edebiyat Kanonu

Çimen Günay Erkol

Millî Eğitim Bakanlığı’nın gündeminde öğretim programlarını değiştirmek varken Alfa Yayınları’ndan Muhafazakâr Edebiyat Kanonu adıyla bir edebiyat öğretimi eleştirisi kitabı yayımlandı. Kitapta 1920’lerden itibaren hazırlanmış ve yürürlüğe girmiş tüm dil ve edebiyat dersi öğretim programlarını inceleyen yazar Doç. Dr. Tuğba Çelik, bu programlarda adı en sık geçen yazar ve şairleri belirleyerek Muhafazakâr Edebiyat Kanon’unun varlığına işaret ediyor.

Yazar, şimdiye dek okullarda kullanılan öğretim programlarını esas alarak hazırlanan edebiyat ders kitaplarında da bu kanonun egemen olduğunu vurguluyor. Daha önce Dil ve Edebiyat Öğretimi, Varoluş ve Roman adlı araştırma kitapları ve Yolda Ansızın adında öykü kitabı yayımlanmış olan yazar, her tür kanona karşı olduğunu söyleyerek muhafazakâr edebiyat kanonunu masaya yatırıyor. Özyeğin Üniversitesi öğretim üyesi ve Yaralı Erkeklikler: 12 Mart Romanlarında Yalnızlık, Yabancılaşma ve Öfke adlı edebiyat eleştirisi kitabıyla 2022 Doğan Hızlan Eleştiri ödülüne layık görülen Doç. Dr. Çimen Günay Erkol sordu, kitabın yazarı Bahçeşehir Üniversitesi öğretim üyesi Doç. Dr. Tuğba Çelik yanıt verdi.

Çimen Günay Erkol: Muhafazakâr Edebiyat Kanonu kitabınızda okullardaki edebiyat eğitiminden, kitaplarda yer verilen/verilmeyen yazarlardan yola çıkarak bir değerlendirme yapıyorsunuz. Öncelikle, bu kitabı yazmaya nasıl karar verdiniz? diye sormak istiyorum. Sizi bu kitabı yazmaya iten şeyler nelerdi? 

Tuğba Çelik: Tamamen akademik niyetler itti, diyebilirim. 2017’de bir kongreye bildiri yazmaya çalışırken ortaya çıktı. Ulusal Kanon tartışmalarını okuyordum; ben de edebiyat dersi öğretim programlarındaki yazar ve şairleri sayısal olarak not edip Ulusal Kanon’un altını rakamlarla çizeyim dedim. Gelgelelim ilginç biçimde Ulusal Kanon’a değil Muhafazakâr Kanon’a ulaştım. 1921’deki Osmanlıca harflerle yazılmış edebiyat dersi öğretim programından 2018’deki programa kadar taradım isimleri. Tabii bu yepyeni kanon, yepyeni bir okuma alanına sürükledi beni. Edmund Burke’den başlayarak teori çalıştım uzun zaman. 2019’da makale oldu; teori ve yakın siyasi tarih giderek oylumlanıp sanatçıların metinlerinin çözümlemesiyle birlikte şimdi elimizde tuttuğumuz kitap ortaya çıktı. Yani sekiz seneye yakın bir süredir çalışmışım bu kitabı; o beni ben onu iterek bugünlere nihayet geldik.

Kanon meselesini muhaliflerin cezalandırılması meselesi ile yer yer iç içe geçirerek tartışıyorsunuz. Örneğin, Cumhuriyet’in erken dönemlerindeki edebiyat ders kitaplarında kişi isimlerinin geçmediğini belirterek bunu evrensel bir kavrayışa yönelmenin örneği olarak sunuyorsunuz ama aynı zamanda biliyoruz ki bu dönemde de muhalif edebiyatçılar çeşitli şekillerde cezalandırılıyor. Türkiye örneğinde edebiyat kanonlarına yaklaşım ile muhaliflere yaklaşım konusu sizce içe içe mi? Bir de bunu cinsiyetli bir mesele olarak gördüğünüz anlaşılıyor, bunu da biraz açar mısınız? 

Elbette. Cumhuriyet’in ilk yıllarında Atatürk devrimlerini destekleyen yazarlara yer verilip ders kitaplarında Refik Halit gibi muhaliflerin metinlerine yer açmamak diye bir şey var; ama öğretim programlarında sanatçıların adları yok. Üstelik o yıllarda programlarda Osmanlı’nın divan şiiri ve halk şiiri de var; Cumhuriyet’le taban tabana zıt olan Osmanlı’ya bir set çekilmemişti yani… Bugün 2024’teyiz, 100 yılı geride bıraktık. Bir şeylerin değişmesi gerekiyor. Çok sesli, çok renkli bir edebiyat öğretimi hayal ediyoruz. Bu kitapta 1950’lerden sonra edebiyat öğretimi programlarında muhafazakâr olarak adlandırabileceğimiz yazar ve şairlere daha çok yer verilmesi meselesini tartışmaya açmak istedim. Biliyorsunuz öğretim programları güncelleniyor şu sıra. Bu bağlamda öğretim programı hazırlayanlara da bir ayna da tutmak istedim. Kanon, tek tip bir estetik ve düşünce dayatmasıdır. Bir ideal seçersiniz, o ideale yakın olanlardan bir küme yaparsınız. Küme dışında kalanlar otomatik olarak oyun dışı bırakılır.  Bizim edebiyat dersi öğretim programlarımızın belkemiğini Yahya Kemal, Mehmet Akif Ersoy, Necip Fazıl Kısakürek, Ahmet Hamdi Tanpınar, Peyami Safa ve Namık Kemal oluşturuyor. Onlar, yaşadıkları dönemde muhalif de oldular taraftar da. Yani onları birleştiren şey muhalif olmaları değil kültürel olarak muhafazakâr oluşlarıydı.

Kitaptaki yazarları “muhafazakâr” olarak nitelendirmenize rağmen, bu kavram ele aldığınız yazarları birleştirdiği kadar ayırıyor da. Türk-İslam zeminine yaslanan bir edebiyat tarihi içinde siz bu isimleri bir muhafazakâr kanonun parçaları olarak görüyorsunuz; ancak, Mehmed Akif’le Peyami Safa’yı birbirinden ayıran pek çok unsur var ve aslında siz de kitapta bunların bazılarına değiniyorsunuz. Yekpare mi kanon sizce? Peyami Safa örneği özelinde, siyaseten savruluşları olan, bohem bir şahsiyeti “muhafazakâr” yapan şeylerle Akif’i “muhafazakâr” yapan şeyler aynı mı?  

Kitapta odaklandığım muhafazakârlık kültürel bir muhafazakârlık. Kadın hakları, sosyo-ekonomik eşitsizlikler, ekolojik sorunlar, şiddetsizlik gibi çağdaş dünyanın mercek altına aldığı farkındalıkları “kültürel değerlerimizle” örtüşüp örtüşmeme testine tabi tutanları muhafazakâr olarak işaretledim. Peyami Safa, güzellik yarışmalarında jürilik yapıyordu ama romanlarındaki kadınların herhangi bir mesleği olmuyordu. Yine Mehmet Akif bilimsel gelişmeler açısından Batı’nın izlenmesi gerektiğini söylerken, şiirlerinde Batı kültüründen etkilenen kişileri ahlaki açıdan olumsuz işaretliyordu. Mehmet Akif’e bugün hak verdiğimiz noktalar çok, ne de olsa Avrupa ülkelerinin işgali altındaydık.  Yani Peyami Safa ile Mehmet Akif apayrı kişilikler sergileseler de burada Mehmet Akif’i çok saygın ve sağlam bir karakter olarak saydığımı belirtmeliyim, ikisi de Avrupa kültürü ile endişeli bir bağ kurmuşlardı. Batı’dan gelen her şeyi yabancı cisim gibi algılıyorlar ve pazarlıkla kabul ediyorlar. Oysa Doğu kültürüne karşı sonsuz bir hoşgörü ve güvenleri var. Akif ideal Müslümanı aradığı için Osmanlı halkını eleştiriyor ama bir Avrupalı olmak da istemiyor; idealin geçmişte bir yerde saklı olduğuna inanıyor. Peyami Safa ise Avrupa’yı kıyasıya eleştiriyor.  Teknolojiden yana, lüksten yana lakin sınıf mücadelesine itirazı var; kadınların ekonomik özgürlüğük içinde olmasına ve kendine yetmesine içi elvermiyor. Bunlar kültürel açıdan geçmişe ait düşünceler; dolayısıyla muhafazakârlığın temsillerinden bazıları.

Neden “kanon”ları erkeklerden ibaret oldukları için eleştirirken incelemek için siz de erkek yazarlar arasından çeşitli isimler seçtiniz? Kadınlar muhafazakâr olmakta sizce erkeklerden farklı mı?  

Kitapta metinlerini çözümlediğim yazarlar, öğretim programlarında adı en çok geçen yazarlardı; bunları sayısal olarak belirledim. Üzülerek söylemeliyim ki herhangi bir kadın yazar bu kanona çok uzak. Kadınların muhafazakârlık olma durumları sanıyorum güzel bir araştırma konusu olur.

Türkiye’deki edebiyat eğitimindeki kanonlaştırma eğilimi sizce kendine özgü mü? Diğer ulus-devlet edebiyat eğitimleri daha evrenselci diyebilir miyiz? Fransa edebiyatı ile ilgili olduğunuzu bilerek sormak istiyorum. Fransa’da durum Türkiye’dekinden farklı mı?  

Her ülkenin öğretim programları aslında eğitim politikasını yansıtır. Her ulus-devletin eğitim politikası aynı olmayabilir. Fransa, öğretim programlarına 20. yüzyıl öncesi metinleri pek dahil etmiyor. Çünkü 20. yüzyıldan önce, pek çok bakış açısı sorunluydu. Mesela çocukların çalışması normal karşılanıyordu, savaş yüceltiliyordu vb. Bizde, “Eseri, o dönemin koşullarıyla düşünmek gerekir” iddiası öne çıkarılarak eski dönem metinleri, kutsal metin gibi sunuluyor; yani tartışmaya kapalı. Ne divan şiirindeki aşk anlayışını ne de ilk romanlardaki kadın erkek ilişkilerindeki eşitsizlikleri eleştirmiyoruz. Edebiyatı tarihsel olarak sunmak istediğimizden; öğrencilere bugünün değerleriyle çelişen içeriklerle buluşturmayı normal karşılıyoruz. Oysa lisede edebiyat öğretimi, öğrencilerin kendilerini çok yakın hissedecekleri edebiyat eserleriyle içeriklendirilmeliyiz ki arzuladığımız okuma sevgisi düzeyini yakalayabilelim. Bir şey daha ekleyelim Fransa gibi Avrupa ülkelerinde edebiyat derslerinde dünya edebiyatı evrensellik için son derece önemlidir ve vazgeçilmezdir. Üzülerek söylüyorum ki 1990’lardan beri Dünya edebiyatı edebiyat öğretimimizde sadece bir kenar süsü olarak kaldı.

Son olarak, kanonları “açmak” için yürütülen çalışmaları nasıl değerlendiriyorsunuz? Kanonların kadınların, etnik veya cinsel azınlıkların, farklı dil ve dine mensup yazarların yapıtlarını da içermesi için mücadele eden edebiyat araştırmacıları da var. Türkiye’de neler yapılmalı sizce? 

Kanonları açmak, seyreltmek hatta yok etmek gerek. Çok sesli bir edebiyatın öğretimini sağlayabilmek için sesi kısılmış tüm edebî sesleri öne çıkarmalıyız. Çevreci, eşitlikçi, azınlıkların haklarını ve varlığını gözeten, çokkültürlü, toplumsal cinsiyet kalıplarından uzak edebiyat metinlerine kucak açan bir edebiyat öğretimi, ister istemez bu değerlere sahip çıkan kuşakları doğuracaktır. Yalnız Lise değil Türk Dili ve Edebiyatı lisans programlarının da gözden geçirilmesi gerekiyor.  Çağdaş edebiyatın ve çağdaş dünyanın bakış açılarının ve yürüttüğü tartışmaların edebiyat öğretimini canlı ve güncel tutacağına inanıyorum. Derrida’nın yapı-söküm kuramı ile her edebiyat dönemini, akımını ya da eserini yeniden anlamlandırabiliriz. Kanonları açmanın bir yolu da Dünya edebiyatı ile karşılaştırmalı çözümlemelere girişmektir; bazen kendi çemberimize sıkışıp kalabiliyoruz. Genç edebiyat araştırmacılarını, yeni bakış açılarına ve kanon dışı yazar ve şairlerin eserlerine ısındırmak; onlar üzerine çalışmalar yaptırmaya özendirmek gerektiğine inanıyorum.