Son yirmi yılın tarihine hangi noktadan bakarsanız bakın, en fazla bir yıl öncesinde söylenen sözlerin, verilen mesajların son derece tutarlı bir tutarsızlıkla değişime uğradığını görürsünüz.

Muhafazakârlaştırma düzeni

Prof. Dr. Serap Erdoğan Taycan

Ne tesadüftür ki, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın elinde seccade ile kürsüde çekilmiş fotoğrafları, aklıma iki yıl önce Amerikan Kongresi’ni basan Trump taraftarlarından birinin boynuzlu kürk şapkalı fotoğrafını getirdi. Varlıklarını Beyaz-Anglosakson-Protestan (WASP) olmalarıyla imleyen kitle, kongre baskını sırasında ellerinde, Amerikan İç Savaşı’nda siyah kölelerini ve onların sırtında yükselttikleri hayatlarını kaybetmek istemeyen Güneylilerin Konfederasyon bayrağını sallıyordu. Göçmen karşıtı, ırkçı, faşist beyazlar tarafından hâlâ sahiplenilen bu bayrağın da, boynuzlu şaman şapkasının da neye gönderme yaptığı çok açıktı.


Zihin sembolleştirmeyi sever. Öğrenme sırasında, olaylar, nesneler, durumlar arasında kurulan bağlantılar belleğimize sembollerle kodlanır. Sembol haline gelen bir nesne ise artık hem herkes için farklı olabilecek hem de bir grup insan için aynı olan anlamları üzerinde taşımaya başlar. Otoriter iktidarların en çarpıcı özelliklerinden biri keyfiliktir. Dili, anlamları, sembolleri eğip bükebilmeleri de bu keyfilikten gelir. Her nesne, iktidarlarını sürdürme amaçlarına hizmet ettiği ölçüde ve hizmet ettiği sürece kullanılabilir ve bu yolda söylenilen her söz mubahtır. Bu anlamda inşaat imparatorluklarına zeval gelmemesi için son buzul çağından bu yana aynı rotada seyahat eden göçmen kuşlara sinyaller göndererek rotalarını değiştireceklerini söylemeleri ile “Erdoğan’a dokunmak ibadettir” demeleri aynı kefeye düşer. Muktedirin sizi inandırmak gibi bir derdi yoktur, zaten bizatihi o söylediği için inanacaksınızdır. Keyfilik, beraberinde tekinsizliği de getirir. Tıpkı neye ne zaman kızacağı belli olmayan bir ebeveynin, en azından çocuğun kendi ruhsallığını korumak adına nasıl davranacağını bir şekilde kestirebildiği öfkeli bir ebeveynden çok daha sarsıcı etkiler bırakmasında olduğu gibi, ne zaman çapulcu, ne zaman çürük, ne zaman kucaklanan aziz vatandaş olacağınızı bilemez hale geldiğinizde Tek Adam’ın iki dudağı arasına kitlenir kalırsınız… Ya da kalacağınız varsayılır.

Sınıf hareketinin kaybolmaya yüz tuttuğu postmodern dünyada, bireylerin ideolojik kimliklerini oturtabilecekleri çerçevelerin içini otoriteryanizm işine geldiği gibi doldurdu. Elbette otoriteryan keyfiliğin bir tutarlılığının da olduğunu söylemek mümkün. Neoliberalizmi de aşan neomuhafazakâr bir tutarlılık bu. Başörtüsünü belli bir tarzda bağlayıp uzun kapitone yelek giyen ve elinde büyük olasılıkla 4x4 segmentindeki otomobilinin anahtarlarıyla dolaşan genç kadın görüntüsü ile revakları camla kapatılıp önüne açılır kapanır otomatik kapı eklenerek “restore” edilmiş tarihî bir cami, bu tutarlığın ürünüdür. Nüfusunun büyük bir bölümü gözlerini bu “Yeni Türkiye’ye açmış ve dünyaya görülmesi istenenlerin yerleştirildiği çerçeveden bakmak durumunda bırakılmış bir nesle sahip bir ülkede, anlatmaya nereden başlamak lazım diye düşünüyor insan, miladı nereden almak lazım? Sene 2023, Bursaspor-Amedspor maçında tribünlerde beyaz toroslu pankartlar açılıyor, kürsülerden seccadeler sallanıyor; sene 2018 artık “partili bir Cumhurbaşkanı” alkışlanıyor; sene 2015, aynı Cumhurbaşkanı’nın elinde Kuranla yaptığı konuşmalarda, Kuranı siyasete alet etmiş oluyor mu diye sorulan Diyanet “Bunu yapan tüm Türkiye'yi yöneten bir Cumhurbaşkanı. Siyasi parti yapsa o zaman ‘dur' deriz” yanıtını veriyor; aynı yıl dönemin Başbakanı doğu ve güneydoğudaki seçim konuşmalarında “AK Parti iktidardan giderse buralara beyaz toroslar gelir” diyor; sene 2016, kırk küsur yıllık Boğaziçi Köprüsünün adı 15 Temmuz Şehitler Köprüsü, 2010’da Erdoğan tarafından “Bu hasret bitsin, dön!” diye çağırılan kişinin adı FETÖ elebaşı oluyor… Son yirmi yılın tarihine hangi noktadan bakarsanız bakın, en fazla bir yıl öncesinde söylenen sözlerin, verilen mesajların son derece tutarlı bir tutarsızlıkla değişime uğradığını görürsünüz. Elde ettiği gücü kaybetmekten korkarak geçmişteki popülist vaatleri bugünün tehditlerine dönüştürmek, faşizme giden yolun ne yazık ki çok bilinen hikâyesidir. 


Her türlü antidemokratik düzenlemeye rağmen hâlâ tam olarak müdahale edilemeyen tek bir şey var, o da insanın seçim yapabilme gücü. Böyle bir iktidarla mücadelenin yolu, içinde bulunduğumuz seçim sürecinde otoriterliğin kerameti kendinden menkul söylemlerinin ve sembollerinin tuzağına düşmemekten geçiyor. Geçmişi yok saymadan geleceği kurgulayabilmek adına, bugün iktidar yokmuşçasına seçim yapabilmek.

Bu arada unutmadan, Kongre baskınında Kuzeyli Amerikan sanayi burjuvazisine savaş açmış Güneylilerin bayrağını dalgalandıran boynuzlu şapkalı eylemcinin pantolonu Gucci’ymiş…