Cumhurbaşkanlığı Strateji ve Bütçe Başkanlığı, “Türkiye Deprem Toparlanma ve Yeniden İmar Değerlendirmesi Raporu”nu yayımladı. Bu rapora göre depremin Türkiye ekonomisine toplam yükü 103,6 milyar dolara ulaşıyor. Bu faturanın 2023 yılı milli gelirinin yaklaşık yüzde 9’una denk geleceği öngörülüyor.

“Mükemmel Fırtına”yı beklerken iki deprem kâbus gibi çöktü
Maraş merkezli depremlerde kamu binalarından bazıları da yıkılmıştı.

Süleyman Karan

Doğal afetlerin maliyeti, birikimli bir maliyet... Gelişen ekonomileri vurduğunda çok daha yüksek bir fatura çıkıyor, zira ne yapı stoku ne afet öncesi ne de afet sonrası hazırlıklar genelde pek bulunmuyor. Bir de ekonomi bir kriz döngüsü içindeyse, ödenecek fatura daha da kabarıyor. Deprem daha vurmadan, Türkiye ekonomisi zaten “Mükemmel Fırtına” öncesi koşulları yaşıyordu. Akıldışı para ve maliye politikaları sebebiyle, kötünün de kötüsü bir sürece girilmişti. Konjonktürel ve yapısal bunalımın etkileri giderek artıyordu.

Üstüne üstlük ekonomi yönetiminin akılsızlıkları ve beceriksizlikleriyle 128 milyar dolar Londra piyasalarında çöp olmuştu, ardından bir o kadarı daha döviz kurunu sabit tutmak için harcanmıştı. Cari açık sürekli artıyor, iki güvenilir döviz kaynağı olan ihracat ve turizm sektörleri, rekabet avantajımızın yerlerde sürünmesi sebebiyle, “ucuzluk”la ayakta kalabiliyordu. İşte böyle bir ortamda iki deprem büyük yıkım getirdi. Bitmedi, seçim sürecine girilmesi sebebiyle, sağ popülist bir iktidara yakışır biçimde kesenin ağzı açıldı! İşte tüm bu birikimli krizin faturasını seçimlerden sonra çok acı reçetelerle ödeyeceğiz. İster tek adam rejimi devam etsin, ister güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçelim. Hesaptan kaçış yok!...

Asgari 200 milyar lazımdı şimdi o da katmerlendi

Hemen çok kısa bir tahmin yaptıktan sonra, depremin maliyetine geçeceğim. Ama şunu belirtmeliyim ki, deprem öncesinde bile Türkiye ekonomisinin ayağa kalkabilmesi için en az 200 milyar dolarlık bir kaynağa gereksinimimiz vardı. Bu şimdi daha da katmerlendi. 

Gelelim depremin faturasına... Öncelikle ölü sayısının çok daha yüksek olduğunu vurgulayalım. Hiçbir zaman bilemeyeceğiz tam rakamı, ama resmî verilerin çok ama çok üstünde... Bu çok acı, ama bir ekonomik gerçek olarak yetişmiş insan gücü kaybı anlamına da geliyor. Bunun ekonomiye yükünü rakamsal olarak kısa sürede hesaplamamız mümkün değil. 

Zarar tahminleri arasındaki makas çok geniş

Bugüne kadar yapılan yıkım hesaplarına baktığımızda, karşımıza çok farklı rakamlar çıkıyor. İlk hesabı yapan Türk Girişim ve İş Dünyası Konfederasyonu (TÜRKONFED) olmuştu. TÜRKONFED’in “2023 Kahramanmaraş Depremi Afet Öndeğerlendirme Raporu”na göre, 70,75 milyar doları konut zararı, 10,4 milyar doları milli gelir kaybı ve 2,91 milyar doları işgünü kaybı olmak üzere toplamda 84,06 milyar dolar zarar hesaplanmıştı. İllerin milli gelire katkılarındaki azalmaya paralel olarak afete maruz kalan 10 ilin ihracatının, ihracatı göğüsleyen liman altyapısının bozulmasının da etkisiyle, 15 milyar dolar düzeyinin altına düşebileceği tahmini de bu raporda yer alıyordu. Depremin doğal bir sonucu olarak büyük bir göç dalgasının Adana’dan İstanbul’a kadar geniş coğrafyaya doğru gerçekleşeceği tahmini de oldukça gerçekçi. TÜRKONFED afet kaynaklı yurtiçi göçün sosyoekonomik etkilerini çalışmaya başladığı araştırma raporunu da sunacak. O zaman belki orta vadeli hasar raporunu biraz daha net görebiliriz. 

Bu rakamlar iyimser rakamlar... Başta Dünya Bankası’nın 34,2 milyar dolarlık maddi zarar tahmini olmak üzere, uluslararası kurumların yaptığı tüm tahminlerin gerçek zararın dörtte birini bulmadığını burada belirtmiş olalım. 

104 milyar dolarlık resmî tahmin çok iyimser!

Şimdi de resmî olarak kabul edeceğimiz bir rakama gelelim. Mart ayının ortalarında Cumhurbaşkanlığı Strateji ve Bütçe Başkanlığı, “Türkiye Deprem Toparlanma ve Yeniden İmar Değerlendirmesi Raporu”nu yayımladı. Rapora göre, depremin Türkiye ekonomisi üzerindeki toplam yükü içerisinde en önemli bileşeni yüzde 54,9 oranıyla, konut hasarı oluşturuyor, parasal karşılığı ise 56,9 milyar dolar. İkinci hasar kalemi kamu altyapısı ve hizmet binalarındaki yıkım ki, bu da 12,9 milyar doları buluyor. Konut hariç özel kesim hasarı, yani imalat sanayi, enerji, eğitim, iletişim, turizm, sağlık sektörlerini ve ticarethaneleri içeren bu kalemin faturası 11,8 milyar dolar. İş bununla da bitmiyor, depremin ekonomiye dolaylı etkileri diyebileceğimiz, sigortacılık sektörü kayıpları ve esnafın gelir kayıplarıyla birlikte makroekonomik etkiler dikkate alındığında, depremin Türkiye ekonomisine toplam yükü 103,6 milyar dolara ulaşıyor. Bu faturanın 2023 yılı milli gelirinin yaklaşık yüzde 9’una denk geleceği öngörülüyor.

Zarar kalemlerine yazılmayanlar

Bu hesap da oldukça iyimser bir hesap... Zira makroekonomik etkileri hesaplarken, sözgelimi bölgenin tarım üretimindeki payı dikkate alındığında, bu yıl ne kadar arazinin ekileceğini bilmiyoruz. Özellikle Kahramanmaraş, Hatay ve Adıyaman’da tarımsal üretimin ne kadar düşebileceği konusunda bir öngörümüz yok. Aynı şekilde organize sanayi bölgelerinde ve sanayi sitelerinde makine parkının uğradığı zarar ya da yeniden ne zaman üretime geçebilecekleri hakkında da sağlıklı bir bilgi elde bulunmuyor. İşgücü kaybının ekonomiye etkisini hesap edebilmek için bir süreye daha ihtiyaç var. Enkaz altında hayatını kaybeden yurttaşlarımızın sayısını bilmediğimiz gibi, enkazdan çıkarılan ve ampute olan yurttaşlarımızın sayısını da bilmiyoruz. Ve eğer ki bu devlet bir gün sosyal devlete dönüşebilecekse, bu yurttaşların gerek bakımı gerekse sosyal yardımlar için ciddi bir parasal kaynak ayırmak zorundayız. Ve bu sürekli olarak karşılanması gereken bir harcama kalemi olacak. 

Beceriksizlik, nepotizm ve  kleptokrasinin yan etkileri

Bir önemli not daha... Nepotizm ve kleptokrasinin, yani liyakatsizlik ve yolsuzluğun azgınlığının artarak devam ettiğini gözlemliyoruz. Sözgelimi, kimilerine göre Erciyes Dağı büyüklüğüne ulaştığı tahmin edilen molozları tarım arazilerine yığmak, vatan hainliğiyle eşdeğer bir tutum. Yine yıkılan binaların yerine yeni binaların inşa edildiği alanların da tarım arazileri olduğu iddia ediliyor. Deprem bölgesindeki illerin toplam milli gelirden aldığı pay yüzde 9,3’tü. Bu 10 ilin tarımsal üretiminin ülke milli gelirindeki payı yüzde 14,3 ile önemli bir yere sahipti. Deprem afetine maruz kalan iller ülke çapındaki bitkisel üretimin yüzde 20,9’unu, tahıl ve diğer bitkisel üretimin yüzde 12’sini karşılarken, toplam işlenen tarım alanının yüzde 14,5’ine, büyükbaş hayvanların yüzde 12’sine ve küçükbaş hayvanların 16,3’üne sahipti. Şimdi bu yeniden inşa faaliyetinde bölgenin tarımsal üretimine vuracağı darbenin telafi edilemeyecek zararlarını da yazın bir köşeye! Göç de tarımsal üretimi olumsuz yönde etkileyecek, bunu da ekleyelim. 

Yolsuzluğun etkisini de hesaba katınca...

Beceriksizlik ve akıldışılıkların maliyetlerini hesaplamaya devam edelim. Daha sarsıntılar devam ederken temel atmanın ne kadar sakıncalı olduğunu biliminsanları açıklıyor ve yine bu devletin yetkilileri hiç umursamadan, seçim şovu için temel atmaya devam ediyor. 
Bunun yanı sıra, deprem sonrası destekler için yapılan harcamaların da net bir hesabı bulunmuyor. AFAD ve Kızılay’ın nasıl kurumlar olduğu ortada ve gerek halktan toplanan yardımların gerekse devletin yardımlarının ne denli efektif kullanıldığı koskoca bir soru işareti. 

Sonuç, kapıda Büyük İstanbul Depremi beklerken, İzmir ciddi bir tehdit altındayken, işte Türkiye’nin ekonomik görünümü bu. Ancak hangi doğal afet olursa olsun, bugüne kadar yaklaşık 1 trilyon dolarlık zarar veren 20 küsur yıllık siyasal İslamcı iktidarla kıyaslandığında, bu ülkeye daha az hasar verir. Bu ülkenin en uzun fay hattı, siyaset ve ahlak kırığıdır, artık bunu çok net biliyoruz.