Tarih şöyle söyler; muktedirin halısı kırmızı, sofrası kuş sütlü misafir koltuğu sıpsıcak olurmuş.

Tarih şöyle söyler; muktedirin halısı kırmızı, sofrası kuş sütlü misafir koltuğu sıpsıcak olurmuş.
Tıpkı elini tuttuğu kişiye kariyerist "lütuflar" bahsettiği eli gibi.
Bu yüzden kim ki "sevgi selinden" fırlar, itiş kakış öne atılır o ele bir anlığına dokunur ve o gözlere "içli" "içli"  bakarsa, bahtına konfor halesi konuverirmiş...
Türkiye'nin popüler "celebritileri" nam-ı diğer AKP'nin "sanatçı" kadrosu vizyon belgesi toplantısında Başbakan'ın yanına botoks maskları, rengi değil boyası ağarmış saçları ve "imgenin hezimeti böyledir" duruşlarıyla sıralanmışlar.
Ve " kutup kutup ayrıştırılarak yönetilen, "gerçeğin" ve "hukukun" yağma topoğrafyası "yıldızları"; "Yeni Türkiye" için "medyatik-algı kampanyasına" sadakatlerini beyan etmişlerdi.
Ulusal "para, şöhret, hırs, güç teşhiri aygıtımız", "en" olmayı "görgüsüzce" yücelten faşizan tınılı pop-haz  kültürümüzle, siyasi kültürümüz arasındaki ruhsal yakınlıktan dolayı yadırgamamıştık...
Onlar çeri, çöpü ve çekirdeği temizlenmiş posa bir hissiyatı tüketicilerine sil baştan "fresh mal gibi" pazarlama işinde ortaktılar.
Bir hafta sonra AKP'nin İstanbul'daki 6 bin kişilik iftarında yine daha geniş kadro buluştular.
Böylece biz de Yavuz Bingöl'ün Başbakan'a ulaşma ve elini sıkma "cehdine" ve anına digital imkanlar sayesinde tanık olduk.
Biraz burulmuştuk ama ama iktidar ilişkilerinin bir iç-çürütme mahalline çevirdiği hayatımızda demek o da dünyevi bagajını büyütmek, güvenceli profesyonel angajmanını pekiştirme derdine düştü demiştik.
Demokratlık, muhaliflik uzun meşakkatli, ömür tüketen, ruh kurutan bir sınanmaydı bazen bir neşeli selfie yeterdi.
İnsan yorulan varlıktı ve zamanla iktidar odağını "görme" ve "kavrama" yetiniz körelebilirdi.
O zaman da kalkıp "öfkeli ve bezgin demokratlığınız" ve kankanızla   twitterda show- yaygara yapmanın alemi yoktu.
Ayrıca "bana sosyal linç yapılıyor" vaveylası kopartmak, envai cins linç pratiğine "yataklık" eden devlet yargısı tarafından bir kez daha infaz edilen masumlara "mezar" olan ülkede hiç yakışık almazdı.
Ama ne beis...
Hükümetin tarihe geçen "proaktif-dış politikası" neticesinde Suriye'den kaçan ve Türkiye'nin pek çok ilinde parklarda, otogarlarda dilenen mülksüz, yurtsuz, dilenen Suriyeli sığınmacılara linç kalkışması yaşanırken...
6 bin kişilik iftarda Filistin'in "uzlaşmacı" Devlet Başkanı Mahmud Abbas'la bedenleri gökyüzüne uzuv uzuv dağılan Filistinli çocuklar için ama dikkat! "uzaktan" ağlak retorik sallayabilir, içimizdeki "Hitler'i" bar-bar çağırır sonra fotoğraf çekimine geçebilirdik.
Bebekleri kan yatağına yatıran savaş makinası İsrail'in jet "yakıtının"  5. büyük ekonomik partneri Türkiye'den gitmesi "öncü ülke" kimliğimiz gereğiydi.
Sokakta polis ve sivillerce linç edilen Ali İsmail'in davası yine Eylül'e ötelenir,
14 yaşındaki çocuğu 16 kilo toprağa veren insanlık tecrübemiz; Berkin'imize "terörist" diyen Başbakan susunca yaslı anasına meydanda kitlesel linç kini kusulduğuna şahitlik ederdi.
Roboskili analar "şefkat paket- kan paralarına" arkalarını dönüp gitmemişler miydi "haysiyetimizi linç ettirmeyiz" diye...
Soma'da "haşlanmış, yanmış" çıkartılan yüzlerce madenci "sermaye-devlet-rant konsorsiyum" organize ihbar ve görüntüyle gelen "toplu lince" uğramamışlar, bilgisi ve belgesi olmayan "tekme-tokat" hiç yaralamamıştı insan parçalarımızı sanki...
Şüphesiz ki, Sivas Madımak'ta kara tertip linçle öldürülen ozanlarımız Muhlis Akarsu ve Nesimi Çimen'in deyişleri ve isimleri şimdiden yüzyıllara devr olmuştu.
Ve neredeyse onları kendi kendilerini öldürmekle suçlayan DDK'ın Madımak raporu bile Yavuz Bingöl'ün " hakkaniyet duygusunu"  rencide edememişse...
İktidar yamaçlarında türkülerini söyleyebilirdi...