Bu ülkede belirli ağızlarca en fazla suiistimal edilen sözcüklerden biri de herhalde “münferit”tir.

Tasvip edilmeyecek, tepki çeken, kötü gidişin işareti sayılabilecek olaylar hep “münferit”tirler. İşin tuhaf denebilecek bir yanı da vardır: Örneğin polis şiddetinin “münferit olay” kategorisinin dışına çıkması için bu tür olayların sayısının hangi eşiği aşması gerektiği nedense hiç belirtilmez. Bu arada, tutturulan mantığa göre Madımak katliamının da “münferit” sayılması gerekecektir; çünkü insanların, bulundukları otel yakılarak katledildikleri başka bir olay bilinmemektedir.

Aynı mantıkla, Doğanşehir-Sürgü, İstanbul-Ayazağa olayları da elbette “münferit” sayılacaktır. 

“Münferitlik” eşiğinin aşılması, herhalde Alevilere ve Kürtlere ülke ölçeğinde saldırıları gerektirmektedir.

***

Yukarıdaki “giriş”, ilk bakışta farklı görünen bir konu ya da başlıkla ilgilidir: Dış politikaya yönelik iç mobilizasyon...

Kastedilen, Türkiye’nin izlediği dış politika çizgisinin ve bu çizginin “vizyonunda” yer alan hedeflerin, aynı zamanda içerde kitle desteğini ve belirli bir hareketlendirmeyi gerektirip gerektirmediğidir.   

Bu sorunun yanıtı döneme, dış politika çizgisinin önüne koyduğu hedeflere ve elbette gündemde bir savaş olasılığı bulunup bulunmadığına göre değişecektir. Bununla birlikte, 1991 yılında Özal’ı düş kırıklığına uğratan “Irak kayıtsızlığına” bir mim koyup son on yıla bakıldığında,  halkımızın “dış politika” sayılan meselelerde pek gaza gelmediği görülecektir. 2003 1 Mart Tezkere olayında, Mavi Marmara fiyaskosunda ve en son Suriye geriliminde, örneğin uçak düşürülmesinde, ortada öyle “kükremiş sel gibi bendini çiğneyip aşan” bir halk olmamıştır.

Doğrusunu söylemek gerekirse, halkımızdaki genel kayıtsızlığın belki de tek “hayırlı” yanı budur. “Azıcık aşım ağrısız başım” felsefesi başka her alanda sorunlar yaratsa bile en azından ucunda savaş da olan dış politika maceraları karşısında içerden bir ölçüde fren oluşturmaktadır.

***

Ancak, halkın dış politika meselelerinde destekleyici hareketlenmelere görece uzak durması, özellikle AKP iktidarı açısından pek de arzu edilecek bir durum olmasa gerekir.

Birkaç nedenle:

Birincisi, Suriye meselesinde yaşanan fiyasko bir yerde “biz icabında Kürtlerin de hamisi oluruz” esnekliğini gerektirse bile, diğer yanıyla “bakın, halkımız Kürtlere çok tepkili” mesajını gerekli merkezlere iletecek olayları da davet etmektedir.

İkincisi, aslında Sünni İslam’ın liderliği demek olan “bölge liderliği” düşleri, içerde mobilize edilmeye hazır, yerine göre militanlaşabilecek bir Sünni dinamiğin varlığını gerektirmektedir. “Liderlik” dendiğinde işin içine bir de Müslüman Kardeşler rekabeti girerse (bakınız, Ergin Yıldızoğlu, Cumhuriyet, 1 Ağustos Çarşamba) bu durum AKP’yi kendi altında böyle bir dalga olduğunu göstermeye yöneltecektir.

Üçüncüsü, hemen herkesin bildiği gibi tezgâhın ucunda İran olduğuna ve o da kolay lokma olmadığına göre, günü geldiğinde Sünni İslam dışı her şeye karşı bilenmiş bir “kitle desteği” aranacaktır.

***

Kısacası, bu ülkede Kürtleri ve Alevileri hedef alan “münferit” olayların belirli bir mantığı, işlevliliği vardır; dolayısıyla sürmesini beklemek gerçekçi olacaktır.

Ne var ki, dış politika amaçlı iç mobilizasyon, çok bilinen bir deyimle “iki tarafı da kesen kılıç”tır; kullanan için kestiği gibi, kullananı da kesebilir. İşin başındakiler, ama perde arkasındakiler, dış odaklar değil burada, Türkiye’de işin başında görünenler, “münferit olaylara” çanak tutacak, ancak bunların belirli bir düzeyde kalmasını isteyeceklerdir. Çünkü “fazlası”, işlerin kendi başlarını da belaya sokacak noktalara tırmanması anlamına gelecektir.

İşte, bunu becerip beceremeyecekleri, münferit olayları son dönemin moda deyimiyle “yönetip yönetemeyecekleri” belli değildir.

Belli değildir; çünkü bunca tafraya karşın AKP iş “kriz yönetimine” geldiğinde hiç de becerikli görünmemektedir. Dahası, yakın gelecekteki önemli dış politika virajları AKP’yi daha da zorlayacağa benzemektedir. 

Zorlanan, sıkışan ve bela savmaya odaklanan bir dış politikanın içe dönük yansımaları “hayırlı” olmayacaktır; içerde tehlikeli süreçleri ve gelişmeleri tetikleyecektir.

Artık kimsenin “münferit” diyemeyeceği ölçüde…