Selva Erdener’in dördüncü albümü “Biliyor Musun” sevenleriyle buluştu. Müzik direktörlüğünü İbrahim Yazıcı’nın yaptığı albümde Cem İdiz, Turgay Erdener, Fazıl Say gibi Türkiye’nin önemli müzisyenlerinin besteleri bulunuyor. Nazım Hikmet, Edip Cansever, Ataol Behramoğlu gibi büyük şairlerin şiirlerinden oluşan albümde bir de Dut Ağacı türküsünü seslendirmiş Erdener. Ediz Hafızoğlu, Çağ Erçağ gibi büyük isimlerin bir arada olduğu albümde Selva […]

Müzik benim hayatım

Selva Erdener’in dördüncü albümü “Biliyor Musun” sevenleriyle buluştu. Müzik direktörlüğünü İbrahim Yazıcı’nın yaptığı albümde Cem İdiz, Turgay Erdener, Fazıl Say gibi Türkiye’nin önemli müzisyenlerinin besteleri bulunuyor. Nazım Hikmet, Edip Cansever, Ataol Behramoğlu gibi büyük şairlerin şiirlerinden oluşan albümde bir de Dut Ağacı türküsünü seslendirmiş Erdener. Ediz Hafızoğlu, Çağ Erçağ gibi büyük isimlerin bir arada olduğu albümde Selva Erdener dinleyeni adeta bir yolculuğa çıkarıyor. “Müzik benim hayatım” diyen sanatçı ile yeni albümü vesilesiyle konuştuk.

► Yeni albümünüz “Biliyor Musun” çıktı. Süreç nasıldı biraz anlatır mısınız?

Kayıt yapmayı, söylediğim şarkıları kaydetmeyi çok seviyorum. Kendi hafızamda da müzikal geçmişim ve geleceğimde de nokta oluşturuyor. Türk bestecilerinin şarkılarını söylüyorum. Aslıda dört albümde de iki tanesinin tamamı Turgay Erdener’e ait. Hem düzenlemeler hem de besteler. Diğer iki albümde de Türk bestecilerinin şarkıları olmak üzere aynı yolu devam ettirdiğimi söyleyebilirim “Biliyor Musun” için de. Aslında dostum, arkadaşım olan, kalbime dokunan, sevdiğim, şarkılarını söylemekten hoşlandığım bestecilerin işleri bunlar. Ve tabii klasik müzik bestecisi deyince olay biraz daha farklı bir yere geliyor. Onlar bu albümde, çok önemli şairlerin, Türkiye için olmazsa olmaz şairlerin, şiirlerine yer verdiler. Şiirin şarkı olmuş tarafıyla da önemli bir duruşu var albümün.

► Çok önemli şairler ve şiirler var albümde. Bu isimlerin seçimi nasıl oldu?

Şairleri besteciler seçti. Ama mesela Babür Tongur’a ben Karacaoğlan olursa çok mutlu olurum dedim. O da bir Karacaoğlan şarkısı yaptı. Diğer şarkılar zaten besteciler tarafından bestelenmişti. Ben onların biraz gizli dolaplarına girdim. Mesela Cem İdiz’in şarkılarını istedim ondan. O da gönderince onun içinden bir seçme yaptım, “Nihavent” öyle mesela. Turgay Erdener’in bestelediği “Göle Yas”, Gonca Özmen’in Göle Yas filmi için, Burdur Gölü Kurumasın projesinde, yaptığı bir şiirdi.

► Nazım Hikmet, Edip Cansever gibi isimleri seslendirmenin sizin açınızdan önemi nedir peki?

Ben kendimi iyi bildiğim zamanlardan yani ilk gençlik yıllarımdan itibaren şiire çok meraklıydım. Bizim evde böyle güzel bir kitaplık vardı. Babam da çok seviyordu ve o kitaplıktaki şiirleri okuyarak başladım. Orhan Veli ile başladım ben. Ama sonra devamı geldi tabii. 20.yüzyılın tüm şairlerinin şiirlerini okudum. Turgay’la evlendikten sonra da inanılmaz bir şiir kitaplığına dahil oldum ben de. Ben o şiirlerin hepsini iyi belledim. Hatta kendi kendime de okurdum sevdiğim şairlerin şiirlerini. Onun için yabancı değildim. Yani Nazım Hikmet’e zaten bu ülkede yaşıyorsan yabancı kalamıyorsun. Bir yerinden değiyor sana Nazım Hikmet. Turgay’ın Mavi Gözlü Dev balesinde mesela o kadar iyi araştırdım ki Nazım Hikmet’i. Orada yine onu anlatan bir şiir şarkı söyledim. Hepsi çok sevdiğim şairler. Yerçekimli Karanfil – Edip Cansever bayılırım yani. Gonca da şu dönemde genç sayılabilecek ama bir o kadar da etkin ve yetkin iyi bir şair.

► Peki edebiyata ilgim vardı demişken, sanatın diğer dallarından nasıl besleniyorsunuz?

Beni şaşırtan şeyler beni çok besliyor. Plastik sanatlar özellikle. Ama ben onları ayıramıyorum çünkü hepsi bir bütün halinde bana bir şekilde değiyor. Gençliğimde mesela sinema çok etkiliyordu beni, bugün o kadar değil. Bir filmden çıkıp o karakter oluveriyordum. Liza Minnelli New York New York izlemiştim. Kendimi Liza Minnelli sandım, araba çarptı bana. O kadar hayal dünyası… Tek bir sanat değil de şaşırtan her şey beni çok etkiliyor diyebilirim.

► “Göle Yas” şarkısını seslendirdiniz. Bir sanatçı olarak günümüzde doğayla ilgili durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Geçen gün evimizin önünde bir ağaç kesilmişti, yıkılmıştım. Ne kadar üzüldüğümü söylemek istiyorum. Bu çölleşen dünyada onların da canlı olduğunu bilmek, bize hayat verdiğini bilmek bana mutluluk veriyor. O ağacın orada olması, sulak alanların vahşi sulanmayla sulanmaması, göllerin güzellikleriyle kalması… Bu dünyada yaşıyorum ve bu dünyanın bugününde yaşıyorum. Yarın ne olacak bilmiyorum. Onun için endişeliyim bu konuda. Böyle bir sosyal sorumluluk projesinde yer aldık çünkü gerçekten biz bir gölü kurtarmaya heveslendik. Ve bunun için beki bir avuç insandık ama o kadar çığ gibi büyüdü ki. Sonuç açısından şu anki durum hiç de iç açıcı değildir. Sanıyorum kilometrelerce bir çekilme var ve o durdurulamadı.

► Albümü nasıl betimliyorsunuz peki?

Bu bir klasik müzik albümü çünkü içindeki besteciler klasik. Ama içindeki unsurlar, enstrümanlar, bizden sesler. Mesela Derya Türkan çalıyor kemençeyi, Ahmet Baran çalıyor Kanun’u. Bunun yanı sıra bir klasik trio da var piyano, viyolonsel ve keman. Jazzy bir parça da var mesela onda davul, bateri, saksafon ve kontrbas var. Yani biraz aslında bu bestecilerin ortaya çıkardıkları müzik. Onları birleştiren şey de bu ansambl ve benim. İnanın onların yazdıklarının üzerinde çok fazla bir dokunma yok. Bu bir klasik müzik albümü demekten asla çekinmiyorum. Bu bir klasik müzik albümü çünkü bestecilerin tamamı klasik müzik besteleyen Türkiye’nin önde gelen bestekarları.

► Bir de anonim türkü var albümde; Dut Ağacı…

Bülent Forta, benim yapımcım dedi ki “Sen her albümde türküler seslendiriyorsun. Diğer albümlerde de türkülerin var. Onun için bir tane türkü çok hoş olur”. Onun üzerine düşündüm Dut Ağacı’nı. Dut Ağacı benim gençlik yıllarımda söylemek istediğim bir türküydü. Onu İbrahim Yazıcı’dan rica ettim. O benim için düzenledi.

► Ankara Devlet Konservatuarı temelli bir grup var aslında bu albümde besteciler ve size bakınca. Nedir Ankara Devlet Konservatuarı’nın önemi?

Bir kere Türkiye’nin en köklü konservatuarı, ilk konservatuarı. Cumhuriyet’in ilk konservatuarı. Çok büyük bestecilerin, çok büyük oyuncuların, rejisörlerin hocalık yaptığı, daha sonrasında da o kadar iyi icracıların yetiştiği, geleneği olan bir konservatuar. Her dönemde mutlaka çok iyi müzisyenleri çıkarmıştır, çıkarmaya da devam ediyordur. Bizim eğitim aldığımız dönemde Necil Kazım Akses benim hocamdı. Nevit Kodallı benim hocamdı. Beni konservatuarda etkileyen asıl şuydu. Aldığım derslerden çok soluduğum havaydı. Yani orada öyle bir atmosfer vardı ki gerçekten sanat yaptığını hissediyordun. Yani ben iki adım öteye gittiğimde bale salonunda balerinleri baletleri izliyordum. O bana bambaşka bir şey katıyordu. Ya da bir orkestra salonunda Rengim Gökmen’in orkestra provası yaptığını görüyordum ve oturup o provayı üç saat dinlediğimi hatırlıyorum. Çok farklı şeyler vardı. Tiyatrocu arkadaşların o ince çalışmalarını görüyordum. Bir piyanistin ne kadar uzun emekler ve saatler vererek piyanist olduğunu görüyordum. Diyordu ki hocalar 8 saat çalışmıyorsa piyanist olamaz. Altıda kalkıyordu arkadaşlarım saatler boyu çalışıyordu. Hem çalışmanın ne demek olduğunu gördüm orada hem de gerçekten sanatı soludum.

► Türkiye’deki konservatuar eğitimi nasıl peki sizce?

Çok fazla konservatuar var artık ve o konservatuarlarda nitelikli eğitim veriliyor mu ondan çok emin değilim. Yani konservatuardan mezun olmuş çok insanla tanışıyorum ama hangi konservatuar, nasıl mezun olmuş soruyorum bazen. Çok olması kötü bir şey değil ama nitelik gerçekten düşündürücü.

► Devlet Opera ve Bale sanatçısı olarak oradaki koşulları nasıl buluyorsunuz peki?

Ankara Devlet Opera ve Balesi de bir devlet kurumu. Aslında sıkı sıkı sarılmamız gereken bir kurum. Ben İtalya’ya gittiğimde Ankara Devlet Opera ve Balesi’ni tanıyorlardı biliyor musunuz? Bana “Aa Ankara mı” diyorlardı. Çünkü bir dönem yurt dışından o kadar fazla artist gelmiş ki hem orkestra şefi, hem rejisör hem şarkıcı. Onun için Ankara Operası ünlenmiş Avrupa’da. Bizim şu anki durumumuz belki o ünü devam ettirmek üzerine olabilir. O ünün hakkını vermek lazım diye düşünüyorum. Çok güzel prodüksiyonlar yaptık. Daha sonra da güzel prodüksiyonlara imza atılacağını düşünüyorum. Salonla ilgili problemimiz vardı. Bir tadilat geçirdi hatta geçiriyor hala. Onun için bu sezon biraz aksaklıklarla başladı sezon. Ama o tadilat bitmediği halde temsil yapmaya başladık. Seyirciyle buluşmamız hiç aksamadı. Daha eksikleri var, tadilatları bittiğinde herhalde çok daha güzel bir sahne olacak. Ama bir yeni sahneye her zaman ihtiyaç var. Yani Ankara, başkent burada seyircinin ihtiyaçları karşılayacak, seyircimizi tatmin edecek bir salona çok ihtiyacımız var.

► Ankara seyircisinin peki operaya olan ilgisini nasıl buluyorsunuz?

Biz hiç seyircisiz kalmıyoruz gerçekten hepsi full gidiyor. Her zaman böyleydi ama artarak da devam ediyor. Ankara izleyicisi her zaman operaya, baleye, tiyatroya ilgi duymuş bilinçli. Mesela İstanbulluların turne yapmak istediği bir seyirci vardır. Çünkü bu seyirci gerçektir. Eğer beğenmezse bunu ifade edebilir. Beğenirse onu da çok güzel ifade edebilir. Biraz soğuktur bizim izleyici. Duygularını çok kolaylıkla söylemez. İzmir ile çok farkı var mesela. Geçen ay İzmir’de konserim vardı o kadar rahatlıkla geliyorlar konuşuyorlar. Ankara böyle bir tutar kendini. Söylemeye çekinir, yanına gelmeye çekinir. Biraz daha temkinlidir. Anadolu’nun iklimi belki seyirciyi de etkiliyor.

► Piyasa dışında bir müzik yapıyorsunuz. Spor yaparken dinlenmelik değil daha hislerin müziği denebilir belki… İlgi nasıl? Yeni albüme geri dönüşler nasıl geldi?

Bir kere şunu söylemem lazım, dinleyen herkes çok beğendiğini söyledi. Söylediğinizi düşününce böyle evet lay lay lom bir müzik değil. Biraz da oturup dinlenmesi gereken, algılanması gereken bir müzik. Onun için saygıyla yaklaşılıyor sizin söylediğiniz gibi. Ben de bunu aldım kabul ettim. Neyse o. Ben yaptığım müziği seviyorum ve içimden çıkan şey bu. Başkalarının düşüncelerini de önemsiyorum çünkü gerçekten dinlenilsin diye yaptım, hem de çok dinlenilsin istiyorum. Dinleyiciye ulaşsın istiyorum. Turgay Erdener gibi bir besteci var Türkiye’de. Cem İdiz gibi, İbrahim Yazıcı gibi bir müzisyen ve besteci var. Melahat İsmail yine çok önemli bir isim. Fazıl Say’ı zaten hepimiz tanıyoruz. Babür Tongur hem iyi bir eğitimci ama yanı sıra da çağdaş müzik tekniklerinin tamamını öğrenmiş ve bu alanda beste yapan bir arkadaşım. E şimdi bun Türk halkının bilmesi gerekmez mi? Bence gerekir. Nasıl popüler kültüre ait pek çok şeyi biliyorsak, beynimize çakılıyorsa o zaman bunlarında duyulması lazım. Bu albüm gerçekten belki bir dönüm noktası olabilir.

► Türkiye’de bu müziğin yayılmamasının nedenleri nedir peki?

Ben yayıldığını düşünüyorum. Gittikçe daha da yayılacağını düşünüyorum. Türkiye kadar değişen bir ülke yok herhalde. Gençliğin bakışı değişecek, hep aynı kalamaz bu ülke. Her şey değişecek buna eminim. Ben umutluyum yani, yüksek bir umudum var. Hep umutla ve hayalle yapıyorum ben. Bana müzik yaptırtan şey heyecan, umut ve hayal. Ben bunların hepsini hayal ediyorum. Hayal çok iyi bir şeydir. Yaptığınız hiçbir şeyi de küçümsememek gerek. Nerden ne olacağı hiç belli olmaz. Dünyada da öyledir. Bakarsınız o küçücük bir alev gibidir kıvılcım gibidir ama kocaman bir, yangın demek istemiyorum, güzellik olur.

► Çok özel ve güzel bir sesiniz var. Kendinizde bu müzik yetkinliğini nasıl keşfettiniz?

İçgüdü herhalde bu. Çok küçüktüm 5-6 yaşlarında belki karar verdim ben konservatuara gideceğim diye. Böyle bir şey olur mu diyorlar ama gerçek bu dediğim. Ben o kadar küçükken kararımı vermiştim müzisyen olacaktım. Şarkı söylüyordum. Kampa gidiyordum büyüklerle arkadaş oluyordum. Alkış aldım ilk böyle bir orkestra önünde söyledim. Annem şarkı söylüyordu, halalarım söylüyordu. Baba çok iyi müzik biliyordu teorik olarak. Öyle olunca müzikten başka bir şey okumayacağımı düşündüm. İlkokuldaydım. Oradaki öğretmenlerim ailem ile görüştü mutlara konservatuara gitmeli diye. O kadar kararlıydım ki sonra orta okulda da lisede de…Ona engel olamıyorsunuz. İçimdeki şarkı söyleme eve müzisyen olma dürtüsü o kadar yüksekti ki başka bir şey olamazdım. Engel olamayacağım bir şeydi Hala engel olamıyorum, vazgeçemiyorum müzik yapmaktan.

► Müziği iş gibi görmüyorsunuz o halde…

Aşk gibi görüyorum. Hayatım. O kadar gerçekten her tarafımı kaplayan bir şey. Şarkı söylemek beni çok iyi yapıyor. Ben mesela kötü gideyim operaya. Yukarı çıkıp bir egzersiz yapayım şarkı söyleyeyim her şeyi unutuyorum. Meditasyon gibi bir şey. İçinde nefes olduğu için belki de. Bizim evde hep müzik vardır. Eşim Turgay Erdener, o da aynı.

► Önümüzdeki günlerde nerelerde görebileceğiz sizi?

17 Ocak’ta bir canlı konserim var Ankara Radyosu’nda. 30 Ocak’ta Maltepe Belediyesi Türkan Saylan Kültür Merkezi’nde bir resitalimiz var. 12 Şubat’ta Erimtan Müzesi Konser Salonu’nda söyleyeceğim. Ankara Devlet Opera Balesi’nde Ayşe Opereti’nde sahneye çıkacağım. Onun da provaları bugün yarın başlayacak. 23 Şubat prömiyer tarihi. Böyle yani. Çalışmalar devam ediyor.