Temel soru; ahlak felsefesinin 18. yüzyıldaki evriminin, dinin ahlaki davranışı yönetme biçimleri üzerinde nasıl bir etkisi olduğudur ve bunun tersi de geçerli midir? Bu anlamıyla 18. yüzyılın bir yüzleşmeden çok bir diyalog olduğunu düşünüyorum.

Nasıl anlaşacağız?

Derya Gürses Tarbuck

Aydınlanmanın zihin ve duygularla ilgili olan kanadının ahlak felsefesinin bir dalı olduğu artık biliniyor. Özellikle 18. yüzyıldaki düşünürlerin asıl amacının bir toplumsal proje olduğu görüşündeyim ben de. Duyguları, sosyal içgüdüleri ve sosyalliği olan bir varlığın, yani insanın benliğinin bir değerlendirmesini içermektedir bu proje. Bu bağlamda sormak istediğim sorular: 18. yüzyıl teorisyenleri din ve ahlak hakkında nasıl düşünüyordu? 18. yüzyılda ahlak kavramına ilişkin bilimsel kategoriler ve felsefi sonuçlar nelerdi? Ahlaka yönelik dini yaklaşımlarla nasıl müzakere edildi? Ahlak felsefesinin 18. yüzyıldaki evriminin seyri nasıldı? Din, insan davranışını ahlak bağlamında yönlendirmede ne tür bir etkiye sahipti? Bu yazıda, konuyu kısıtlı alan nedeniyle tüm kapsamıyla olmasa da, sekülerleşmenin genel çerçevesi içinde tartışmak istiyorum.


18. yüzyılda gelişen seküler ahlakın, din tarafından sunulan bir ahlak anlayışının tamamen yerini aldığı son derece temelsiz bir argümandır. Genel olarak sekülerleşmenin bunu mümkün kıldığı varsayılır. Tartışmak istediğim şey, ikisinin aslında 18. yüzyılda diyalog içinde belirli bir alanda yan yana durdukları şeklindedir. Seküler etik; insan doğası ve davranışı hakkında, sosyallik yönünü barındıracak ve insan eylemlerini, rasyonel bir şekilde ilham verecek biçimde, düzenleyecek bir dizi norm ve tartışma olarak tanımlanabilir. Din ahlakı ise diğer şeylerin yanı sıra insanın bir inananlar topluluğu olduğu varsayımıyla, dini referanslarla temellenen bir normlar bütünü olarak tanımlanabilir. Orta Çağ’ın doğal hukuku, din ahlakıyla ilgili fikirler için bir çerçeve sağladı ve insan doğasına ilişkin varsayımların değişimine dayanıyordu. Bu araştırmanın amaçlarından biri, dini inancın ve dini kaygıların, ahlak felsefesi anlatısından dışlandığı bir küme oluşturan Aydınlanma çalışmalarının ilerici yönünü eleştirel olarak analiz etmektir. Konuya daha yakından bakmak, umarım 18. yüzyılda din ve ahlak felsefesi arasındaki karmaşık ilişkiyi ortaya çıkaracaktır.

Bununla ilgili olarak ve felsefi bir yön olarak, duyguları, 18. yüzyıldaki ahlak felsefesinin tanımlayıcı özellikleri yapan sağduyu felsefesiyle de ilgileniyorum ve bununla ilgili olarak dini kaygıların nerede durduğunu bulmaya çalışıyorum. Böyle bir düşünce egzersizini sürdürmenin ana amacı kuşkusuz tarihsel önemidir. Bununla birlikte, hem dini hem de seküler ahlak tarafından kullanılabilecek bir ahlak dili için kılavuzlar oluşturmak hepimizin üzerine düşünmesi gereken bir alandır. Burada kastedilen şudur; nasıl davranılacağına dair 18. yüzyıl kategorileri, insan doğasına ilişkin varsayımlar ve bir toplumda veya bir inananlar topluluğunda nasıl davranılacağına ilişkin sorulara verilen cevaplar, daha verimli bir şekilde bu meseleler hakkındaki anlaşmazlıkların üstesinden gelinebilecek yolları önerebilir. Aynı zamanda, 18. yüzyıl ahlakçıları tarafından daha felsefi bir şekilde yanıtlanmaya çalışılan “nasıl iyi bir insan olunur” sorusunun değişimine, dini inancın nasıl uyum sağladığı üzerinde durmak için bir fırsat sağlar.

Buradaki temel soru; ahlak felsefesinin 18. yüzyıldaki evriminin, dinin ahlaki davranışı yönetme biçimleri üzerinde nasıl bir etkisi olduğudur ve bunun tersi de geçerli midir? Bu anlamıyla 18. yüzyılın bir yüzleşmeden çok bir diyalog olduğunu düşünüyorum. Tartışma, Aydınlanma propagandacıları tarafından sunulduğu gibi yalnızca entelektüel otorite veya ahlak alanının mülkiyeti hakkında değildir. Daha ziyade 18. yüzyılı, amacın hem din hem de seküler etiğin barınabileceği bir kamusal alan, bugün örnek olarak kullanılabilecek bir ethos oluşturmak olduğu bir tartışma platformu olarak görme fırsatı sunar, sunar ki birlikte yaşayabilelim.