Ayasofya Konuştu ve Sırlar Yolu adlı çocuk romanlarıyla sevilen Füsun Çetinel, bu kez Çiko’nun Seçimi’nde sımsıcak bir arkadaşlık hikâyesi anlatıyor

Nasıl bir dünya kurmuşuz

YUNUS EMRE CEREN

İlkgençliğe adım atmaya hazırlanan iki çocuğun hayallerini ustalıkla işleyen Çiko’nun Seçimi, hayvan hakları, hayvan sirklerinin acımasızlığı ve seçim yapmak üzerine düşündürüyor. Çocukların duygu dünyasını incelikle yansıtan ayrıntılarıyla keyifli bir okuma deneyimi son kitabını Füsun Çetinel ile konuştuk.

»Üç romanınızda da başkahramanın aileyle yaşadığı bir olumsuzluk, hikâyenin çözülmesini, akmasını sağlayan bir çıkış noktasıydı. Sırlar Yolu’nda Aylin’in anne disiplininden bunalması, Duvarda 3 Hafta’da Melisa’nın annesinin işten çıkarılması, Ayasofya Konuştu’da Veli’nin yoksul bir ailede büyümesi… Şimdiyse uzaklardan gelen bir hediyeyle, yine aileden, babanın kıvılcımıyla başlıyor. Bu kez olumlu. Nasıl yorumlarsınız bu çıkışları?

Aile, çocukların cenneti de cehennemi de. Benim de mutlaka çocukluk sorunlarım bilinçaltıma işlemiş olmalı ama yine de bu romanları aile meselelerinden yola çıkarak yazdığım söylenemez.

Ayasofya Konuştu’nun çıkış noktası; müzenin kendisi ve Sultanahmet’in arka sokaklarındaki yamru yumru Arnavut taşları, yarı yıkık evler, açık kapıların ardındaki fakir yaşamlar, yarı çıplak koşturan çocuklardı. Bu mekânları dolaştıktan sonra, ‘Delinin Velisi’ adında kısa bir öykü yazmıştım. Okuyanlar devamını yazmam için cesaret verince ilerletip romana dönüştürdüm.

Sırlar Yolu’nda; üniversite yıllarımdan beri peşimi bırakmayan bir görüntüden yola çıktım. Kaş Antik Tiyatrosu’nda keçilerini otlatırken bir yandan da yabani bakla toplayan on iki yaşlarında bir köylü kızından Eileen’in hikâyesine ulaştım.

Duvarda 3 Hafta’daki Melisa karakteriyle Türkiye’nin gerçeğini dile getirmeye çalıştım. Yazar olarak, Melisa’yı harekete geçirebilmek için evde bir şeylerin altüst olmasını sağlamalıydım. Olay ailede patlak verdi yine.

Çiko’nun Seçimi’nde, büyük bir bölümü kurgu olmasına rağmen, ilk defa kendimden bir şeyler yazdım. Mesele çocuklar olunca aileyi işin içine sokmamak neredeyse imkânsız.

Şu anda üzerinde çalıştığım ve daha tam şekillenmemiş taslaksa; metro seyahatimde önümde duran kadının sarı paltosunda yeşil bir böcek bulmamla başladı. Bakalım hangi karakterlere, mekânlara götürecek beni.

Neyi niye yazdığımızı anlamak gerçekten zor. Bırakalım okuyucularımız bu gizemi çözmeye çalışsınlar.

»Kitaplarınızı okuyanların sormadan geçemeyeceği soru: Yurtdışı bağlantısı. Özellikle Almanya vurgusu önceki kitaplarınızda çoktu. Çiko’nun Seçimi’nde de yine bir yurtdışı damarı var, bu kez İtalya…

Babam uzak yol kaptanıydı ve eve her dönüşünde birbirinden ilginç eşyalar çıkardı çantasından. Seyahate çıkmak, uzaklara gitmek hep bir meseleydi evimizde. Anneannemin erkek kardeşi on beş yaşında okumaya Amerika’ya gidip bir daha geri dönmemişti ve biz hep uzakların hikâyesini dinleyerek büyüdük. Sonra benim sirk merakım vardı tabii. Dünyayı dolaşan ve hayvanlarla aynı yerde yatıp kalkan insanlara hayrandım, bir gün ben de ne yapacak ne edecek çantamı sırtıma atıp yola çıkacaktım. Dokuz yılımı Avusturya Okulu’nda yabancı bir kültürün içinde geçirdim. Daha sonra, İngilizce öğretmeni olduğumda her yaz öğrencilerimi İngiltere’ye yaz okullarına götürdüm, onlarla birlikte maceralar yaşadım. Yine öğrencilerim için keşfettiğim çalışma kamplarına kâh katılımcı kâh grup lideri olarak katılmaya başladım. Her yaz başka bir projede dünyanın başka bir yerinde gençlerle çalışıyorum.

Kaptan babam bir sefer dönüşünde Lori isminde bir köpekle gelmiş evimize, ben daha doğmamışım o zamanlar. Bizimkilerden dinlerdim hikâyesini. Lori babamla gider gelirmiş seferlere. Bir defasında İtalya’dan demir almaları gereken saatte, dönmemiş Lori gemiye. Babam istemese de köpeğini arkada bırakmak zorunda kalmış. Bir daha ki gidişlerinde soluğu hemen barınaklarda almış, Lori’yi tarif etmiş. “Birkaç gün önce gelebilseydiniz, size teslim ederdik köpeğinizi. Ne yazık ki uyutuldu” demiş görevli. Çiko da buradan çıktı işte. İşin içine kurgu girince mutlu sonla bitebildi.

-Melisa gibi genç bir karakter var hayatınızda, kızınız rolünde J Duvarda 3 Hafta’nın ortaya çıkma ya da gelişme aşamasında bir etkisi oldu mu? Sizde bıraktığı izlenim, gözlem anlamında…

Kızım bambaşka bir karakter. Beş yaşından beri farklı kulüplerde profesyonel anlamda yüzüyor. Şu anda Adana’da üniversitelerarası yüzme yarışında. Çok küçük yaşlardan beri benimle birlikte İngiltere’deydi yazları. Lise son sınıfı Türkiye’de tamamladıktan sonra Norveç’te AFS programıyla yeniden okudu. Üniversite üçüncü sınıfta Ersamus’la İsveç’teydi bir yıl boyunca. Gençtur’la Japonya, Fransa, Almanya ve daha birçok yeri çalışarak dolaştı. Hayatta kalabilme becerilerine sahip bir dünya vatandaşı Zeynep. Ama onun da bambaşka meseleleri var; varoluşsal şeyler... Melisa nereden çıktı derseniz… Çevremdeki genç kızları gözlemliyorum, arkadaşlarımın kızlarının maceralarını dinliyorum, kafelerdeki konuşmalara kulak misafiri oluyorum. Cep telefonlarına da ayrıca minnettarım. Melisa; derslerle, ailevi fedakârlıklarla, aşırı korumacılıkla felç edilmiş tipik bir Türk kızı.

»Sahiplenmek, sahip olmak gibi kavramlar da roman boyunca incelikle işleniyor. Hayvanlarla da insan ilişkilerinde de toplumsal anlamda en önemli sorunlarımızdan biri gibi ‘sahiplenme’…

Sokaktan kurtardığımız kedi yavrusunu kaçar, arabanın altında kalır diye eve hapsediyoruz, aşağı düşer diye balkona bile çıkartmıyoruz. Bizler doğadan uzaklaştıkça bitkileri, hayvanları evimizde sahiplenmeye çalışıyoruz. Bahçe yok, yeşil yok, beton imparatorluğunun içinde yaşamaya o kadar alıştık ki.

Çocuklarımıza karşı tutumlarımız da pek farklı değil. Tüm yasaklar onların iyiliği için diye bahaneler üretiyoruz. Genç kızlar, kadınlar öldürülüyor her gün. Herkes herkesin sahibi olmaya çalışıyor.

Gücünden yararlandığımız fayton atlarına gereken bakımı, itinayı gösteremiyoruz. Nesli tükenmekte olan hayvanları; “bulduk” diye böbürlenerek hayvanat bahçelerine kapatıyoruz. Hayvanları sevdiğimizi söylerken onları öldürüyoruz, yiyoruz.

Nasıl bir dünya kurmuşuz kendimize şaşırıp kalıyorum.

»Söyleşi ve atölyelerin dışında sosyal medyada da aktif bir yazarsınız. Bazı yazarlar da var ki kitapları dışında kendilerini herhangi platforma görmek mümkün değil. Nasıl bir seçim bu, içe kapanmak ya da dışarıyla iç içe olmak?

Dünyanın her tarafındaki dostlarıma köprü olmayı seviyorum. Farkına vardığım güzelliklerin bilinmesini istiyorum. Belki birilerine ilham olur, belki birilerine cesaret verebilir, harekete geçmelerini sağlar diye umutlanıyorum.