15 Temmuz öncesinde de belli açılardan iyi olan Türkiye-İran ilişkilerinde de benzer bir seyir gerçekleşecek gibi görünüyor

NATO-Şangay tartışmasında AKP manevralarının anlamı

HAKAN GÜNEŞ / @hakangunesh
Doç. Dr.,​İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi

Yurttaşlardan devlet başkanlarına Türk dış politikasına ilişkin ana tartışma bir eksen meselesiyle ilgili. “Türkexit” mi gerçekleşiyor; Ülke NATO’dan çıkacak yahut çıkarılacak mı?; Şangay’a katılma bu kez gerçek bir plan halini mi aldı? Türk-Rus-İran ekseni mi kuruluyor? Çoğu kez haftalık yahut birkaç aylık sonucu olabilecek taktik manevralar Türkiye’de yeniden ve yeniden eksen tartışmasına kapı açıyor. Melih Gökçek’ten Aydınlık yazarlarına, Odatv’den Hükümete yakın düşünce kuruluşlarına kadar genişçe bir kesim 15 Temmuz’un bir dönüm noktası oluşturduğu inancında. Peki gerçekten stratejik bir eşikte miyiz yoksa yine birkaç aylık bir gündem gevezeliği ile mi karşı karşıyayız?

AKP dış politikasının yakın tarihsel anatomisi

58. ve 59. Hükümetler dönemi gerek ABD gerekse AB ile ilişkilerin neredeyse mükemmel karşılıklı destek ve uyumla yürüdüğü yıllar oldu. Erdoğan’ın “Kalfalık dönemi olarak tanımladığı 2007-2011 dönemi ise ilişkilerde gerilimlerin ortaya çıktığı ve “One Minute” hamlesini takiben son 7 yıldır bitmeyen eksen tartışmalarına sahne oldu. Bu süre zarfında AKP 5 kez yeni kabine kurdu ve neredeyse her birini takip eden aşamada ülkenin NATO’dan çıkacağı tartışması yaşandı. Sonunda Türkiye NATO’dan çıkmayacak ve Uluslararası Sermayeyi ürkütmeyecek bir konumda kalsa bile eksen tartışmasının 7 yıldır kesintisiz sürmesi açıklanmaya değer bir sorunsal oluşturuyor.

Ankara’nın son yıllardaki uluslararası ittifak manevralarına bakarak sürecin önümüzdeki günlerde izleyeceği seyri kestirmek mümkün. Öncelikle kuramsal bir çerçeve ve analizden yoksun kestirimlerin ne kadar kısa ömürlü olduklarını anımsayalım. 2009’dan itibaren İsrail ile gerilim ve İslam İşbirliği Teşkilatı ülkeleri ile yakınlaşma Suriye savaşında ısrarlı müdahil olma çabaları ve son olarak sadece altı ay önce Suudi-Türk-Katar ittifakı öncülüğünde İslam Ordusu, İslam Polis Teşkilatı, Katar’a Türk Askeri Üssü ve benzeri noktalara ulaşan bir sürecin sonunda 2016 Mayıs ayından itibaren buharlaştığını anımsayalım. Yine ABD ile gerilimin dinmemesine karşın Almanya’nın 7 Haziran 2015 seçimlerini takiben Erdoğan’a verdiği krediyi ve ardından da yine bir yıl dolmadan Ermeni Soykırım Kararı ile Ankara-Berlin hattındaki kırılma üzerinde düşünelim. Buna Rusya ile ilişkilerdeki grift ve zikzaklarla dolu dönüm noktalarını ekleyelim. İran’la, Mısır, Suriye, Suudi Arabistan ve diğer bölge ülkeleri ile ilişkilerdeki gelgitleri de sahneye dahil ettiğinizde ortaya stratejik bir eksen kaymasından ziyade stratejiden yoksun, taktik açılımları duvara çarparak geri dönen bir aktörün “sürdürülebilir istikrarsızlık” ortamındaki çırpınışlarını görürsünüz. Sürdürülebilir istikrarsızlık kavramını açmadan taktik gelişmelerin yarattığı yanılsamalar konusunu tamamlayalım.

Esad, Haseke’yi bombalayınca ne oluyor?

Yukarıda kısa örneklerle açıkladığımız son 10 yılın istikrarsız uluslararası ilişkiler tablosundan ülkeyi yönetenler kadar süreci yorumlayanların da ders almadığı ortada: Esad Haseke’yi bombaladığında Türk-Rus-İran ekseni kuruluyor diyenler adeta sarsılmaz bir delil buldukları inancına kapılıyor. Tıpkı Merkel-Erdoğan yakınlaşması ile vize muafiyeti ve göçmen iadesi anlaşmalarını takip eden günlerde aynı çevrelerin “Osmanlı’dan bu yana 100 yıllık derin Türk-Alman stratejik ittifakı” analizlerinin yapıldığı gibi. Peki ne oldu o analizlere? Hatırlayan yok! Rus Uçağı düştüğünde “300 yılı aşan derin Türk-Rus düşmanlığının mukadder sonucu” olarak bir daha asla Rusya ile masaya oturulmaz diyenlerin analizleri gibi gevezilik tarihindeki yerini aldı.

ABD’nin soğuk savaş sorası Ortadoğu politikasının iflası sonucu gündeme gelmiş bulunan bu “sürdürülebilir istikrarsızlık” durumunun tekrar sürdürülemez istikrarsızlık konumuna mı ricat edeceği yahut barışçıl bir Ortadoğu siyaset ortamına mı evrileceğini uluslararası denklem kadar sahadaki güçler belirleyecektir

Oysa daha Esad’a Rus hava desteği gelmeden bile Haseke’de çatışmalar oluyordu. Şimdi bu tür çatışmaların sayısı artabilir ve sahası da genişleyebilir. Bunu da birkaç gündür değil birkaç yıldır BirGün sayfalarından yazıyor idik. Çünkü Şam PYD ile anti-cihadist ittifakını sürdürürken kontrol edilecek sahanın sınırları konusunda her daim temkinli idi. Üstelik Haseke’de çatışma sürerken Halep’te Nusra ve diğer cihadistlere karşı omuz omuza savaşmayı sürdürüyorlar. Ukrayna’da savaş eşiğinde duran ABD ve Rusya’nın birlikte Halep operasyonu yapabilmesi gibi. Yine anımsamak gerekirse Rus-Şam kuvvetlerinin Halep’i tek başlarına kontrol etmesini istemeyen ABD, bundan sadece 3 hafta önce kısmı silah ve mühimmat akışı sağlayarak cihatçıların Esad/PYD/Rusya cephesi karşısında denge kurmasına yardım etmiş ve Halep kuşatmasını cihatçıların kırması sağlanmıştı.

Ortadoğu için büyük resmin parametreleri

Görüldüğü üzere tekil gelişmelerden yola çıkarak büyük eksen okumaları yapmak pek de isabetli analizlerle sonuçlanmıyor. Eğer illa büyük resme bakacak isek bölgedeki tekil gelişmeleri değil büyük güç merkezlerinin neden sürekli taktik taraf değişikliklerine gittiğini, bölge içi güçler dengesinde de sürekli bir ağırlık merkezi değiştirdiğini açıklamalıyız.

21. yüzyılda uluslararası siyasetin ne iki ne de de tek kutuplu olmadığını anımsayalım. Hiyerarşik bir çok merkezlilk yani ABD’nin hala başat güç olduğu ancak çeşitli küresel ve bölgesel güç merkezlerinin de oyunda etkili olduğu bir uluslararası siyaset ortamında Ortadoğu gelişmeleri bu güç merkezleri ile yerel güçlerin etkileşimin bir bileşkesi olarak şekilleniyor.

ABD ve Batı’nın Ortadoğu’da geleneksel müttefiklere eskisi gibi koşulsuz saha açma siyaseti yerine daha kompleks bir yönetim siyaseti benimsendiği söylenebilir. Sadece Türkiye’nin Suriye arzularını frenlerken değil İsrail’in azgın İran düşmanlığını frenlerken de ABD kendi konumunu güçlendiren adımlar atmış oluyor. Stratejik müttefiklerle siyasal pazarlık gücünü korumanın yollarından birisi de bu. Yoksa İran nükleer anlaşması ile İsrail’e ihanet etmiş yahut PYD’ye destek verirken 10 yıl sonra kurulacak bir “Kürdistan Planı”nın start düğmesine basmış olmuyor.

Sürdürülebilir istikrarsızlık!

Sürdürülebilir istikrarsızlık, bölgeye tam bir barışın, refahın vb. gelmesini değil, sürekli birinin diğerine karşı gergin bir şekilde tutulduğu, çatıştığı, bazen savaştığı bir denklem kurmak demektir. Yani istikrasızlık sağlayacak bir denklem kurmalı ancak bunun sürdürülemez bir düzeye çıkmasına yahut örneğin mülteci akını gibi yan etkilerinin ortaya çıkmasına da mümkünse izin vermemelisiniz.

Örneğin 30 yıllık Irak politikasını ele alalım: Ülke üç parçaya ABD inisiyatifi ile ayrıldı. Burada ayrılma temayülü olan yegane aktör olan (Irak) Kürdistan’ı 30 yıldır ne bağımsız kılınıyor ne de onun gücünün zayıflaması isteniyor. Batı açısından sürdürülebilir istikrarsızlık için, işbirliği yapabileceği unsurların bağımsızlaşmaması gerekiyor.

Dolayısıyla aslında uluslararası politikayı sadece taraflar olarak okumak yeterli değil, denge denilen unsur çok önemli. Şu an Batı bu denge unsurunu şurada arıyor: Kürtlere dokunmayın, Esat’ın belirli bir yaşam sahası olacak, IŞİD yok edilecek ve dördüncüsü Batı müttefiklerinin Suriye’de bir etki alanı olacak. Bu dört faktörü gerçekleştirmeye çalışan bir Batı var. Obama da Merkel de problemi temelde böyle okuyor.

Özetle ABD’nin, Ortadoğu’da Suudi-Katar-Türk-İsrail eksenini İran ve müttefikleri ile dengelemeye çalışırken, bölge içinde hem müttefiki hem de muarızı her aktöre karşı elini güçlendirecek farklı ilişkiler geliştirdiğini görüyoruz. Burada söz konusu ilişki ve desteğin önemli bir bölümünün stratejik bir karakterde olmadığı zamanla ve olayla sınırlı olduğunu akılda tutmak gerekir.

ABD’nin soğuk savaş sorası Ortadoğu politikasının iflası sonucu gündeme gelmiş bulunan bu “sürdürülebilir istikrarsızlık” durumunun tekrar sürdürülemez istikrarsızlık konumuna mı ricat edeceği yahut barışçıl bir Ortadoğu siyaset ortamına mı evrileceğini uluslararası denklem kadar sahadaki güçler belirleyecektir. Bu bakımdan ABD ve Rusya arasında bölgesel güç dağılımında bir denge noktasına gelinmesi, gerici Ankara-Riyad-Doha ekseninin güç kaybetmesi ve sahada seküler demokratik unsurların güç kazanıyor olmaları umut verici gelişmelerdir.