Google Play Store
App Store
Navigasyon toplumu
Fotoğraf: Wikimedia

Aydın Afacan

Hayat çok kolay artık, değil mi? Bir yerden başka bir yere nasıl gidersiniz sözgelimi? Adres yazıp araştırarak mı, ‘akıllı telefon’ vb. ‘sanal’ rehberlerin komutlarıyla mı? İkincisinin her geçen gün yaygınlaştığını görmek zor değil. Neden? Çünkü ‘işimizi kolaylaştırıyor’! Herhangi bir buluşma yerine varmak için ‘konum paylaşılması’ yetiyor: Hızlı ve pratik! Artık ağaçlara, tepelere, yollara, vadilere, kıyılara, sokaklara, binalara bakarak gidilmiyor.

‘Robot rehber’ arada çok ilgisiz yerlere yönlendirse de eninde sonunda onun aracılığıyla ulaşılıyor varış noktasına. Peki, insan bazı kolaylıkların kendisini giderek daha da ‘eksik’ kıldığının farkında mı? Sözgelimi, yolu belleğe işleyerek, kaybolma kaygısı veya bazen de keyfini yaşayarak bir yere gitmek birçok açıdan etkin kılar insanı. Bellek, yalnızca bilgi ve yaşantıların yığıldığı bir depo değildir: İnsanı bütün hakikatiyle var kılan bir hareket alanı, birçok eylem için çıkış noktası; yerine göre bir oyun alanı, dünyada/hayatta oluşun bilinci ve hazzı, kendinin ve çevrenin farkında oluş…

Navigasyon, ‘gezinti’ değildir…

Bazı kavramlarıyla gündelik dil ve pratiklerde yoğun biçimde dolaşıma giren ‘teknolojik gelişme’lerin ‘sanıldığı kadar masum’ olmadığı açıktır. Gemi (nave) ve denizdeki ‘seyir’ ve ‘gezinti’ye (navigare) dair bir kavramdan yola çıkıp daha çok ‘yer/yön bulma’ anlamında kullanılan ‘navigasyon’ da bunlardan biri. ‘Seyir’ ve ‘gezinti’deki yoğunluk ve keşif, ‘navigasyon’da var mıdır? Belirlenmiş bir noktaya robot gibi kurularak gitmekte herhangi bir keşif olabilir mi? Gittiğimiz yer bizim bulduğumuz bir yer olmadığı gibi unutma ve sonraki seferler için yeniden navigasyona başvurma olasılığı çok yüksektir… Bazı ‘büyük’ devletlerin denizdeki yayılmacı ‘seyir’ marifetlerine dair jeopolitik konular işin başka bir yanı elbette. Asıl korkunç olan, insanın beyninin, düşünme süreçlerinin biçimlendirilmesidir. Başka bir deyişle: ‘Büyük birader sizi gözetliyor’ olmakla sınırlı kalmayacak; insan davranışlarını da belirleyecek. Daha önce de değinmiştim: Orwell’in ‘1984’teki kehanetinden çok Huxley’nin ‘Cesur Yeni Dünya’daki kehaneti pratik bir gerçeklik kazanmış görünüyor. Çünkü her türlü medya aracı, nitelikli yayın ve doğru bilgi yerine insanı sersemletecek derecede bir ‘bilgi bombardımanına’ başvurmaktadır. Bazı konformist akademisyen ve ünlü medya yöneticileri de ürkünç bir geleceğe dair yazı ve ‘itiraf’lar yayımlamaya başladı. Ne var ki, o kesimin yayınları bile sınırlı bir çevrede yankı bulabiliyor. Medyalarda reklam, alışveriş, tüketici eğilimleri, ‘düşünce özgürlüğü’ ve ABD tarzı ‘navigasyon özgürlüğü’ de dahil her şeyin sınırının muktedirler tarafından çizildiği ortada. Onların cephesindeki yayınlar bile gidişatın yarattığı tehlikeleri dile getiriyor ama şimdilik ‘sessizliği’ yeğliyorlar; tıpkı bu ‘şimdilik’ mantığının doğada yarattığı tahribat gibi…

Navigasyon her yerde!

Navigasyon yer/yön bulmakla sınırlı değil. Alışveriş merkezlerinde, sosyal medyada ve bütün iletişim ortamları sürekli biçimde arzu ‘uyandıran’, talep ‘üreten’ reklam vb. akış da bize yol/yön göstermiyor mu? Kitap bile bir alışveriş ‘meta’sına indirgendi; paradoksal biçimde ‘entelektüellik’ de. Çeşitli düzeylerde pop kültür ürünleri internet üzerinde, kitapevlerinde, fuarlarda, festivallerde ‘öne çıkarılıp’ okura ‘yol/yön’ göstermiyor mu? Nitekim o ‘okur’, gerçek bir okur değil artık müşteri veya tüketicidir. Kişisel inceleme-seçim hakkı ve keşif olanağından yoksun kalmıştır artık. Heyecan ve mutluluk, neredeyse salt tüketimde karşılık bulur durumuna indirgenmiştir. Tüketiciye internet ortamında eşlik eden ‘navigasyon’, onu almak istediği şeye ilgili ilgisiz bir yığın başka şey ekleyerek çıkarıyor ‘sanal market’ten. Sadece eğlence ve eşya ‘sektör’lerinde etkin değil bu ‘navigasyon’; kültür endüstrisi içinde de çok etkin bir konumdadır. Hızlı okumayı, belli sayıda dersle entelektüel olmayı, birtakım ‘atölye’ veya ‘okul’lardan şair, yazar vs. ‘çıkma’yı, kısaca insanı her şey yapabilecek bir ‘donanımı’ işaret eder bu ‘yol gösterici’!

Belleğin yok oluşu…

‘Akıllı telefon’ vb. araçların yeni bir tür bilgilenme biçimi yarattığı ortada. Buna bir tür ‘epistemoloji’ demek ne ölçüde mümkün? Bu elbette başka bir tartışmanın konusudur. Ama şurası kesin: Bunun biraz ilerisinde insanın içini karartan bir ‘robotlaşma’ tehlikesi bekliyor. İnternetteki dezenformasyon bunun açık bir örneği: Bugün Google, Facebook, Twitter, Instagram vb. ortam ve ağlardan kolayca yayılan bilgi kirliliğinin gelecekte ne olduğu belirsiz ‘robot merkez’lerce kasıtlı bir tarzda ve bütün bilgilenme olanaklarını kuşatacak biçimde yapılma olasılığı yok mu?

Medyalarda olduğu gibi eğitim ortamlarında da sık rastlanan ‘bilgi yükü’, ezber’ gibi aşağılamaların varacağı nokta, bilgi ve belleğin yok oluşudur. Bu kısmen de olsa fiili bir gerçeklik kazanmış bir durum değil midir? İlginç olan, bu tür gelişmelerin ‘bilgi çağı’, ‘bilgi toplumu’ klişelerinin içinde filizlenmiş olmasıdır. Telefon hafızasının insan ve toplum hafızasını zayıflattığı yeni bir tespit değildir. Telefondaki mesajlaşma biçimleri, seslilerin ‘düştüğü’ tuhaf ‘sözcükler, telefonun kullanıcı adına düzeltip yazdığı söz öbekleri, yazı kültürü için de bellek için de birçok tehlikeyi işaret etmiyor mu?

Navigasyon da bu gelişmelerin etkin bir parçası olarak belleği zayıflatma yönünde etkin biçimde işliyor. Bellekle birlikte doğal olarak merak ve keşfin zayıfladığı da başka bir olgudur. İnsan hayatı küçük heyecanlar ve kaygılarla olduğu kadar küçük keşiflerle de renklenir. O ‘küçük ve önemsiz’ ayrıntılar, gündelik hayatın, yapıp etmelerin çeşnisi, tuzu biberi… Evet, toplumsal bellek ciddi bir ‘narkoz’la, ‘amnesia’ ile karşı karşıyadır. Belleğin hayatla, unutuşun ölümle bağları mitolojik öykülerden günümüze sayısız biçimlerde dile gelmiştir. Yunan mitosundaki metaforu ödünç alarak şunu söylemeli: İnsan, içine düştüğü labirentten kendi deneyimleri ve uğraşıyla çıkmalıdır. Ödünç iplik yumağı labirentten çıkışta işi kolaylaştırıyor doğru, yerine göre kullanılmalıdır elbette. Ne var ki, o ödünç yumağın ucunda başka tür bir ölümün beklediğini de unutmamalı…