Bu yazı benim kendime doğum günü hediyem olsun istedim... Bir şarkı söylüyo

Bu yazı benim kendime doğum günü hediyem olsun istedim...
Bir şarkı söylüyor genç adam âşık olduğu kadına. Bir kadın şiirinde yaşadığı acıları  anlatıyor dizeler boyu. Başka bir adam kitap yazıyor ve en sevdiği arkadaşına adıyor cümlelerini. Ben de bugün çok sevdiğim bir kadını anlatmak istiyorum; sekseninde bile asi Nazire Hanım’ı; Anneannemi... Doğum tarihini tam olarak  kendi de bilmeyen ve hiç ölmeyen kadın...
Dört çocuğuyla genç yaşta kocasını kaybetmiş tatlı-sert bir kadın Nazire. Adını geçirmez sohbetlerde. “Çocuklarımın babası” tamlaması çıkar en fazla dudaklarından. Kimse bilmez tam olarak yıllarca süren kırgınlığının nedenlerini. Gözleri kör denecek kadar az görüp kulakları sağır denilecek kadar ağır işitirken nasıl görürdü en saklı gerçekleri, nasıl duyardı içimizde saklı tuttuğumuz hıçkırıklı ağlamaları bilemezdik. Paranın her şey olmadığı, komşularla yazlık sinema keyfinin yaşandığı zamanlardan sonra, İstanbul’da kırık bacağının onu dört duvar arasında yaşamaya mahkûm ettiği zamanlarda bile yapacak çok şeyi olmasına, hep meşgul olup, sevdiklerine sonsuz zaman ayırmasına ben hep hayran kaldım. Onun sahip olduğu dertlerin sadece birini yaşasam sürekli hayata söven, huysuz ve çekilmez bir kadın olurdum diye düşünürdüm. Onun da dediği gibi “çürük” bir nesiliz galiba. Bir başımız ağrısa bin söylenip bütün işlerimizi aksatabiliyoruz, bir ağırlık olsa omzumuzda yürümek zorlaşıyor. Hayatımızı sırtlayıp omuzlarımızda dimdik devam edemiyoruz sanki yolumuza, gülümseyerek üstelik...
İnsan ne yaşa gelirse gelsin bazı şeylerden ödün veremiyor. Onun sözünden çıkmamıza çok içlenirdi. Belki de bu yüzden en çok bana kızardı. Eski Türk filmlerini izlerken bile uyarırdı genç kızları, adamlar onları kandırmasın diye, sonra  da kızardı nasihatlerini dinlemediler diye. Kahkahaları en mutsuz kalplerde bile umut doğururdu. Her sabah ıslak ekmek ısmarlardı kuşlara pencere kenarlarında. Sevmeyi ondan öğrenmiştik. Gidince sırf biz değil kuşlar da kimsesiz kalmıştı sanki. Bir inanışa göre uzağa giden yakınlarımız bir kelebek olup geri gelirlermiş bazen sevdiklerini yeniden görebilmek için. Kadın olmak isteyen yanım gülüp geçse de çocuk yanım her kelebek gördüğünde gülümsemeden edemiyor ona.
Bazen küçük bir çocuk olmak istiyorum yeniden. Hayat akıp geçsin penceremizin önünden bize dokunmadan Ben her şeyden habersiz, kaygısız onun kollarında, bütün kötülüklerden uzak bir masal dinleyeyim. Hiç büyümeyeyim, dünyam hiç kirlenmesin. Komik ama ağlasam, sızlansam, huysuzluk edip seslensem olduğu yerden geri gelecekmiş gibi gelir böyle zamanlarda yine tatlı ve sert. Geri gelip dört ayrı yere dağılan dört çocuğunu okkalı bir dayakla yeniden bir araya getirecekmiş gibi... Eski bir fotoğrafa bakarken ya da onun sevdiği bir şarkı çalarken o çıkar gelir sanki. Her şey susar, hayat durur. O söyler şarkıyı. Yine eskisi gibi...
“Ne çok sevmiştim seni ne çok hatırlar mısın,
Aşiyan yollarından ses versem duyar mısın,
Hâlâ beni düşünür ve hâlâ ağlar mısın?”