Tamamen gösteriden ibaret ve aslında bu kahve zincirinin, içeceğin ya da işte diğer zincirlerin İsrail ile ilişkisinden tamamen bağımsız olarak yapılan şey, “bir şey söylüyormuş gibi görünüp hiçbir şey söylememek” üzerine kurulu.

Ne söylersen söyle, hiçbir şey söyleme!

Mustafa Kemal Coşkun - Doç. Dr. 

İslamcılık, daha doğrusu siyasal İslam, bir kurtuluş ideolojisi olarak toplumsal ve tarihsel bir olgudur. Tarihsel olması, onun siyasal güç ve sınıf ilişkilerinin ifadesinden başka bir şey olmadığı anlamına gelir ve bu nedenle farklı dönemlerde farklı ideolojilerle çok kolayca eklemlenebilmiştir. Bu eklemlenmenin temeli, İslamcılığın yansıttığı toplumsal güç ve sınıf ilişkilerinde yatar. Bu çerçevede Türkiye’de İslamcılığın ve İslamcı hareketin temsil ettiği sınıfların çıkarları neyi gerektiriyorsa o ideoloji ile eklemlendiğini ve bu ideolojinin genellikle dönemin hakim ideolojisi olduğunu söylemek bana hiç de yanlış gelmiyor.

Nitekim günümüzde İslamcı hareketin tabanı çoğunlukla esnaf, tüccar, küçük ve orta ölçekli işletmelerin sahipleri kapitalistler gibi bir sınıf bileşiminden oluşmaktadır, ayrıca bunların bir kısmı artık holdingleşmişlerdir ve kısacası, Türkiye’de İslamcı hareket bu sınıfların ihtiyaçlarına göre değişen biçimlerde Türkçülükle, milliyetçilikle, muhafazakarlıkla, liberalizmle, anayasacılıkla, neoliberalizmle vb. eklemlenme becerisi gösterebilmektedir.

Bu nedenle en azından Türkiye’deki siyasal İslamcılığın Oliver Roy’un ileri sürdüğü biçimiyle kendi özgün impetusu olduğundan çok emin değilim doğrusu. Bu nedenle zaten kendisi de modern bir ideoloji sayılabilecek siyasal İslamcılık, ne modernizme ne de kapitalizme alternatif bir ideoloji asla olmamıştır. Bu noktada Cihan Tuğal’ın AKP’nin pasif devrim gerçekleştirdiği tezinin de oldukça sorunlu olduğunu yeri gelmişken belirtelim. Siyasal İslamcılık zaman zaman anti-Amerikancı söylemlere yaslansa da hiçbir zaman anti-emperyalist ve anti-kapitalist olmamıştır mesela. Anti-Amerikancılık başka, anti-emperyalizm başka şeylerdir. 

Bu çerçevede eğer özellikle Türkiye’deki siyasal İslamcılığa ilişkin 10 özellik sıralanacaksa, ben en başa laiklik karşıtlığını ya da muhafazakar olmalarını değil, aşağı yukarı her konuda uygulamaya soktukları pragmatizmlerini koyardım. Bu pragmatizm İslamcılığın dönemin hakim ideolojisi her ne ise onunla olabildiğince eklemlenmesini sağlıyor sanırım. 

Doğrusu uluslararası politikalarda da aynı sistem işliyor gibi geliyor bana. Erdoğan’ın Mavi Marmara ile ilgili ikircikli tutumu tam da bunun bir örneği. Ya da şu son günlerde Sisi ile verdiği görüntüye bakmak bile meseleyi anlamaya yardımcı olabilir. Yarın bir gün Esed, tekrar Esad olursa hiç şaşırmamak gerekir bu nedenle. Diğer taraftan şu an yaşanan İsrail saldırganlığına ilişkin tutumlarında da bunu daha net görebiliriz. Bazıları bir kahve zincirini basarak kahve içenlerin kahvesini dökerken diğer bir kısım bir bakkalın sattığı kolaları sokağa döküyor, bir diğeri Burger King’te ya da McDonalds’ta yemek yiyenleri İsrail zulmüne karşı çıkmaya çağırıyordu. Tamamen gösteriden ibaret ve aslında bu kahve zincirinin, içeceğin ya da işte diğer zincirlerin İsrail ile ilişkisinden tamamen bağımsız olarak yapılan şey, “bir şey söylüyormuş gibi görünüp hiçbir şey söylememek” üzerine kurulu. Erdoğan’ın 2017’de Isparta’da kola fabrikası açarken "rabia işareti" yapması gibi bir şey aslında bu. Zira İsrail’in Filistin’deki terörüne doğrudan malzeme, yani petrol, çelik, çimento vb. taşıyan Türk şirketlerine herhangi ne iktidardan ne de iktidar dışındaki diğer siyasal İslamcılardan bir ses çıkmıyor, çıkamaz. Çünkü bu şirketler sadece AKP’nin destekçisi, yandaş şirketler değil, aynı zamanda küresel kapitalist sisteme doğrudan bağlılar, ondan besleniyorlar ve iktidar da bu şirketlerden besleniyor, bunlar aracılığıyla iktidarda kalabiliyor. 

Bu nedenle yapılan gösteriler, adı üzerinde, tamamen gösteri. Bir şey söylüyormuş gibi yapıp aslında hiçbir şey söylememeye dayanan, İsrail’in Filistin’e saldırmasını sağlayan her şeyi satan AKP destekçisi şirketleri görmeyip, daha doğrusu görmezden gelip sanki İsrail terörünü protesto ediyormuş gibi görünen gösteriler. Çünkü İslamcılar tamamen ahlaksızdır, bu doğru, ama bu kelime tek başına durumu anlatmaya yetmiyor. Zira bu ahlaksızlığın temelinde iktidarda kalarak neoliberal kapitalizmin insanların etini kemiğini sömürmesinin sürekliliğini sağlamak için sadece ulusal değil uluslararası sermayenin de desteğini alma çabası ve derdi yatıyor. 

Bu nedenle ben bu eylemlerin doğrudan Yahudi karşıtlığı ile ilgili olduğunu düşünmüyorum, varsa da ilk madde bu değil sanki, hatta daha doğrusu kendilerini Yahudi karşıtı gibi gösterme çabasındalar gibi geliyor bana, gerçekte değiller ve olmasınlar elbette. Ama ilk madde, siyasal İslamcıların küresel kapitalizmin egemen sınıflarına hizmet ederek iktidarda kalmaya devam etme çabası gibi geliyor bana ve bunu Yahudi olmak sağlayacaksa onu bile olabilirler sanki. Bu nedenle OYAK, Limak, Aşkale, Sanko ve Sabancı’nın İsrail’e çimento satmasına, İçdaş, Kardemir, Kocaer, Özkan, Tosyalı, Çolakoglu, Çelsantaş, Erdemir ve İsdemir gibi şirketlerin İsrail’e demir-çelik satmasına, Zorlu Enerjinin elektrik satmasına asla müdahale etmiyorlar, zira dertleri Filistin halkının dertleri değil, ulusal ve uluslararası şirketlerin kazancı. Tayyip Erdoğan ve diğer İslamcılar tam da bu nedenle İsrail’in yaptıklarına karşı bir şey söylüyormuş gibi yapıp aslında bir şey söylemiyorlar. 

Sosyalistlerin siyasal İslamcılara yönelik örneğin laiklik karşıtlığı gibi vurguları haksız değildir, ama bence onların en önemli özelliği laiklik karşıtlığı değil, bahsettiğim pragmatizmleridir. İslamcılar bu pragmatist politikaları nedeniyle bir sorun hakkında bir şey söylüyorlar gibi görünür, ama aslında hiçbir şey söylemezler. “Ne söylersen söyle, hiçbir şey söyleme” tam da bu anlama gelir. Doğrusu, tam da bu nedenle bu tür bir pragmatizmle mücadele etmek zordur, nasıl yapılacağından emin değilim, ama imkânsız olmasa gerektir.