Hepimiz fakirdik ama herkes birbirinden nefret ederdi. Türkler, kâğıtçılık yapan Kürtlerden, Kürtler kâğıtçılık yapan ama sonradan gelen Kürtlerden, ikisi birden Suriyelilerden, sonra herkes travestilerden…

Nefret (Altı anlatıcılı bir öykü)

EMRAH POLAT

Jilet Harun, görüşme salonuna girdi. Karşına çıksa yolunu değiştirirsin, öyle adamlardan. Gazetenin, “Tecavüzcü katil ilk kez konuştu!” sürmanşetiyle üç gün ekmek yediği röportajı gerçekleştirmem meslek hayatımda elbette önemli bir sıçrama. Biz de zamanında sıçradık, Murat. Öyle diyorsunuz da “dünkü muhabir” gözüyle bakılırken birdenbire gazeteci oluverdim, bunu da unutmamak lazım yani.

Aslında ortada bir gazetecilik başarısı varsa, bu, tamamıyla tesadüflerin yarattığı bir karşılaşmaya dayanıyor. Dört yıl içinde on beş yaşından küçük dokuz kız çocuğuna tecavüz edip öldürdükten sonra meme uçlarını kesip saklayan Jilet Harun yakalanalı üç ayı biraz geçiyordu. Ankara yakınlarında yüksek güvenlikli bi’ cezaevinde tek kişilik hücrede tutulmasına rağmen -nasıl olduysa- bir cinayet mahkûmunun şişli saldırına uğramış ve yine nasıl olduysa boş yere nam salmadığını ispatlarcasına, dişleri arasında tuttuğu jilet parçasıyla ölümcül darbeden korunabilmişti. Bense, o sıralar meslekte bi’ çıkış arıyordum.
Neyse, bu konu uzar. Jilet Harun röportajı aynı binada çalıştığımız Aysel sebebiyle gerçekleşti. Bir içim su resmen! Murat’ın çalıştığı şirketler grubuna bağlı bir haber kanalında muhabirdi.

Aysel’i görünce eriyordu Murat, bitiyordu. Lan dedi, Aysel’i ayarlamazsam bana da Murat demesinler! Ne desinler koçum, Fatih Sultan Mehmet mi? Yok sultanım, ben basit bi’ kulunuzum, adım da Murat yani. Tamam Murat, sen padişahsan gel asansörde açıl, yok ben padişahsam, o zaman emrediyorum, asansörde açıl bu hatun kişiye.

Velhasıl, emir büyük yerden. Asansöre bindim. Kadın, şöyle bi’ baktı, çenesini kaldırdı, mağrur… Hadi Murat, cesaret, cesaret, daha fazla cesaret, kurtuluş mutlaka ellerimizde.. Sonunda uzattım elimi. “Merhaba, Murat ben.”

Parmak uçlarıyla “tuttu”. “Merhaba, ‘ben Murat’ deseydiniz şansınız olabilirdi!”

Haydaa, ne lan bu! Hatun resmen dozer. G.t oldun mu şimdi Murat? Murat’ım. Ne g.t olacam oğlum, kim takar Aysel’i!

Bakıyorum sinirlendin, ezildin.

Ne diyelim, öyle oldu. İsim yapmak, doğruya doğru Aysel’le birlikte olmak istiyorsun. O halde gazetecilik mesleğinde tanınmak için sağa sola saldırmaya başlamalısın oğul. Öyle yaptım: Ünlülerle aynı karede görünebilmek için türlü numaralar, röportajlar…
Bi’ gün evdeyim, televizyon açık. Haberlerde birkaç ay önce yakalanan Jilet Harun vakası. Mahkeme salonundan çıkarken mağdur yakınlarınca linç edilmek isteniyor. Yüzü gözü kan içinde, jandarmalar tarafından cezaevi nakil aracına bindirilen Harun, o an kameralara dönüp “Zenginlere ölüm, bizi mahvedenlere ölüm!” diye bağırıverdi. Lan dedim, adam tecavüzcü, kalkmış zenginlere ölüm diyor! O an haberin kokusunu aldım ama: Beni Aysel’e götürecek hikâye, bu olabilirdi.


Cezaevine ve özel izin için Adalet Bakanlığı’na başvurduğumda hiçbir gazeteciyle görüşmek istemediğini biliyordum. Kader kısmet işte; benimle görüşmek istedi. Sonra anladım ki öldürülme endişesi yüzünden, hikâyesini birilerine anlatmak, kendini güvene almak istiyor.

Laf uzamasın, o büyük gün geldiğinde görüşme salonunda bekliyorum. Jilet Harun içeri girdi. Uzun değil ama “Tehlikeliyim!” diye bas bas bağırıyor herif. Karşıma oturdu. Kelepçelerini çıkardılar. Saçını sıfıra vurmuşlar, sakal tıraşı olmuş. Efendi dersin ama yok kardeşim; suratta bi’ bıçak izi var, öyle böyle değil! Ben diyim kılıç, siz deyin balta.

Hoş geldin, falan filan. “Zamanım yok,” dedi. “Öldürmek istiyorlar beni!”

N’oluyo lan buna? Konuşurken gözlerinden öfke akıyor. “Her şeyi anlatacam sana, hak verirsin ya da vermezsin, orası sana kalmış, en azından niye katil olduğum bilinsin... Ankara’da büyüdüm ben, Seyran yakınında. Bizim mahallede en çok ne bulunurdu biliyo musun?”

Ne bileyim ya! “Çocuk mu?” diyorum, laf olsun torba dolsun hesabı.

Sırıtıyor. “Yok,” diyor. “Nefret.” Hepimiz fakirdik ama herkes birbirinden nefret ederdi. Türkler, kâğıtçılık yapan Kürtlerden, Kürtler kâğıtçılık yapan ama sonradan gelen Kürtlerden, ikisi birden Suriyelilerden, sonra herkes travestilerden… Benim nefretim biraz başka tabii… Zenginlerle ilgili, niye dersen, bak sana bi’ olay anlatayım: Peder, Buzdere Şarap Fabrikası’nın gece bekçiliğini yapardı. Fabrika mahalleye yakın. Ablam Gonca on iki, ben yedi yaşındayım. Arada sefer tasıyla yemek götürürdü pedere, orada görüyor şerefsiz, fabrikanın sahibini diyorum… Ekrem, patron olan işte, babama diyor ki, ‘Ya senin çocukları gelecek ay Marmaris’teki yazlığa götürelim diyor, önümüz yaz, tatil olur hem, denize de girerler.’”

“Baak, yeme bak yeme! Ne tatil oldu ama... Alçak! Evin aslanı, patronun da kedisi. Anamı dövmeye gelince döversin, bizi hiç affetmedi zaten, iş patrona gelince el pençe divan.”

“Neyse, Marmaris’e gittik. Bunlar var ya, ailecek pislik yani; adam, karısı, kızı. Ev üç katlı, şöyle havuzlu falan… Ablam ayakkabılığın yanında sedye benzeri bi’ yerde yatıyor, bense köpekten beterim, hayvanın canavar gibi kulübesi var, beni şezlongda yatırıyorlar yaa, düşünebiliyor musun!”

“Kızları havuza, denize girer; kadın, ablama temizlik yaptırır, yerleri sildirir. Tuvaleti temizletiyor ya… Ben de bunlara havlu taşıyorum. Misal, kadın denizden çıktı, havlu elde fırlıyosun, ‘Afeeriin!’ diyerek başımı okşuyor falan. Seviniyosun tabii, ne de olsa çocuksun.”

Jilet Harun’un gözleri doldu. “Böyle olsa yine iyi,” Öfkeyle gözlerime baktı. “Adamın ablama neler yaptığını anlatmayacağım sana, yalnız bi’ şey anlatayım, bi’ gün karısıyla kızı çarşıda, adam evde. Beni de köpek gezdirmeye gönderdi p.şt… Hava sıcaak, bunaldım, köpek de huysuzlanıyor zaten… Eve gelirsin, iti kulübesine bağlarsın. O sıra ablama bakmak için eve yanaştım. Gerisini ne sen sor, ne de ben söyleyeyim!”

“Eee, sen ne yaptın diyeceksin, o an bi’ şey yapamadım tabii, çocuksun! Sonra var ya, ne Ekrem kaldı, ne karısı, ne kızları…