Filistin direnişinin desteklenmesi, Hamas’ın onaylanması değildir. Çünkü mesele Filistin sorunu değil, İsrail sorunudur, emperyalizmin yüz yılda kanla inşa ettiği Siyonizm terörüdür.

Nehirden denize özgür Filistin

Yusuf Tuna Koç - Araştırmacı

Geçtiğimiz hafta Filistinlilerin Tufan operasyonu ile Gazze’deki yerleşimcileri yerinden etmesi ve İsrail içine yaptığı saldırılar, Türkiye kamuoyunda da geniş yer tuttu. Filistin direnişinin liderliğini Hamas’ın yapması, saldırının bir kısmının sivilleri hedef alması sebebiyle tarafsızlık, hatta İsrail taraftarlığı dahi “sol kamuoyu” içerisinde tartışıldı.

İsrail’i seküler, Hamas’ı gerici gören bir garip dikotominin olduğu gibi ülkemizin siyasal, demokratik çelişkilerine uydurulması üzerinden sürdürülen tartışmalar, geleneksel sol ve Filistin mücadelesi arasındaki gönül ve mücadele birliğini tarihe kaldırma yönündeki tespitler havada uçuştu. Türkiye devrimci geleneği ve Filistin mücadelesi arasındaki ilişkiyi yeniden, ancak sadece bir arşivcilik amacı ile değil, bugünün güncelliği içerisinde düşünmek için hatırlamak ve tartışma gerekliliği ortaya çıktı. 

Filistin mücadelesinin devrimci hareketler açısından tarihi, ağırlıkla 1960’larda Filistin Halk Kurtuluş Cephesi ile ilişkiler üzerinden anlatılır. Aynı Vietnam’da olduğu gibi antiemperyalist enternasyonal bir mücadele olarak Filistin direnişi, Türkiye’den Almanya’ya Japonya’ya kadar tüm dünyadan devrimcilerin aynı cephede mücadele ettiği, gerilla eğitimleri alarak kendi ülkelerindeki mücadeleye katkı sağladığı bir süreçti. Filistin ile dünyadaki diğer devrimci hareketler arasındaki duygu ve mücadele ortaklığı, bu yönüyle kuşkusuz Türkiye devrimci hareketi için de özel yer tutar. Filistin mücadelesi ülkemiz açısından yalnızca kamplarda eğitim alan, Lübnan’da Filistin’de canını veren devrimcilerden ibaret değildir. Filistin direnişi, 1970’lerin başı itibariyle ülkemizin sokaklarını da hareketlendirmişti. THKP-C, Denizlerin salıverilmesi amacı ile dönemin İstanbul başkonsolosu, Filistin’de liderlik ettiği katliamlarla bilinen Efraim Elrom’u kaçırdı. Kendileri de Filistin mücadelesinde yer almış yoldaşlarını özgür bırakma talepleri gerçekleştirilmeyince “Amerikan Emperyalizminin maşası Siyonist İsrail’in Türkiye Başkonsolosu olan ve de ülkemizdeki Siyonist hareketlerin organizasyonunda önemli rolü olan Efraim Elrom’u” öldürmüştü. 

Türkiye devrimci hareketi ile Filistin direnişinin ortak kesenleri ve mücadeleleri üzerine verilebilecek daha birçok örnek var. Ancak bugünden bakıldığında 1960’lar ve 70’lerdeki bu ortaklık, iki ülkedeki kardeş devrimci örgütlenmelerin ülkelerindeki toplumsal harekete önderlik ettiği dönem olması sebebiyle Filistin meselesine istisnai ya da nostaljik bir yaklaşım sunuyor. Oysa Türkiye devrimci hareketinin o dönemde de yayınlarında, açıklamalarında açıkça belirttiği üzere Filistin meselesi, Filistin Kurtuluş Örgütü veya Filistin Halk Kurtuluş Cephesi meselesi değildi. Filistin meselesi, Siyonist İsrail devleti ve onun aracılığıyla emperyalizm meselesiydi. Bu sorun bugün nasıl bir irin gibi büyüyerek sürüyorsa, başlangıcı da 1960’lar değil, 20. yüzyılın başıydı. 

19. yüzyılın sonlarında Siyonistler, Avrupa’da siyasi örgütlenmelerini kurduktan sonra, Ortadoğu’da Osmanlı elinden aldığı topraklarda sömürge ve mandalarını kuran İngiltere’ye yalnızca bağımsız bir ülke kurmak için değil, henüz o dönemde bölgede emperyalizmin ileri karakolu olma teklifi ile gitmişti: 

“Avrupa için biz, Filistin’de Asya’ya karşı koruma duvarının bir parçası, barbarlığa karşı uygarlığın ileri karakolu olabiliriz.” Theodor Herzl, 1897. 

Dolayısıyla İsrail meselesi, 20. yüzyılın başlaması ile birlikte Ortadoğu’da bağımsızlık mücadelesi veren Arapları durdurabilmek için önce İngiliz, ardından Amerikan emperyalizminin desteklediği en tehlikeli çözümdü. 

“Sonuç olarak, emperyalist güçlerle Yahudi sermaye sınıfının amaçlarının birleştiği yer ve zamanda Siyonizm, bir ideoloji ve hareket olarak ortaya çıktı.”1 

Fakat yüzyıl başından itibaren de Yahudilerin Filistin’e yerleştirilmesi, İngilizlerin zoruyla olmuş ve Filistinlilerin direnişiyle karşılaşmıştı. Türkiye kamuoyu kadar belki dünyada konuşulmayan bir Siyonist propagandası olan “toprak satma” meselesi, Filistin’de henüz daha yüzyılın ilk birkaç on yılında başlayıp bugüne kadar devam eden işgali meşrulaştırmak için öne sürülen bir çarpıtmaydı. 1940’lı yıllara kadar süren toprak satmalar, Filistin’in yüzde 5’ini dahi oluşturmayan bir kısmın, Filistin’de yaşamayan Araplar tarafından, çoğu zaman İngilizlerin teşvik için bu topraklardaki vergileri artırmasıyla olmuştu. Gerçekte ise İngiliz emperyalizmi, aşama aşama Yahudi yerleşimcileri Filistin’e taşımış, her aşamada da Filistinlilerin isyanıyla karşılaşmıştı. Filistinli direnişçilerin gücü İngilizleri zorlamaya başladığında, İngiltere ülkeye yıllık olarak alınacak Yahudi sayısına sınırlama getirmek zorunda kalmıştı. Siyonistler buna karşı kendi terör örgütlerini kurarak, Filistin’de sivil halkı hedefleyen, sürmeye zorlayan katliamlar yapmaya başladı. O dönem kurulan örgütlerden Haganah, bugünkü İsrail ordusunun da çekirdeğini oluşturmuştu. İngiliz emperyalizmi, Siyonist terör ve artık II. Dünya Savaşı sonrası Amerikan lobisinin baskısıyla İsrail’in kurulması sonucunda, Filistin mücadelesi bir dışarıdan müdahaleden, yerleşik, işgalci korsan bir devletin kesintisiz terör ve yerinden etmesiyle karşı karşıya kaldı.  

Dolayısıyla İsrail, doğrudan Arap coğrafyasında emperyalizmin yerleşik bir aygıtının kurulma amacı ile kurulmuş, ilk yerleştirmelerden itibaren de şiddet, baskı ve zor ile sürdürülmüştü. Filistinliler, bu emperyal zora karşı her dönem farklı mücadele yöntemleri ile karşı koymaya çalışmış, mesele zaman zaman bir Arap birliği mücadelesine zaman zaman da enternasyonal bir devrimci harekete dönüşmüştü. 

Filistin mücadelesinin FKÖ önderliğindeki ilerleyişi ise 21. yüzyıl öncesinde, SSCB’nin yıkılması ve dünyada sosyalist hareketlerin zayıflamasından doğrudan etkilenmişti. Aynı dönem, Amerikan emperyalizminin de bölgede yeşil kuşak projesini hayata geçirerek Taliban, El-Kaide gibi örgütlerin kurulmasına öncülük etmiş, emperyalizmle çelişkili Arap devletlerinde Müslüman kardeşler seksiyonlarını desteklemişti. Filistin’de de Hamas bu dönemde yükselişe geçmiş, İsrail de FKÖ yerine Hamas’ın liderliği alacak güce kavuşmasını kendi devlet politikaları haline getirmişti.  

Fakat 1 yanlış 3 doğruyu götürmez. Birincisi, bugün liderliğinde Hamas olsa dahi Filistin direnişi, tüm heterojenliği ve coğrafi kopukluğu ile Filistin direnişidir. Filistin direnişinin desteklenmesi, Hamas’ın onaylanması değildir. Çünkü mesele Filistin sorunu değil, İsrail sorunudur, emperyalizmin yüz yılda kanla inşa ettiği Siyonist terörüdür. Bugün bu gazetenin bir başka sayfasında, bir Lübnanlı dostun söylediği gibi bu devletin harcı Filistinlilerin kanı ile karılmıştır. 

İkincisi, bugün eğer Filistin direnişinin liderliği solda değilse, bunun sebebi en çok da dünyada sol bir alternatifin güçlendirilememesidir ki bunun sorumlusu da Filistinliler değil, onlarla dayanışmayı dahi şartlara ve gökten indirilmiş, renk körü bir ahlaka bağlayan dünya soludur. 

Üçüncüsü, İsrail sorunu bir emperyalizm sorunudur. Bugün tüm dünyada savaş, katliam ve işgalleri tetikleyen bir güçle mücadele etmek, Filistin mücadelesini savunmaktan geçiyor. 

1Arzu Karacanlar, Selim Atılgan, Demokrat Arkadaş, Sayı: 6, 1988.