Sanki Judd Apatow ekibinden birkaç hafta önce seyrettiğimiz ‘Zorlu Görev’in (Get Him To The Greek) daha kadınlara yönelik bir versiyonu gibi

SENİ UZAKTAN SEVMEK
Neo-liberalizm çağında aşk

Sanki Judd Apatow ekibinden birkaç hafta önce seyrettiğimiz ‘Zorlu Görev’in (Get Him To The Greek) daha kadınlara yönelik bir versiyonu gibi “Seni Uzaktan Sevmek”. İki filmde de erkek karakter bir müzik şirketinde çalışıyor. İki filmde de kadın karakter iş icabı başka bir şehre taşınmak zorunda kalıyor. İki filmde de erkek karakter kadını izlemeye karar veriyor. İki filmde de bolca belden aşağı konuşmaya tanık oluyoruz. Ve iki filmde de diğer erkek karakterler son derece çocuksular, ergen düzeyindeler. Ergenleri konuşmalarının önemli bir bölümü mastürbasyon tekniklerini paylaşmakla geçiyor. Aslında daha olgun gibi gözüken romantik çiftimiz de pek olgun sayılmazlar. Birbirleriyle bir oyuncağın başında tanışıyorlar! Garret (Justin Long) romanstan pek anlamadığı için kız arkadaşı tarafından terk edildiği gece gittiği kulüpte Erin’i (Drew Barrymore) bir bilgisayar oyununun başında buluyor. Erin meğerse bu oyunun efsanevi rekortmeni değilmiymiş! Çift çıkmaya başlıyor ve romans ilkokul anket defterleri düzeyinde ilerliyor. “En sevdiğin şarkıcı kim, en sevdiğin renk ne ?” düzeyindeki derin diyaloglar çifti birbirine bağlamaya yetiyor. Tabii, denize kıyafetlerle girme sahneleri gibi klasik romans anları da var filmde. Artık romantik komedilerin olmazsa olmazı olan ergen muhabbetini yapmak da Garret’in kankalarına düşüyor. Çiftimiz neden bu kadar az gelişmiş derseniz, bunun cevabını belki de yaşadıkları iş ortamlarında bulabilirsiniz. Garret’ın çalıştığı müzik şirketi görece derin işler yapan müzisyenlerle ilgilenmiyor ve ergenlere hitap edecek gruplar peşinde koşuyor. Erin’in olmak istediği gazetecilik mesleği can çekişiyor ve iş güvencesi diye bir şey kalmamış. Birbirini seven iki genç yetenekli insan aynı şehirde iş bulamıyorlar, buldukları işler ise ne kendilerinin ne de başkalarının yapmak istediği türden. Filmin bir sistem eleştirisi yapma niyeti olmadığı ortada ama durumun vahimliği görülmeyecek gibi değil. Böyle geri bir toplumsal hayata böyle geri kalmış karakterler karşılık geliyor. Onların romansı da, anket defteri düzeyinde kalıyor ancak. Zavallı dünyamız, ne hale geldi yılların neo-liberal uygulamalarından sonra!  

RODRİGUEZ FİLMLERİ: PREDATORS VE USTURA
Sinema, sadece sinemadır diyenler


Tarantino, Rodriguez, Roth ve şürekası  için Tarantino’nun son filminden ilhamla soysuzlar çetesi terimini kullanmak uygun gibi geliyor bana. Balık gibi elinizden kayıyorlar tutmak istediğinizde, bir yere oturtmakta güçlük çekiyorsunuz. Sinema yapma konusunda yetenekliler, buna şüphe yok. Ama siyasi-ideolojik bir eleştiri yapmaya kalktığınızda, bu sadece bir film deyip, işin içinden çıkabilirler. Futbol bile sadece futbol değilken, sinema sadece sinema olabilir mi? Bu tutumun kendisi siyasi-ideolojik bir yere oturmuyor mu?
Rodriguez’in yapımcı koltuğuna geçtiği ve Nimrod Antal’ın yönettiği ‘Predators’ bu çetenin ürettiği ‘ruhu kötü’ filmlerden biri. Soysuzlar çetesi tanımı sadece bu yönetmenler için uygun değil ayrıca ‘Predators’da maceralarını izlediğimiz kahramanlar için de geçerli. Tıpkı Tarantino’nun son filmde olduğu gibi. Predators tıpkı Tarantino’nun ‘Soysuzlar Çetesi’ filminde olduğu gibi, çoğu ahlaki değerlerden yoksun bir grubu bir araya getiriyor. Filmin savı şu: “Ya avsındır ya da avcı ve kimseye güvenmemelisin”.
Gökyüzünden yere düşerken karşılaşırız filmin esas oğlanıyla. Son anda paraşütü açılır ama sert bir iniş yapar yere. Kendisi gibi gökyüzünden bırakılan başkaları  da vardır. Bunların hepsi de ‘avcı’ karakterine sahiptir. Ya gizli servislerde çalışırlar, ya psikopat katillerdir ya da mafyadırlar… Ama şimdi av durumuna düşmüşlerdir. Bir süre sonra anlarlar ki uzaylılarca kaçırılmışlardır ve bir av partisinin eğlencesidirler. İki karakter, ‘iyiler’ olarak öne çıkar: Biri Amerikalı bir paralı askerdir (Adrian Brody), diğeri ise bir İsrailli gizli servis elemanıdır (Alice Braga). Amerikalı adamın para karşılığında kimleri öldürdüğüyle, ya da İsrailli kadının Guatemala ormanlarında ne halt ettiğiyle bir sorununuz varsa sinemayı terk etmeniz en iyisidir çünkü onları da sevmeniz beklenmektedir.  Uzaylılar da tabii ki son derece sorunlu. Bunlar canavar görünümlü fakat ileri teknoloji sahibi yaratıklardır. Ve bütün gelişmişliklerinin sonucunda geldikleri nokta anlamsız vahşetten başka bir şey değildir! Ne kadar ilerlersen ilerle geleceğin nokta bundan ibaret işte. Ernest Hemingway’i de bu vahşet ideolojisine meze yapıverir film bir çırpıda. Hazret demiş ki “Eğer silahlı bir insanı avlamanın tadına varmışsan bir kere, bir daha vazgeçemezsin”. Bunla da bir sorunumuz olmamalı anlaşılan.
Predators böyle sevimsiz bir yerde dururken, Rodriguez’in kendi yönettiği ‘Ustura’ bütün çizgi roman yüzeyselliği ve seksistliği içinde, ABD’nin vahşi göçmen politikalarına karşı çıkışıyla daha insancıl bir yerde duruyor. Ama tabii ki kendi sınırları içinde… Yine kan gövdeyi götürüyor, yine kadınların hepsi mümkün olduğunca cinsel nesneler olarak sunuluyor, yine silahlar, arabalar ve motosikletler kutsanıyor. Filme ilkokul düzeyinde solcu bile demek mümkün. Rodriguez nihayetinde bir Meksikalı yani bir üçüncü dünyalı. Ne kadar çaba harcasa da o bir beyaz Amerikalı değil ve olamayacak. Ama yaptığı filmi bir türe sokacaksak oda sömürü sineması olacak. Tıpkı Amerikalı Siyahların öfkesini sömüren ve onlara Beyazlara karşı üstün oldukları yanılsamasını yaşatan blaxploitation (black=siyah ve exploitation=sömürü sözcüklerinden türetilen bir kavram) filmleri gibi bu da Meksikalılara aynı duyguları yaşatan bir film ve hak ettiği gibi Mexploitation olarak kodlanmış bile. Filmin kahramanı Machete adında Charles Bronson türevi bir eski Meksikalı polis. Mafyanın işine burnunu sokunca, ABD’ye kaçmak zorunda kalır. Burada, kendisini sıradan bir amele sanan kişilerce yabancı düşmanı bir ABD senatörünü öldürmekle görevlendirilir. Ama işler görüldüğü gibi değildir. Machete tuzağa düşürülmüştür. Kapitalistler, çiftlik sahipleri ve uyuşturucu baronları hep beraber bir tezgahın içindedirler. Filmde Che’nin bir kadın versiyonu dahi var, She takma adıyla tanınan. Tabii herkes karikatür kadar derin. Filmin komik anları yok değil ama filmin içine serpiştirilmiş kliplerde yakalanıyor bu anlar daha çok (senatörün reklam kampanyasındaki filmler gibi). Sonuçta bu kadar uzun bir film olması için hiçbir nedeni yok Ustura’nın. Filmde bu arada ustura filan yok, pala var; Machete ‘pala’ demek. Rodriguez filmleri tıpkı çetesinin diğer üyelerinin yaptıkları gibi sağa da sola da göz kırpabilir. Zaten göz kırpmaktan başka pek bir şey becerebildikleri yok ekibin. Eğlenmekten başka yapacak bir şey yok zaten, çaktınız mı?