Neoliberalizmin kırılganlaştırdığı yaşamlar spiritüalizme yönlendiriyor

Kübra Özyurt 

Akademisyen Merve Fidan ile eylemlilik, örgütlülük ve yoksulluğun hissedilme biçimleri arasındaki ilişkiyi odağına aldığı tezini, bu yoksulluk biçimlerinden biri olarak spiritüalizm eğilimlerini konuştuk. 

>> Yoksulluğun sebebi olarak neler görülüyor?  
Çok sebep söyleniyor elbette. Bazıları kapitalizm, gelir adaletsizliği, vergi adaletsizliği, kurumların yozlaşmış olması, çifte standart, yüksek işsizlik, hükümetin kötü yönetimi gibi sistemden kaynaklı sebeplere yükleyerek buraya atıf yapıyor, kimi de yoksulların kendisine sorumluluk yükleyerek yoksulların iş beğenmediği, çok çocuk yaptığı için yoksulluk içinde olduğu, yeterince çabalamadığı gibi sebepleri öne sürüyor. Bazıları da yoksulluğu rızkla, ya da kaderle ilişkilendiriyor. Bunlar aslında benim çalışmamda da öne çıkan bulgular olmakla birlikte, uluslararası literatürde de yaygın olarak yoksulluğun açıklanma sebepleri olarak kabul ediliyor. Bu sebeplere atıfta bulunmak elbette dünyaya nereden baktığımızla yakından ilişkili. Yoksulluğu, yoksulun kendisinin bireysel sorumluluğu ile açıklama muhafazakârlık ve sağ ideolojik görüşleri taşımakla ilişkili iken, yoksulluğu eşitsiz sistemin sorumluluğunda görmek ise sola yaklaştıkça daha da artan bir açıklama biçimi. 

>> İnsanlar yoksulluğu nasıl deneyimliyor, yoksulluğu nasıl açıklıyor?  
İnsanlara yoksul kimdir, yoksul kime denir diye sorduğumda insanlar, yoksulu gerçek anlamda hiçbir şeyi olmayan, açlık sınırının altında yaşayan insan olarak tanımlıyorlar. Bu da aslında çoğumuzun, yoksulluğu açlık olarak anladığını ve açıkladığını gösteriyor. Yani karnını doyurabiliyorsan, kötü şartlarda da olsa bir evin varsa yoksul değilsin. Örneğin çoğunluğun kafasındaki yoksulluk, tatil yapamamak, sağlık ve eğitim sistemlerinden insani bir biçimde faydalanamamak, arkadaşlarla ya da aile bireyleriyle haftada bir sinemaya, kafeye/ bara gidebilmek gibi aktiviteleri yapamamak değil, sadece karnını doyurabilmek ve geçimini sağlayabilmekten yoksun olmak. 

Açlık sınırının ya da yoksulluk sınırının altında bir gelirle yaşamasına rağmen, insanlar sosyoekonomik statüsünü orta olarak belirtmeye meyilli. Örneğin açlık sınırının altında geliri olan bir görüşmecim şöyle açıklıyor neden yoksul olmadığını: “Belediyeden, kaymakamlıktan kömür yardımı almıyoruz.” Aslında, yaşadığımız hayatın çelişkileri, bizleri rahatsız eder. Bu nedenle de mümkün olduğunca bilişsel çelişkilerden kaçmaya çalışırız. Durumumuzu kendimizden daha kötü olanlarla kıyaslayarak, bireysel olarak iyi hissetmek için bir adım atmış ve yaşadığımız eşitsizliğin bilişimizde yarattığı çelişkileri de kendimizden uzak tutmuş oluruz. Bu da aslında, eşitsizlik sistemlerini meşrulaştıran, adil ve olması gereken olarak gören ve dolayısıyla sürdüren bir motivasyondur. Burada aslında, dinsel öğretilerin rolünü de çok açıktan görüyoruz. 

>> Eylem türleriyle ideolojik ve duygusal açıdan nasıl bir ilişki var?  
Ben esasında kendi çalışmamda öfke ve sempati duygularına yoğunlaştım diyebilirim. Öfke aslında çağrışım olarak kulağa kötü gelse de esasında dönüştürmek, değiştirmek konusunda bireylere ve sosyal gruplara en fazla motivasyonu sağlayan etkenlerden biri. Bu nedenle, yoksulluğa ilişkin duyulan öfke bireysel olarak yardım etmekle ilişkili değilken, kolektif eyleme katılmakla ilişkili. Elbette, yoksulluğa yönelik duyulan öfkenin ideolojik bir arka planı var, yani öfkeyle ilişkili olan ideolojik yön sol. Sağ görüşlü ve muhafazakâr insanlar bu konuda öfke duymuyor ve dolayısıyla sosyopolitik eyleme girişmiyor, zaten halihazırda yoksulluğu sistemsel eşitsizlikle açıklamak da bu grup için çok geçerli değil.  

Sempati içinse şunu söyleyebilirim, sempati de öfke kadar güçlü olmasa da olumlu bir sosyal duygu ve yoksulluk konusu özelinde açıklanan sempati duygusu (tabii burada yoksula yönelik bir sempatiden bahsediyoruz) ideolojik arka planından bağımsız olarak herkesi yoksula yardım etmeye götürüyor. 

>> Yoksulluk, eylem ve örgütlülük arasındaki bağı inceliyorsunuz. Ben bunların eksikliğine dair birkaç şey sormak istiyorum. Örgütlü olmayan, belli bir ideolojik altyapıyla dünyasını okumayan çoğunluk, yoksulluğu hangi duygularla hissediyor? 
Yoksulluğu, sempati duyguları diyebileceğimiz acıma ve merhamet duygularıyla hissediyor. Özellikle çocukların yoksulluğunun bu duyguları en çok harekete geçiren şey olduğunu söyleyebiliriz. Esasında bu duygular ideolojk bağlamda herhangi bir farklılıkla açıklanmıyor, yoksulluk konusunda ideolojik olarak ayırıcı olan acıma ve merhamet gibi duyguları değil, öfke duygusunu hissetmek. 

>> Son yıllarda artan yoksullaşma ve yalnızlık hissinin, insanları spiritüal (manifest, vs) eğilimlere yönelttiğini düşünüyor musunuz? 
Kesinlikle. Öncelikle dinsel inançların tamamı insana başına gelenleri anlamlandırmak ve bunlarla baş etmek konusunda destek olan inançlar. Neoliberalizm, insanların hayatlarını daha kırılgan ve yalnız hale getiren bir dönüşümü işaret ediyor. Yalnızlık sadece ruhsal olarak değil, fiziksel olarak da acı verici bir şey. Bu kırılganlık ve yalnızlık hali, insanları spiritüal çabalara yönlendiriyor. Bunun da bir baş etme yöntemi olduğunu düşünüyorum. 

>> Tezinizden yola çıkarsak, sol ideolojinin yoksulluk sorununda olumlu bir etkisi olduğunu düşünüyorsunuz. Peki bunun yerini dolduran neoliberal ideolojiler, new age denilebilecek inançların, bu konuda nasıl bir etkisi olduğunu düşünüyorsunuz? 
Öncelikle, buna yoksulluk diyelim, ya da herhangi başka bir sosyal eşitsizlik diyelim, bu eşitsizliğe yönelik kolektif çözüm arayışının bir “kolektif” önkoşulu var. Bireyci bakışın normlarından biri haline geldiği neoliberal dönüşümle birlikte gördüğümüz bu yeni inançlar, ya da yeni “dinlerin” insanın özgürleşmesine bakış açısının, insanın toplumsallığını göz ardı ettiğini düşünüyorum. Kurtuluşun bireysel çabada olduğu bir inanç sisteminin kolektif dönüşüme yönelik etkisi olabileceğini, dahası yeni inançlara yönelenlerin doğayla ve çevreyle ilişkileri semavi dinlere inananlara oranla daha barışçıl olmakla birlikte, özünde bu inançların daha seküler olsa da eşitsizliklere karşı geleneksel dinlere oranla daha aktif bir karşı çıkışı ortaya koyduğunu düşünmüyorum.