Belli ki devrimciliği, solculuğu, demokratlığı ona buna statükocu yaftası yapıştırmaya indirgemek işimize geliyor…

Belli ki devrimciliği, solculuğu, demokratlığı ona buna statükocu yaftası yapıştırmaya indirgemek işimize geliyor…

 

Evden çıkmak üzereyim. Acelem var. Televizyonu kapatmak için kumandayı arıyorum. Tam stand by düğmesine basacağım ki çok sevdiğim bir aktris ilişiyor gözüme. Kaç zamandır TV’de rastlamıyorum kendisine. Bir kadın programına konuk olmuş. Ne diyor ki acaba diyorum ve sesini açıyorum televizyonun. “Evet, evliyim,” diyor Hale Soygazi. “Ama seyircilerimiz tanımazlar eşimi: Murat Belge!”

Oturup kalıyorum koltuğa. Esra Ceyhan’ın ‘Nasıl tanımazlar efendim şaka mı yapıyorsunuz?’ demesini bekliyorum. Ya da konuklardan birisinin ‘Olur mu efendim?’ diye şaşırmasını. Bir gülümsemeye bile razıyım aslında. Zira zihmindeki gerçekliğe kar yağması işten bile değil. Ama yok tık yok. Kaçırıyorum otobüsü.

Yol boyunca düşünüyorum, Peki Murat Belge’yi tanımazlarsa kimi tanırlar acaba?

Şöyle bir otuz yıldır bu ülkenin politik hayatındaki en önemli aktörlerden biri Sayın Belge. Her sözü, her tespiti üzerine yazılanları çizilenleri toplasanız ciddi bir külliyat oluşur. Velhasılıkelam Murat Belge’den söz ediyorsunuz; Melih Altınok’tan değil.

Yoksa biz bir hayal âleminde mi yaşıyoruz? Birbirimiz paralarken çıkan kemik seslerinin ülkeyi inlettiğini düşünürken saflık mı ediyoruz? Hakikaten birbirimizi mi yiyoruz?

Haklısınız daha bu ne ki. Ortada yüzümüze tokat gibi çarpan tonla delil var buna dair değil mi?

Tezgâhta görmeyince bayiden sorduğumuz gazetemizin adını ilk kez duyuyormuşçasına yüzümüze bakanlara hangimiz şahit olmadık? Hadi bırakın bizim gibi ‘marjinalleri’, Baskın Hocanın dediği gibi, 12 Eylül deyince gençlerimizden kaçı iki satır laf edebiliyor.

Yo, bu klasik bir yakınma falan değil. Halktan kopuk sol nutukları falan da atmak değil niyetim. Önümüze kaya gibi dikilmiş bir gerçeklikten bahsediyorum. Hepimizin aşkın bir tavırla suçu başkasına atarak yakındığı, ama her ne hikmetse çözüme dair bir irade koymaktan ısrarla uzak durduğu bir gerçekten.

Belli ki devrimciliği, solculuğu, demokratlığı ona buna statükocu yaftası yapıştırmaya indirgemek işimize geliyor. Belli ki tek düsturumuz ‘cehennem başkalarıdır’ olmuş.

Diğer türlüsü zor elbette, çok da zahmetli. Yel değirmenleriyle savaşmanın tatlı huzuru, romantizmi varken, niçin tartışma konusu yapacağız ki üç kuruşluk apoletlerimizi, kıytırık konumlarımızı değil mi?

Ne gerek var onca zahmete? Hem zaten Bir haltı devirmeye cidden teşebbüs etmesen de devrimci diyorlar nasıl olsa bu memlekette insana. Üstelik geçmişte koltuğundan kalkma zahmeti gösterip onca bedel ödeyen devrimcilerin mirası da şuracıkta duruyor. ‘Ölmediler, kavgamızda yaşıyorlar’ deyip devrimciliğe terfi edivermek varken…

‘Kahrından öl emi faşizm!’ ‘Allah belanı versin Neo-liberalizm!’ ‘Kurşunlara gelesin Kapitalizm!’ ‘Boynun altında kalsın ahlaksız cunta!’

Hepimiz kadri bilinmemiş birer peygamberiz adeta. Biz çok iyiyiz. Ahlak dersen bizde. Fedakârlığın daniskasını yapıyoruz her fırsatta. Gel gör ki halk cahil. Anlamıyor bir türlü.

Öyleyse ne yapmalı? Bol bol yakınmalı. Dayanışma deyip günde beş yumurta parasını bize veren dostların kursağından bir beş yumurtayı daha çalmalı; tirajı ikiye katlamalı. Dosta düşmana, okurumuz Ali’nin okumadığı halde aldığı iki gazeteyle yükselttiğimiz tirajımızla ‘caka’ satmaya kalkmalı.

Ah şu emperyalist ABD ve AB olmasa! Ceberut devlet biraz demokratikleşse bir de şu Fethullah epeyce kabarık olan cüzdanını bir çaldırsa bizi kimse tutamaz ama… Olmuyor işte. Dünya büyük tekne küçük, neylersin.

Aman canım pazar pazar konu mu bu şimdi değil mi?

Ufak olsun bizim olsun yeter. Bir Murat Belgeyi tanımadılar diye gerçekliğimizi sorgulamanın manası var mı şimdi? Ne var yani kıyamet mi kopmuş? Hem her şey gibi tirajın da çoğu zarar azı karar. Allah korusun 100 bin satsak mesela, bu sefer de popülizm tehlikesi dayanır kapımıza.

Biliyorum, devrimden sonra her şey düzelir nasılsa. Telaşa mahal yok; bir yeni yetmenin Ursula K. Le Guin’den dem vurmasınınsa zaten alemi yok. Ama yine de:

"Vermediğiniz şeyi alamazsınız,

kendinizi vermeniz gerekir.

Devrimi satın alamazsınız.

Devrimi yapamazsınız.

Devrim olabilirsiniz ancak…”