Fotoğrafın icadının ve sosyoloji biliminin ortaya çıkışının aynı yıllara denk düşmesinin rastlantı olmadığını daha önceki yazılarımda...

Fotoğrafın icadının ve sosyoloji biliminin ortaya çıkışının aynı yıllara denk düşmesinin rastlantı olmadığını daha önceki yazılarımda bu köşede değinmiştim. 1839’da fotoğraf icat edildiğinde August Comte ‘Pozitif Felsefe Üzerine Notlar’ı henüz tamamlamaktaydı. Fotoğraf makinesi ve sosyolojinin emekleme dönemlerini birlikte aştıklarını söylemek yanlış olmayacak. Bunun masum bir rastlantı olduğunu varsaymak ise saflık olacaktır.
“Keşif diye sözünü ettiğimiz şeyler, aslında keşif olma haliyle görünür kılınmış, daha geniş bir düzlemde yaşanmakta olan yeni örgütlenmeler ve düzenlemelerdir. Bu bağlamda fotoğrafın icat edildiği tarih olarak ifade edilen 1839’un hemen öncesinin, toplumsalın tüm dinamikleri ile yeniden örgütlendiği bir dönem olduğunu hatırlamak gerekir.”(Gamze Toksoy, Afsad Fot. Sempozyum sunumu)
Elbette Daguerre fotoğraf makinasını keşfederken bunu düşünmüyordu. Tıpkı diğer teknolojik  buluşların ve bilim alanındaki diğer keşiflerin farklı çıkarlar amacıyla kullanılması gibi.
İktidarın, sosyolojiyi makro bir bilim olarak toplumları kontrol altında tutma amacıyla, fotoğrafı ise kayıt altına alarak gözetleme ve aynı zamanda sosyoloji bilimi gibi denetleme işlevinde kullanması pratiğini bana anımsatan 22.3. 2009 tarihli Adnan Tönel’in gazetemiz köşesindeki “Google’ın Sokak Kameraları Niçin Var?” başlıklı yazısı oldu. Adnan Tönel,
“Kendi iradeniz dışında bir kameranın sizi devamlı takip ediyor olması bazılarımızı rahatsız etmiyor olabilir, ancak özel hayatın gizliliği ilkesine ters düşen bu tarafı görmezden gelemeyiz. Ve insan haklarına aykırı bu uygulamayı size zarar verdiği anda dava edebileceğinizi de unutmayın…” diye de haklı bir uyarıda bulunuyor.
Güvenlik nedeni ileri sürülerek hayatımıza iyice giren ve artık itiraz bile etmediğimiz sabit mobeselerden sonra şimdi de uydudan ya da google earth’e kayıt olanların evlerinin, işyerlerinin pencerelerine balkonlarına taktıkları küçük kameralarıyla izleniyor insanlar. Özel hayatın gizliliği ilkesine ters düşen, insan haklarına aykırı olan bu uygulama, tarihte görüntünün bir yüzey üzerine sabitlenmesinin (fotoğrafın) sonrası, bu keşfin teknolojik gelişimi ile bağlantılı olduğunu anımsatayım.
1871 yılında Paris ayaklanması sırasında barikatların ardındaki komün yandaşlarının fotoğraflarının çekilmesi, onların tutuklanmasına hatta bazılarının kurşuna dizilmelerine sebebiyet vermesi, böylece fotoğrafın tarihte ilk kez polis tarafından delil olarak kullanılmış olması keşfin o kadar da masum kullanılmadığını gösteriyor.
Fotoğraf 1842’de (fotoğrafın keşfinden yalnızca üç yıl sonra) suçlulara yönelik kimlik belirlemede araç olarak kullanılmıştır. Brand Kardeşler, Brüksel Tutukevi’nde dagerotiple tutukluların portrelerini çekmişlerdi. Fotoğraf,  suçluların tesbitlerinin yanısıra, fişleme, kayıt tutma gibi denetleme işlevlerini de yerine getirdi.
Alphonse Bertillon, uyguladığı antropometri metodu ile günümüzde kullanılan metodların kaynağını oluşturmuştur; bu suçlunun fotoğrafını birkaç farklı açıdan çekmek, kemiklerin ölçülmesi, göz renginin kaydedilmesi, suç mahalinin değişik yönlerden çekilmiş fotoğrafları ile oluşturduğu bir yöntemdir.
“1880’lerde Bertillon’un geliştirdiği antropometrik sistem sayesinde sanık fotoğraflarının çekilmesi o günden itibaren standart bir ilke haline gelecektir. Bertillon’un geliştirmiş olduğu suçluların yandan portrelerinin alınması özellikle önemli bir ayrıntıdır. Çünkü bu sayede yüzü değiştirilebilecek ifadelerden arındırılmış ‘nesnelliği’ ile bu fotoğraflar kısa sürede resmi kurumlarca güçlü kanıtlar olarak kabul görecekti.
...Erken dönemlerde fotoğrafın polis kayıtlarında en etkili kullanımı ise NewYork’da olmuştur, bir taraftan aranan suçluların portreleri panolara asılırken bir taraftan da bu portreler arşivlenmeye başlanmıştır. Hatta 1950’lere gelindiğinde NewYork Emniyet Müdürlüğü hırsızların tanınmasını sağlayacak bir ‘Dolandırıcılar Galerisi’ hazırlamıştı.” (Gamze Toksoy, Afsad Sempozyum Kitabı) Yalnızca 180 yıl. Görüntünün bir yüzey üzerine kaydedilmesi, hareketli görüntünün keşfi, uydu teknolojisi ve attığımız her adımın denetlenmesini sağlayan telefon sinyalleri, telekulak skandalları, röntgenlenmenin açık biçimi mobese ve nihayetinde google earth...
Korkunç değil mi? Üstelik mobeselerin ve google earth kullanımının yasal düzenlenmesi bile yok. Yani birini mi takip edeceksiniz, internetten kişinin sokağına-apartman kapısına kadar masaüstü bilgisayarından evinde izle, yürüdükçe takip et, hem de sokak sokak...
Birçok ülkede kullanıma başlanmış olan bu sistemi ülkemizde ister miyiz diye bize soracaklar mı ne dersiniz?