Normalleşme ya da Normalleş-me

Zafer Aydın - Sendika Uzmanı 

Emekçiler, 2023 yılını işsizliğin, yoksulluğun, iş cinayetlerinin girdabında, kendileri ve çocukları için gelecek kaygısı içerisinde tamamlıyor. Kuşkusuz bu sorunlar kapitalizme, kapitalist bir düzende uygulanan politikalara içkin olarak, her dönemde karşılaşabilecek nitelikte.

Ancak trajik olan yoksulluğun, düşük ücretle çalışmanın, asgari ücretin ortalama ücret haline gelmesinin, kolayca işten atılmanın, sabah kart basarak girdiği işyerinden, akşam cenaze arabası ile çıkmanın "normalleşmesi." Özellikle mayıs ayında gerçekleşen seçimlerin ardından tek adam rejiminin, ömrünü uzatacak kredi edinmesi, rejimi kabullenme, "normalleşme" sürecine geniş bir etki alanı yarattı.

Elbette bu "normalleşme" emekçilerin bir kısmının tercihini iktidardan yana kullanmasından, AKP ve MHP ile dini inanç, etnik kimlik üzerinden bağ, yakınlık kurmasından bağımsız değil. Politik değişimin, salt seçim sonuçlarına bağlanması, örgütsüz ve sınıfsız bir değişimin olabileceği beklentisinin yol açtığı umutsuzluk, yılgınlık, hayal kırıklığı da "normalleşmenin" en büyük besleyicisi. AKP, Saray'ın lütfu ile asgari ücreti ilan etme müsameresinde de, Can Atalay'ı hukuksuz bir biçimde hapiste tutma direncinde de gücünü bu "normalleşme"den alıyor. 

"Normalleşme"nin olup biteni normal saymanın temeli örgütsüzlüktür. Örgütsüzlük itirazın, isyanın, mücadelenin güç bulamaması, çalışanların, toplumun köleliğe mahkûm edilmesinin kadim aracıdır. Genel olarak toplum özel olarak da emekçiler AKP iktidarı karşısında örgütsüzdür. Elbette sendikalar, onların üst örgütleri konfederasyonlar var. Tabelalar, ihtişamlı binalar, makam araçları, yayımlanan istatistiklerde kayıt altına alınmış üyeler, imzalanan toplu iş sözleşmeleri yok değil ama emekçiler örgütsüz. Çünkü sendikalar bir yandan düzenin sistematik çabaları, öte yandan AKP'nin ideolojik-politik hegemonyası ve güdülemesi altında işlevlerini kaybettiler. Mücadeleyi, hak talep etmeyi unuttular. Adına lobi faaliyeti denen "sen beni üzme ben de seni üzmeyeyim" minvalinde gizli pazarlıkları normalleştirdiler. Bir örgütlenmenin, kolektif eylemin can suyu olan dayanışma dolaşımdan kaldırıldı. Böylece sendikalar adı var kendi yok yapılar haline getirildi. 2023 yılı ve öncesinde kimi hak arama mücadelelerinin "sendikasız işçi eylemleri" olarak gerçekleşmesi, sadece sendikaların bu kesimlere ulaşamamasının, bağ kuramamasının değil, işlevini yitirmesinin, güven sağlayamamasının da bir sonucu. AKP güdümündeki sendikacılar, sendikaları işlevsizleştirmenin ötesine geçerek sendika fikrine, sendika olgusuna karşı açıktan-doğrudan yıkıcı söylemlere başladılar. Türk-İş Genel Başkanı Ergün Atalay'ın asgari ücretin belirlenmesi müsamerelerinden birinde "Ben ne yapabilirim ki?" sorusu işçilerin, toplumun gözünde sendika fikrini öldürmek üzere taammüden atılmış bir adımdır. İddialı olma pahasına söylemek gerekir ki, Atalay'ın kurduğu cümle, örgütsüzlüğü normalleştirmekten zihinleri etkilemeye yönelik propaganda çalışmasından öte anlam taşımaz. Sendikayı düzene, sisteme, iktidara entegre etme çabası, giderek sendikayı ortadan kaldırmaya dönük sistematik bir sabotaj halini alıyor. 

Türkiye işçi sınıfı 1946-1947 yıllarında sendika ile tanıştı, 60'lı yıllardan itibaren sendikanın hayatında nasıl bir yere oturduğunu, sendikayla neler kazanılabileceğini gördü, şimdi ise bizzat sendika yöneticileri eliyle sendikaları çalışanların ve toplumun hayatından çıkarmak, "bir işe yaramıyor" algısı yerleştirilmeye çalışılıyor. 

Kahin olmak gerekmiyor; 2024 Mart ayında yapılacak yerel seçimler sonrasında AKP kemer sıkma politikasına hız verecek, ücretler daha da baskılanacak, çalışanların reel kayıpları giderek büyüyecek, işsizlik tırmanacak. Emekçilerin dayanışma, yan yana durma, birlikte itirazı yükseltip, birlikte mücadele etme ihtiyacı daha da yakıcı hâl alacak. AKP iktidarı 2024 yılına "normalleşmenin" verdiği güven, toplumun örgütsüzlüğü karşısında, cehaleti, bilgisizliği örgütleme becerisinin sağladığı avantajlarla girerken, emekçilerin önündeki yol ikiye ayrılıyor. Ya sömürünün, baskının, yolsuzluğun, yoksulluğun, iş cinayetlerinin "normalleştirildiği" bir hayata mahkum olmak ya da "normalleşmeyi" reddederek, itirazı, isyanı, dayanışmayı, sınıf kardeşliğini, örgütlenmeyi başa tutturarak daha iyi yaşam, daha iyi bir gelecek için mücadeleye soyunmak. Sarsıcı bir kavganın içine cesaret ve umutla atılmak. Yapılacak tercih sendikalist talepler etrafında pasif, edilgen kabuğun kırılması kadar politik bir hattın inşasına da hizmet edecektir. Bu nedenle, sendikaların yeniden işlevine uygun hale getirilmesi, emekçilerin mücadelesinin örgütlenmesi, yükseltilmesi, otoriter tek adam rejimi karşısında itirazı olan her muhalifin de ödevidir.