Bağlama siyaset tarihimizin önemli bir enstrümanı olagelmiştir. Etkisi ve kullanımı ayrı bir yazıya hatta araştırmaya konu olacak kadar geniş. Çalma çalmama meselesinin bağlama ile de gündemimize girdiği şu seçim gündeminde bağlama ile bağlantılı bir fıkra anlatmak isterim: Nasrettin Hoca almış sazı eline. Bir notaya basmış başlamış dıngırtmaya. Dıngırtı dayanılmaz bir hal almış olacak ki ahali “Hoca sen bi notaya basıp dıngırtatıyorsun, bak başka saz çalanlar ellerini sazın sapında gezdirip duruyorlar başka başka notalara basıyorlar” demiş. Hoca da cevabı cebinden çıkarıp yapıştırmış “Onlar arıyor ben onların aradıkları yeri çoktan buldum.”

Seçim sürecine girdik gireli yapılan sandık –sokak tartışması bana biraz bu fıkrayı hatırlatıyor. Asgari düzeyde sol bir terbiyeden geçmiş kim varsa en son ve nihai çözüm olarak parlamentoyu görmez. Ancak parlamento, seçimler, hatta hukuk da kendini soldan tanımlayanlar açısından mücadele mevzileri olagelmiştir. Dahası bu tartışmayı, “parlamentarizm çözüm mü?” tartışmasını Syriza’nın iktidar olmasının ardından yapmıyoruz. Ne zaman yapıyoruz? 30 küsur senedir sokağa en radikal biçimlerde çıkmış, hatta şu an Ortadoğu’da yıllardır var olmayı beceren bir silahlı hareket ile bağları tartışılmaz bir hareketin siyasi temsilcisi olan partinin üzerinden yapıyoruz. Üstelik memleket sathında seçimlere katılım örneğin Batı “demokrasileri”nin aksine bir hayli yoğunken. Yani demem o ki biz o notayı bulduk diyoruz. Evet doğrudur biz o notayı geçmiş yüzyılın kitlesel mücadelelerinden damıtarak bulmuş olabiliriz. Yalnız sorun şu ki neoliberalizmin saldırısı altında dünyanın her yerinde kendi hayatlarını savunmak, nefes almak için ayağa kalkan kitlelerin bizim notayı bulduğumuzdan haberi yok. Onlar arıyorlar. Peki çağırdığımız sokak nedir? Sokak bulduğumuz notayı bildiriye yazıp herkese dağıtarak onları bu çözüme davet etmemiz değildir. Bizim ilahi bir doğrunun sahibi olarak arayan kitlelere doğruları tevdi etmemiz de değildir. Şükür ki siyaset bundan daha karmaşık ve eğlenceli bir haldir. Sokakta olmak bugün için söylersek siyasetin asli öznesi olan ezilenler kendilerini savunurken onların içinde var olabilmek, savunmayı sonuç alıcı planlı hedefli saldırılara dönüştürme kabiliyetidir. Bunun için önce saldırganı durdurmak gerekir. Bu seçim ortamı için bunun yolu açıktır. Burada hiç seçim matematiğine, saldırılar karşısında dayanışmanın önemine yahut program tartışmasına girmeden söyleyeyim: AKP’nin en genel başkanı ve stajyerinin eliyle, bir puan bile yukarıya çıkmayan ibresini tam 10 puan atlatma hesabında olduğu açık. Bunu seçim propagandasını HDP üzerine kurarak, zaman zaman da provokasyona başvurarak yapmaya yelteniyor. Bu seçimin iktidarda bulunan ve düşme korkusunu dibine kadar hissedenler açısından vahametini bu bağlamda açıklamayı okuyucunun zekâsına hakaret sayarım.

Seçim sonrası HDP’nin barajı geçmesi durumunda ise koalisyon tartışıyor olacağız. RTE’nin başkan olduğu bir ülkede yaşamayı içine sindiremeyecek pek çok insan HDP’nin aksi açıklamalarına rağmen “bu seçim siyaseti şimdi tabii böyle diyecekler oy almak için” “seçim sonrası başka odaklar devreye girer de HDP AKP ile koalisyon yapar” endişesi içinde. Benim kafamı karıştıran soru ise şu. Diyelim HDP’nin tüm açıklamalarına rağmen, böyle bir koalisyon oldu. Sizce HDP’ye hangi bakanlıkları verecekler? Milli Eğitim Bakanlığı mı?! İçişleri Bakanlığı mı?! Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nı mı?! Halbuki bakanlık emanet edilecek kadar devletlü iki partimiz de koalisyon kuyruğunda. Mevcut politikaları sürdüreceklerine dair zerre kadar da şüphe olsun istemiyorlar. Müstakbel CHP’li ekonomi bakanımız Kemal Derviş bu çizginin sürdürücüsü olmak dışında mimarı: “son üç yıldır bu çizgiden saptı AKP” diyor. CHP’li olup ekoloji ve emek mücadelesine katkı verenlere yazık. Ne diyelim kendisinin bakanlığını Soma’daki insanlara anlatacak şahıs ben olmak istemem. Tütünü bitiren bizzat kendisi. Tütün bitince açlıkla terbiye eder yerin yedi kat dibine yollarsınız insanları. Soma’da katledilen 301 işçinin kaçının çiftçi ailelerinden geldiğine baksanız katili bulursunuz kanaatimce. Amasra’da sekiz senedir binlerce insanın yerinden edilmesini dünyanın en güzel yerinin cehenneme çevrilmesini umursamayan ve bundan üç beş kişinin kâr etmesini hesaplayan devasa bir şirkete ve hükümete direnerek termik yaptırmayan arkadaşlardan ikisi bilgelikle ifade ettiler aslında durumu. Dediler ki “CHP ya da MHP, ellerinde güç olsun en önce onlar yapar bu termiği buraya, hiçbir şey değişmez.”

Velhasıl HDP-AKP koalisyonu/dışarıdan destek verirler endişelileri için hazır bir reçetemiz yok. Birey olarak bir partiye teminat imzalatamayız. Politik ve örgütlü bir grup olarak böyle bir teminat meselesi pekâlâ mümkündü. Ama hepimizi aşan başka bir belirleyen daha var. HDP şu an söylemini belirlerken (ya da günü geldiğinde karar verirken de) başka bir değişkeni göz önüne alıyor, alacak: Dışarıdan destek de koalisyon da iktidara aday bir ana muhalefet partisi olma fırsatının tepilmesi demektir. Bölgesel ve küresel gelişmelerin de, Akdeniz havzasındaki havanın da farkında hatta bu dengeler üzerinde yıllardır var olmayı başarmış bir hareketin üzerinden yükselen bir siyasi partinin de en az bizim kadar bu olanağın farkında olduğu ortada. Her şeyin ötesinde bu ihtimal HDP’nin desteklenmesini önemli kılıyor.

Kısaca biz bastığımız notanın doğruluğuna ne kadar inanırsak inanalım saldırı altında olanlar, ister içinde olalım ister olmayalım, İspanya’da, Türkiye’de ya da Yunanistan’da, o yolla ya da bu yolla, doğru ya da yanlış kendi deneyimlerini yaratmak üzere kendi notalarını aramaya devam edecekler. İster parlamentoda ister sokakta.