Bunca şeye rağmen ülkemizde eğitim, intihar eden bir öğretmen arkadaşımızın ardından “İlgi çekmek için intihar etti” cümlesini sarf edebilecek kişiler tarafından yıllarca yönetilmiş ve aynı vurdumduymazlıkla yönetilmeye devam edilmektedir.

Öğretmen olsam da mevsimlik işçiydim

KENAN KURT

Bildiğiniz üzere Türkiye, diplomalı işsizlik ve geleceksizlik konusunda çığır açmış bulunuyor. Ülkede maalesef milyonlarca genç işsiz bulunuyor. İş bulabilen gençlerin önemli bir kısmı ise üniversitelerinden mezun olduğu alanlarda çalışamamakla beraber; işverenler için güvencesiz işçi olarak rezerve ediliyor. Ben ise sizlere ataması yapılmayan bir öğretmen olarak kendi deneyim ve gözlemlerimden bahsedeceğim biraz.

Şüphesiz ki ülkedeki eğitim sorunları bir çırpıda anlatılacak kadar az değilken genç işsizlik ve diplomalı işsizlikten en mustarip olanlardan biri de biz; ataması yapılmayan öğretmenleriz. Büyük hayallerle mezun olup ataması yapılmayınca; kendisine iş kuyruğundan yer gelirse, çeşitli özel okullarda veya ücretli olarak devlet okullarında güvencesiz çalışan ya da çeşitli iş sahalarında iş kazalarına, iş cinayetlerine kurban edilen öğretmenler…

Kendi başlangıcımdan bahsetmem gerekirse lisans eğitimimi tamamladıktan sonra çoğu arkadaşımız gibi iş bulamadığım için doğduğum topraklara geri dönmek durumunda kaldım. Ancak çocukluğumdan beri hayalini kurduğum mesleği gerçekleştirebilmem için ya atamamın yapılması ya da özel bir eğitim kurumunda iş bulmam gerekiyordu. Atamam yapılmadığı için elimde tek bir seçenek kalmıştı. O seçeneği hayata geçirmem için Rize’nin küçük bir ilçesi olan Pazar’dan ayrılıp ülkenin Metropol şehirlerinde iş aramam gerekiyordu. Yola çıkma şartlarımı gerçekleştirebilmem için ise ilçemizde bulunan bir çay imalat fabrikasında mevsimlik işçi olarak bir süre çalışmak durumundaydım.

Diplomamı alıp İstanbul’a doğru yola koyulduktan sonra sırada kapı kapı dolaşıp okullara cv dağıtmak vardı. Eğitim öğretim döneminin açılmasına 4 gün kala bir okul geri dönüş yaptı. Tekliflerinde asgari ücretle işe başlayacağım, yaz dönemi içerisinde ise maaş alamayacağımı ve sigorta primimin yatırılmayacağını duymuştum. Yani anlaşılan şu ki öğretmen olarak da hayatıma mevsimlik işçi şeklinde devam edecektim. Ancak başka bir iş bulamadığım için hayalini kurduğum mesleğe adım atmam gerekiyordu.

Okulda dersler başlamadan önce, okul yönetimi biz öğretmenlerle bir toplantı gerçekleştirdi. O toplantıda okulun kurucu müdürü cümlesine şöyle başlayacaktı; “Değerli arkadaşlar, burası özel bir kurum ve öğrencilerin notlarını e-okul sistemine girerken beklentilerine yakın girmemiz gerekiyor. Çok idealist olan öğretmen arkadaşlarımız varsa kapıdan dışarı çıkabilir.” Bu cümleyi duyarak ilk günkü öğretmenlik tecrübemde hem özel okullardaki fırsat eşitsizliğini hem de mesleğimizi devam ettirebilmemizin okul müdürünün bir cümlesine bağlı olduğunu görmüştüm. Öğretmenler bu gibi stres ve kaygıları üzerlerinde taşırken, görevlerini yerine getirmelerinin zorlaştığını gözlemlemek ve hissetmek hiç zor olmamıştı.


Okullarda gördüğümüz bin bir türlü mobbing ve baskının ardı sıra aile ve çevreden gelen baskı da cabası tabii. “Yıllarca okumana rağmen bu yoğun çalışma saatlerine karşın neden bu kadar düşük maaşlara çalışıyorsun, neden atanmıyorsun?” gibi cümleler karşımıza çıkarken aslında öğretmenler, uygulanan bu politikalarla birlikte toplum nezdinde küçümsenen ve niteliksiz varlıklar boyutuna getiriliyor. Konuya bu şekilde yaklaşan çevre, bir öğretmenin atanması için o kişiyi zorlu bir sınav yolculuğunun beklediğini, KPSS’den alınacak yüksek bir not ortalamasının sonrasında dahi mülakat ve güvenlik soruşturmalarının liyakatı ortadan kaldırırken kişiye hedefi uzakta gösterdiğini ve geleceğe hazırlanmasını zorlaştırdığını bilmiyor.

Yaşadığımız şu zamanda, ülkemizde özel okulların sayısı devlet okullarının sayısını geçecek boyutlara kadar gelirken, parası olan bir kişi için ise okul sahibi olabilmek çok da zor bir şey olmuyor. Bu haliyle eğitimde uygulanan özelleştirme politikaları okulları bir nevi tüccarların eline geçirdi. Devlet okullarında on binlerce öğretmen açığı olsa da atamalar hâlâ gerçekçi rakamlarda yapılmıyor. Buna rağmen devlet okullarında ücretli öğretmen statüsünde, güvencesiz çalıştırılan binlerce öğretmen var. Uygulanan politikalar ülkemizde eğitimi tamamen ticarileştirdi, biz ataması yapılmayan öğretmenleri ise bir nevi tüccarların eline bırakıldık. Şu anki Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk’un bir özel okul sahibi olduğunun rastlantı olmadığı da haliyle tüm açıklığıyla görüldü.

Maalesef uzun bir süredir, bu iş koşullarında mobbinge uğrayan, işsiz bırakılan, zor yaşam koşullarına maruz bırakıldığımız için intihar ederek yaşamına son veren birçok öğretmen arkadaşımız var. Bunca şeye rağmen ülkemizde eğitim, intihar eden bir öğretmen arkadaşımızın ardından “İlgi çekmek için intihar etti” (Eski Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı) cümlesini sarf edebilecek kişiler tarafından yıllarca yönetilmiş ve aynı vurdumduymazlıkla yönetilmeye devam ediyor. Geldiğimiz noktada ise intihar vakaları durdurulamaz bir biçim almış, durumun kendisi toplumsal bir meseleye bürünmüş ve ancak toplum olarak üstesinden gelebileceğimiz bir meseleye dönüşüyor.

Yaşıyor olduğumuz bunca şeyin karşısında ise genç işsiz bir arkadaşınız olarak, çok değerli edebiyatçı ve öğretmen olan Fakir Baykurt’un şu cümlesiyle yazıma son vermek istiyorum: “Bütün sorun; birlikte yürümeye karar verebilmekte. Kim kiminle el ele? İçtenlikle!”

cukurda-defineci-avi-540867-1.