Türkiye’de 2010 referandumundan bu yana İslamcı faşist rejime giden süreçle mücadele ediyoruz. O referandum, bu dönüşümün kilit noktasıydı. Solun bir kısmı bunu “Türkiye liberalleşiyor” diye destekledi.

Oğuzhan Müftüoğlu: Seçimlerde ve sonrasında yaşananların sonucu, sola ve devrimciliğe çağrıdır

Söyleşi: Yol Politika Kolektifi  

Seçimlerin neden kaybedildiği üzerine yürütülen tartışmalara dair Seçimler Nasıl Kaybedildi? başlıklı yazı dizimiz için konuşan Oğuzhan Müftüoğlu, muhalefetin hatalarına değindi, “Milyonlarca insanın emeğiyle kumar oynandı. Kaybetmek için ellerinden geleni yaptılar” dedi.

Müftüoğlu, “Muhalefetin düzene karşı radikal bir dönüşümü ortaya koymayan bir siyasetle başarılı olamayacağı bir kez daha kanıtlandı. O yüzden bu süreci, “sola ve devrimciliğe çağrı olarak niteliyorum” diyor.

Seçimlerin yarattığı yenilgi psikolojisi, toplumun tamamına yayılmış durumda. Seçim süreci ve sonrasında oluşan siyasal tabloyu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Son günlerde çoğu insandan “iyi ki bu muhalefet kaybetti” mealinde sözler duyuyorum. Seçim sürecinde yaşanan hatalar anlatmak çok can sıkıcı hale geldi. Birileri ortaya çıkıyor, “Kılıçdaroğlu kaybedeceğini biliyordu, bile bile aday olup kaybetti” gibi bir şeyler söylüyor, millet de bu saçmalıkları tartışıyor.

Ben, “Çok büyük hatalar yapılmazsa muhalefet bloku seçimi kazanır demiştim,” ama neredeyse kaybetmek için de her şeyi yaptılar. Elbette bile bile kaybetmek için böyle yaptılar demek saçmadır, ama ceza hukukunda “taksirli suçlar” diye bir kavram var, öngörülebilir olumsuz sonuçları dikkate almadan yaptıklarınızdan ve yapmadıklarınızdan da sorumlusunuzdur. Seçimlerin hangi koşullar altında yapılacağı biliniyordu; Oyların çalınacağı, hayalet oylar, “Truva atları” olacağı, vatan-din elden gidiyor yaygaraları koparılacağı, adil ve meşru bir seçim olmayacağı, dincilik, ırkçılık mezhepçilik yapılacağı belliyken, muhalefet bunları sebep göstererek sorumluluktan kurtulamaz. 

6’lı Masa gibi çabaları oldu muhalefetin bu konuda. Onun hakkında ne dersiniz?
CHP’nin parlamenter sisteme dönmeyi hedefleyen böyle bir politika yürütmesinde bir sorun olduğunu düşünmüyorum. Sorun sadece sağ kesimlerle uzlaşmaya dayanan bir stratejiyle giderek sağcılaşmaya dönüşmesinde. Bu, seçim kazanılmasına yetmeyecek olması yanında, uzun vadede sağcılaşmaya hizmet etmesi bakımından da sakıncaları bir tutumdu. 
Türkiye büyük bir kriz içerisinde, uzun süredir kendisini tahkim etmiş bir İslamcı faşist bir rejim var. Buna karşı mücadele ediyorsanız devrimci, dönüştürücü bir siyaset ve mücadele anlayışı olmadan başaramazsınız. Devletin bütün yetkilerini ele geçirmiş; topluma ait olması gereken ülkenin bütün malvarlığını ele geçirmiş; orduyu, istihbaratı, mahkemeleri, basını ele geçirmiş bir İslamcı iktidar karşısında öyle sadece muhafazakâr bir muhalefet ittifakına dayanarak basitçe bir şekilde kazanmak mümkün olamaz. 

2-3 aylık bir seçim süreci yürütüldü. Muhalefet partisinin adayı ve diğer partiler, büyük ölçüde sıradan bir işmiş gibi, mevcut iktidarın tek adam rejimini deşifre etmeden kampanya yürüttüler. Yani böyle bir rejimin bütün yönleriyle ne anlama geldiğini; bir tek insana ülkenin tüm malvarlığının, bütün iktidar güçlerinin, paramiliter suç örgütleriyle, tüm devlet aygıtlarının sorgusuz sualsiz denetimsiz şekilde teslim edilmesinin ne anlama geldiğini bile doğru dürüst anlatmadılar. Bu koşullarda sanki bir tek “patates soğan” fiyatlarına sığınarak kazanılabileceğinin sanılmasını hiç anlayamadım. 

Tek adam rejimi yeterince teşhir edilmedi mi sizce?
3 aylık seçim süreci boyunca tek adam rejimini anlatan tek bir kampanya olmadı. Ne tartıştık onun yerine? Bir ay kadar başörtüsü tartıştık. Neden, muhalefet lideri kendisini gündem etti durduk yere. Ülkenin insanlarının böyle bir derdi yokken, bir başörtüsü kanunu geçirelim diye gündem yarattı. Erdoğan bunu gollük pas olarak gördü ve 1 ay boyunca, “kanun yetmez anayasa değişikliği yapalım” vs bunu tartıştılar. O arada bir seccade meselesi çıktı, 15 gün de bunu tartıştılar. Bir ülkenin kaderiyle ilgili yapılan bir seçimde, 2-3 ay boyunca buna benzer, bir miktar sığınmacı meselesi, Karayılan ile Kılıçdaroğlu beraber “Haydi haydi” dedi mi demedi mi, böyle deli saçması şeyler gündem oldu. Ülkenin 5 yıl boyunca tüm servetinin, 80 milyon insanın kaderinin, emeklilerin, kadınların, emekçilerin kaderinin bir kişinin eline teslim edilmesinden ibaret bir büyük hadise böyle tartışıldı. Bir uzaylı gelse yukarıdan seyretse “deli bunlar,” der herhalde.

Muhalefetin adayı da tartışılıyor bu konuda ne dersiniz?
Bu konuda muhalefetin doğru bir çizgi izlemediğini düşünüyorum. Bütün sürece bakıldığında sanki temel mesele olarak bu tek adam rejiminin kaldırılması değil de, iktidarı ele geçirip paylaşma meselesi gibi bir görüntü var. Herkes nasılsa kazanılacak bir seçimde vekillik, bakanlık, makamlık peşine düşmüş gibiydi. Muhalefet blokunun üyeleri de kendilerine vekillik garanti edebilmek için uğraştılar. Adayın belirlenmesi de bu şekilde gerçekleşti. Sanki herkes her şeyin iktidarın istediği gibi olması için çalıştı. 

Sonuçta BirGün gazetesinde tam sayfa yayınlanan “sorumluluğa çağrı” bildirileri de sadece tarihe yazılmış bir muhalefet şerhi olarak kaldı.

Dünyanın sonu gibi bir hava da oluştu seçimlerden sonra buna ne dersiniz?
Gelinen aşamada; önümüzdeki dönemde seçimden önce İzmir’de ve Tele1’de yaptığım konuşmada moral bozmamak için, “Gidebilir ama gitmezse de dünyanın sonu değil, mücadele devam edecek,” dedim. Hâlâ aynısını diyorum, dünyanın sonu değil. Şu anki hallerini izleyince iyi ki böyle oldu bile denebilir. Nasreddin Hoca’nın eşekten düşünce, “ben zaten inecektim” demesine benziyor ama olsun! Çok büyük derslerle dolu bir süreçten geçildi. Bundan sonraki süreç, kuşkusuz bu yenilginin, muhalefet blokunun içine sürüklendiği kaosun da tartışılacağı bir dönem olacaktır. Bizim için de bu sürecin düzgünce değerlendirilmesi... kendi hatalarımızın, eksiklerimizin, yetersizliklerimizin değerlendirileceği bir süreç olacaktır.
 
Sola dönük olarak, bütün bu sonucu kestirebiliyordunuz, neden müdahale etmediniz neden söylemediniz gibi eleştiriler var. Ne düşünüyorsunuz bu konuda?

Bu Sola karşı büyük haksızlık olur.

Türkiye’de 2010 referandumundan bu yana İslamcı faşist rejime giden süreçle mücadele ediyoruz. O referandum, bu dönüşümün kilit noktasıydı. Solun bir kısmı bunu “Türkiye liberalleşiyor” diye desteklediler. HDP yöneticileri seçime katılmayarak dolaylı olarak destekledi. Erdoğan’ın FETÖ ile birlikte yargı sistemini ele geçirmesine olanak sağladılar. Daha sonra 2017 sürecinde “Hayır” hareketini oluşturmaya çalıştık. Haziran sürecinde de Türkiye’nin bütün muhalif güçlerinin ortaklaşması için mücadele ettik. Devrimciler sonraki süreçlerde de, seçimlerde de ana muhalefetten çok daha fazla sokaklarda mücadele ettiler.
.Kılıçdaroğlu’nun adaylığı kesinleşmeden önce de bu konuda sorumluluk çağrılarında bulunduk. Böyle bir adaylık kavgasının kamuoyunu paralize edeceği, sorun yaratacağı biliniyordu. Sorumlulukla hareket edilmeli çağrıları yapıldı. Hareketimiz adına bir özeleştiri olarak; bizim geleneğimiz aslında bugün başardığımızdan çok daha büyük bir rol oynayabilirdi. Fakat maalesef geçmişte yaşanan olumsuzluklar, parçalanmalar, nedeniyle uğranan güç kayıpları ülkenin kaderi için bu kadar önemli bir süreçte yeterince etkili olunamadığı bir gerçektir. Bu koşullarda SOL Parti’nin bütün süreçlerde doğru bir siyaset ve mücadele yürüttüğünü düşünüyorum. 

Sol neden bu seçimde Kılıçdaroğlu’nu destekledi diyenlere ne dersiniz?
6’lı Masa oluştuktan ve Kılıçdaroğlu kendisini aday olarak gösterdikten sonra bizim için yapabilecek bir şey kalmamıştı. Boykot edilemezdi, toplum içerisinde bir değişim ve kazanma havası yaratılmıştı. Bu değişime destek veren yüzde 48’in çok temiz duygularla hareket eden insanlar olduğunu düşünüyorum. Bu süreçte duygu ortaklığı olarak bunun dışında kalmak mantıklı değildi. Bu koşullar altında bu siyasetin doğru olduğunu düşünüyorum. Israrla her yerde 6’lı Masa politikalarını tasvip etmediğimizi söyledik, ancak tek adam rejimin gitmesi için, bir değişim imkânına sonuna kadar destek olduk. Bu doğruydu ama başarıya ulaşamadı. 

Oyların çalındığı, iktidar tarafından haksız bir seçim süreci izlendiği, bu yüzden kaybedildiği söyleniyor. Buna ne dersiniz?
Evet, İktidar kazanmak için ne gerekiyorsa onu yaptı, ama muhalefet de kaybetmek için ne lazımsa her şeyi yaptı. İktidar Başkanlık yetkisiyle, ülkenin servetini ulufe gibi dağıtarak oy devşirmek, krizin etkisini yumuşatmak için kullandı. Evet, çalınan oylar vardır ama muhalefet bunu bile iddia edemedi. O yüzden, biz seçimi kazanabilmek için bütün muhalefet dinamikleriyle birleşilirse hile bile fayda etmez dedik. Bunun da gereği yapılamadı. Namaz, seccade tartışıldı. Toplumun gerçek sorunlarına ilişkin hiçbir şey konuşulmadı.

Kılıçdaroğlu, bu seçimin bir tür referandum olduğunu ikinci tur öncesinde hatırladı. Bunların hepsi seçimden önce de söylendi. Kılıçdaroğlu “alternatif tek adam gibi konuşuyor” diye. “Seçimden sonra ben bunu yapacağım, bunu edeceğim.” Ne düzen eleştirisi var ne rejim eleştirisi var ne de düzeni köklü olarak değiştirecek bir projesi var. Bu sonucun ortaya çıkabileceğini öngörmek için çok bir şey bilmeye, çok büyük zekâya gerek yoktu.

Sonuçları genel olarak değerlendirirseniz ne dersiniz?
Seçim sonuçlarını aslında Türkiye’de sola ve devrimciliğe yeniden çağrı olarak görülebilir. 
Eğer toplumu değiştirmek istiyorsanız, faşist bir iktidarı değiştirmek istiyorsanız, öyle toplum içerisindeki yaygın eğilimlerle uzlaşarak, sağcı eğilimlere uzlaşarak, ülkücüyle ülkücüymüş gibi, şeriatçıyla şeriatçıymış gibi davranarak, oportünist uzlaşmacı bir siyaset tarzıyla başarı elde edilemeyeceği de bir kere daha görülmüş oldu. 
Türkiye’nin köklü siyasal değişikliklere ihtiyacı vardır. Bu değişiklikler ancak toplumdaki tutucu eğilimlerle uzlaşarak değil, devrimci fikirlerle ve örgütlülüklerle gerçekleştirilebilir. Toplumsal değişimler elbette belirli objektif sübjektif koşullar altında gerçekleşir, ancak öncü devrimci fikirler eylemler ve örgütler olmadan toplumların kendiliğinden değişip dönüşmesi de mümkün olmaz.

Muhalefet ne bir düzen değişikliği ne de bir rejim değişikliği öngörmeyen bir siyasetle başarılı olunamayacağını da bir kez daha kanıtlamış oldu. 

*Seçimler Nasıl Kaybedildi? başlıklı yazı dizisinin devamı yarından itibaren BirGün gazetesinde.