Okumanın tadı, hazzı
Fotoğraf: AA

Konuk yazar: Esme ARAS

Tuğba Gürbüz’ün edebi ürünleri çeşitli basılı ve dijital dergilerde yayımlandı, öykü seçkilerinde yer aldı. İlk öykü kitabı “Lodos Çarpması” 2015’te, ikinci öykü kitabı “Kendisiymiş Gibi” NotaBene Yayınları tarafından 2020’de okurla buluşturuldu. “Pelin ve Küçük Dostu Karamel” adını verdiği çocuk öyküleri, Sia Kitap etiketiyle 2021’de raflardaki yerini aldı.

Kentli insanın yaşam alanına ve sorunlarına dikkat çeken Gürbüz’ün öykülerinde, ekseriyetle Kuzey Ege’nin coğrafyası, tarihi, mitleri, efsaneleri, kıyı kentlerine özgü mimari yapı göze çarpıyor. Yeniden yazım tekniğini kullandığı bazı öyküleri Sarıkız efsanesinden esintiler taşırken, bazısı Çanakkale Savaşları’nı merkeze alıyor. Onun öykülerinde okur bir deprem ânına tanık oluyor veya gezgin ruha sahip karakterleri sayesinde kentler, hatırladığımız hâliyle hafızamızda yaşamaya devam ediyor. Yazarken âna odaklanıyor Tuğba Gürbüz, yaşamdan bir kesiti çekip alarak öyküleştiriyor. Bu nedenle öyküler kısa zaman diliminde geçiyor. Yalın, akıcı, sade bir dil kurmayı başaran yazarın kurgu evrenine sosyo-ekonomik güce sahip kentli kadınlar, bekâr anneler, aile ve arkadaşlık ilişkileri, çocuk ve ebeveyn iletişimi, evlilik yaşamındaki sıkıntılar, kadınlar söz konusu olduğunda farklılıklara rağmen dayanışma içinde olunabileceği hatta yazma-yazamama sancıları sızıyor.

∗∗

Son on yılda ülkemizde ve dünyada yaşananlara dönüp bakıldığında salgın, deprem, sel ve yangın gibi afetlerin yanında patlayan bombalar, savaşlar, göçe zorlanan insanlar, istismara uğrayan çocuklar, sayıları artan kadın cinayetleri, iş kazaları, maden faciaları gibi başlıklar öne çıkarken; bu kasavetli tabloyu kendi penceresinden yazan bir kadın olarak algılıyor Gürbüz. Hatta kitapları da bu on yıllık zaman dilimine rastlıyor. Doğal olarak içinde yaşadığı, birey olarak etkilendiği durumlar onun yaratım sürecine katkı sağlıyor. Ancak tanık olduğu, rahatsızlık duyduğu acıları duygusal bir dille, bir tür arabesk yaklaşımla yazmaktan kaçındığından söz ederken; dertlendiği konularla arasına mesafe koyarak yazıya dökme biçimini, “Yazarken kendime zaman tanımaya, meseleyi duygu uyandırmaktan öteye taşımaya çalışıyorum” sözleriyle dile getiriyor.

Tuğba Gürbüz

∗∗

Gürbüz’ün kitaplarında karakterlerin çocuk olduğu, çocukların gözünden aktarılan öyküler de var. Örneğin, Efes harabelerini gezen ya da bir çatışmanın ortasında biber gazına maruz kalan bir baba ile kızı çıkıyor karşımıza. İki yetişkin kitabından sonra çocuklar için kaleme aldığı “Pelin ve Küçük Dostu Karamel”de ise diş kliniğinde geçen bir öyküye rastlıyoruz. Bir diş hekimi olarak mesleği gereği dar alanlarda çalışan Gürbüz, kuyumcu titizliğinden ödün vermeden yapısal olarak sağlamlığı ve estetik kaygıları ön planda tutarak, öykücülüğü ve mesleği arasında bir köprü oluşturmuş. Pelin ve ailesinin hayatı üzerinden kaleme aldığı kitabında yetişkin okuruna hitap ettiği durum öykülerinden farklı olarak olay örgüsü üzerine daha çok düşünerek çalıştığını söyleyen yazar, edebiyat lezzetinden ödün vermemiş. Deyimler ve atasözleriyle metinlerine zenginlik katmış ki bu yönüyle kültürel bir aktarımdan söz etmek mümkün. Çünkü çocuk okurlar öykü ve romanlardaki karakterlerden, kahramanlardan etkilenir, onları taklit eder hatta dil ve toplumsal cinsiyet kalıplarını onlardan örnek alarak öğrenirler. Özellikle ev işlerine yardımcı, kirli tabakları bulaşık makinesine yerleştiren, sabah kahvaltısında omlet yapan bir baba figürü ile kitap okuyan bir annenin varlığı bakımından genel kabul görmüş klişeleri yıkan bir kitap yazmış Gürbüz. Bunu yaparken de didaktik olmaktan kaçınmayı başarmış. Çünkü ona göre çocuk okur da rahatlamak, keyif almak, bir maceranın peşinde sürüklenmek için okur ki zaten “okumanın tadı, hazzı buralardan geçiyor.”